Nisan 24, 2018
|
Kategori:
1. GİRİŞ
Yirminci yüzyıl başlarında sömürgeci devletlerin dünya ticareti üzerinde kurdukları hegemonya ve kısıtlamalar, hammadde tedariğindeki zorluklar ve nihayet 1929 Ekonomik Buhranı, Alman ve Japon ekonomileri üzerinde çok olumsuz etkiler yaratmıştır. Bu durumun 1 ve 2nci dünya savaşlarının başlıca nedenlerinden olduğu kuşkusuzdur. İkinci savaş sonrası, aynı zorlukların yaşanmaması için, galip devletler yeni bir ekonomik, mali ve ticari sistemin kurulması gerektiğini düşünmüşler ve böylece Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Aynı çerçevede düşünülen Uluslararası Ticaret Örgütü ise ABD kongresinin bu örgüte katılmama kararı nedeniyle kurulamamıştı. Buna rağmen, ABD’nin önerisiyle ve ABD başkanının uluslararası anlaşma yapma yetkisine dayanılarak aynı işlevi görecek olan Ticaret ve Tarife Genel Anlaşması ( GATT ) imzalanarak uluslararası bir anlaşmada ticaretin serbestleşmesi en temel ilke olarak kabul edilmiş ve uluslararası hukukun önemli bir unsuru haline gelmiştir.
2. GATT DÖNEMİ ( 1947-1994 )
GATT’ın temelinde ticaretin gelişmesinin refahı arttıracağı ve bunun da barışın sağlanmasında önemli bir etken olacağı düşüncesi hakimdir. Ticaret hacminin artması için de yüksek gümrük tarifelerinin indirilmesi ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması gerekiyordu. GATT ile birlikte, tekstil dışında sanayi ürünlerinde miktar kısıtlamaları kaldırılmış, gümrük tarife oranları da, 7 tarife müzakeresiyle ortalama % 25-30’lardan % 5-10 düzeyine inmiştir. Bu dönemde tarım ürünleri ticaretinin düzenlenmesi alanında kayda değer bir gelişme sağlanamamıştır.
3. DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ DÖNEMİ ( DTÖ-1995-….. )
Uluslararası ticaret hacminde gerçekleştirilen önemli artışlara rağmen, GATT sistemi yetersiz kalmış, GATT sisteminin temel ilkeleri korunmakla birlikte mal ticaretine ilişkin ayrıntılı anlaşmalarla sistem geliştirilmiş ve ayrıca Hizmet Ticareti (GATS) ve Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları anlaşmaları imzalanarak DTÖ kurulmuştur. ABD bu kez yeni Örgüte üye olmuş ve daha sonra Çin, Rusya ve daha birçok ülkenin katılımıyla , GATT’ın son dönemlerinde (90 ‘lı yılların başı) 100’e yakın olan üye sayısı günümüzde 164’e ulaşmıştır. Aralarındaki ticarette DTÖ kurallarını ilke olarak uygulamayı kabul etmiş olan üye ülkeler arası ticaret dünya ticaretinin % 95 ini aşan bir hacme ulaşmıştır. Gerçekten, 2014 yılında dünya ticaret hacmi 2 yönlü olarak 39 trilyon (toplam ihracat+ithalat) dolar dolaylarında gerçekleşmişse de, 2016 da 32 trilyon düzeyine inmiştir. 2017 yılında az da olsa tekrar artış trendine girildiği görülmektedir. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak, GATT ve DTÖ döneminde (1947-2017), dünya ticaret hacminde, tüm ülkelerin dönem içinde kaydettikleri GSYH artışından daha yüksek bir artış kaydedildiği gözlemlenmektedir.. Bu durumun oluşmasında, ulaşım, iletişim, teknoloji alanlarında kaydedilen gelişmelerin yanı sıra, olumlu, olumsuz yönleriyle küreselleşme olgusunun yaygınlaşmasının da önemli bir etken olduğuna kuşku yoktur.
4. DTÖ KORUMA ANLAŞMALARI
GATT / DTÖ sistemi ticaretin serbestleşmesi için, gümrük rejimleri ve vergi hadlerinde alanlarında bağlayıcı hükümler getirmiş olmakla birlikte üye ülkelere, ekonomilerinin veya bazı sektörlerinin, gümrük vergilerinin indirilmesi ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması nedenleriyle zora düştüğü durumlarda özel korunmacı tedbirler alabilme olanağı tanımıştır. Bu çerçevede, üye ülkelere, ekonomilerini korumak için, Korunma, Anti Dumping ve Ödemeler Dengesi gibi anlaşmaları ile bazı özel korunma tedbirlerine başvurma olanağı tanımıştır. Bu anlaşmalarla, üye ülkelerin ekonomilerinin zor durumda kalmasını önlemeye yönelik uygulamalar yapmalarına izin verilmiştir. Serbest ticaret ve eşitlik ilkelerine ve bu arada gümrük vergilerinin düşürüldükten ve ticareti serbestleştirme yolundaki uygulamalardan sonra tekrar yükseltilememesi kuralına getirilen bu esneklik, ülkelerin DTÖ üyesi olduktan sonra ortaya çıkabilecek muhtemel ekonomik sıkıntılar karşısında bazı tedbirler alamıyacakları endişelerinin giderilmesi için getirilmiş ve böylece üye sayısının hızla artarak 164’e ulaşması mümkün olmuştur..
ABD’nin kısıtlamacı kararlarının hukuki temeli yukarıda sözü edilen anlaşmalardan sadece Koruma anlaşması çerçevesinde değerlendirilebilir. Anlaşma hükümlerine göre, ek vergi konabilmesi için, alınan tedbirler şeffaf olmalı, keyfi uygulamaya yol açmamalı, ithalatçı ülke ekonomisine ağır zarar vermeli , tüm ülkelere eşit olarak uygulanmalı, en çok 4 yıl süreli olmalı, bu süre içinde vergi oranları tedricen tekrar indirilmeli ve bazı ülkelerin yükseltilen yeni vergilerden doğacak kayıplarının telafisi için söz konusu ülkelere yeni avantajlar sağlanmalıdır. ABD uygulamasının bu kuralların önemli bir bölümüne ters düştüğü kuşkusuzdur. Ancak, ABD’nin kısıtlama kararı söz konusu hukuk kurallarının ve anlaşmalara aykırılığın dışında çok önemli anlamlar taşımaktadır.
5. ABD-ÇİN TİCARET VERİLERİ
2017 yılı verilerine göre ABD’nin toplam ihracatı 1.546 milyar , toplam ithalatı ise 2.400 my. dolardır. Bu durumda ABD 854 my. $ ticaret açığı vermektedir. ABD’nin Çin’den ithalatı 526, Çin’e ihracatı ise sadece 130 my dolardır. ABD’nin Çin ile ilişkilerinde son yıllarda 300-350 my. dolar ticaret açığı vermekteydi. Bu açık artarak 2017 yılında 396 my. dolara yükselmiştir. Bu durum dikkate alındığında ABD’nin toplam ticaret açığının % 50’ye yakın bölümünün Çin ile ticaretten kaynaklandığı açıkça göstermektedir. ABD’nin önemli ticaret açığı verdiği diğer ülkeler : Meksika (74 my), Japonya (72my), Almanya (66my), diğer AB ülkeleri (119my), Kanada ve Kore (24’er my$).
6. DEMİR-ÇELİK VE ALÜMİNYUM TİCARETİ
ABD demirçelik sektöründe 39 my $, alüminyumda ise 23,4 my $ değerinde ithalat yapmakta ve bu 2 sektörde sırasıyla 20.7 ve 11.8 my dolar açık vermektedir. Çin ile ticaretinde bu 2 sektördeki ticaret açığı toplam 13.7 my.$’ dır . Söz konusu 2 sektörde kaydedilen açığın, 2 ülke arasındaki toplam açığın sadece % 3.5 gibi göreceli olarak çok küçük bir oranını teşkil ettiği dikkate alındığında, ABD’nin bu 2 sektörde gümrük vergilerini %25 ve %10 oranında arttırmasının, olası bir ticaret savaşının ilk belirtisi olmanın ötesinde farklı anlam ve amaçlar taşıdığına kuşku yoktur. . Daha sonra, Başkan Trump’ın ve Çin yetkililerinin birbirlerinden yaptıkları ithalata ek vergiler koyduklarını açıklamaları ile aralarındaki ticareti kısıtlama sarmalına girildiğini gözlemlemekteyiz. Nitekim, ABD Çin’den ithal ettiği 100 milyar dolarlık ithalat yaptığı 300 kadar ürünün ithalatına % 25 ek vergi koyduğunu açıklamış, Çin de buna 100’den fazla ABD menşeli ürüne %15 ila % 25 oranında ek vergi koyarak karşılık vermiştir.
7. TİCARET SAVAŞI NEDİR ?
DTÖ üyesi bir ülke, ekonomisinin tümü veya bir sektörü, ithalat ve önemli ticaret açığı artışı nedeniyle zarar gördüğü taktirde, ithalatını azaltmak ve dış ödeme sorunlarıyla karşılaşmamak için tedbirler alabilir, ithalatta uyguladığı vergi oranlarını arttırabilir veya miktar kısıtlamaları koyabilir. Korunma tedbirlerinin alınması, ekonomik veya iç politik açıdan haklı nedenlere dayansalar bile, DTÖ anlaşmaları ile getirilen kurallara ve uygulamalara aykırı ise ve diğer üye ülke veya ülkelerin ekonomisini zarara uğratıyorsa, karşı tedbirleri davet edecek ve söz konusu ülke veya ülkeler kendi ticaretlerini zarara uğratan devlete karşı tedbirler alacaklardır. Bu durum, zincirleme etki yaratarak, diğer üye ülkelerin ticaretinin de azalmasına yol açacak ve toplam dünya ticaret hacminin daralmasına, istihdamın düşmesine, ekonomik faaaliyetlerin daralmasına ve dolayısıyla ülkelerin ve halkların fakirleşmesine yol açarak, belki de ticaret dışında başka çekişme ve çatışma alanları yaratabilecektir. Anlaşmalarda,sözkonusu tedbirlerin uğranılan zararla orantılı olması gerektiği açık olarak belirtilmişse de kavgada yumruk sayılmaz misali, işin nereye varacağını başlangıçta hesaplamak mümkün değildir.
8. TİCARET SAVAŞI OLUR MU ?
Bugüne kadar, gerek GATT, gerek DTÖ döneminde, üye ülkeler serbest ticaret politikaları izlememeye çaba sarf etmiş ve korumacı uygulamaları çeşitli yöntemlerle örtmeye çalışmış, kuralları açık bir şekilde ihlal etmemeye özen göstermiştir. Özellikle, serbest ticaret sisteminin en önemli savunucularından ve dünya ticaretinin en büyük aktörlerinden biri olan ABD’nin tüm kuralları hiçe sayan ticareti kısıtlayıcı yeni kararları, her ne kadar yukarıda belirtilen ticari sorunları nedeniyle haklı nedenlere dayandığı düşünülebilse de, ABD’nin ticareti kısıtlamacı politikası şaşkınlık ve dünya ticaretinin geleceği açısından büyük endişe yaratmıştır. Dünyanın en önemli 2 ticaret ülkesi arasındaki ticaret hacminin daralmasının dünyanın toplam ticaret hacminde de önemli azalmalara yol açacağı ve tüm ülkelerde iktisadi kalkınma ve istikrarı bozacağı kuşkusuzdur. Bu durumun dünya barışı için yaratacağı tehditleri düşünmek bile yeteri kadar ürkütücüdür. Ticaret savaşı başlamış gözükse de, bir yandan ABD ve Çin’in birbirlerine verecekleri , diğer taraftan tüm DTÖ üyelerinin uğrayacakları zarar ve karşılacakları sıkıntılar göz önünde tutularak dengeli ticari çözümlere ulaşılması ve ticaret savaşının büyümeden sona erdirilmesi beklenmelidir.
9. DTÖ ANLAŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜ MEKANİZMASI
DTÖ anlaşmaları, DTÖ kurallarına aykırı davranan bir üye ülke ile diğer ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların, ticaret savaşları olmadan ve dünya ticaret hacminin daralmasına yol açmadan çözümü için belirli bir sistem öngörmüştür. İki üye ülke arasındaki ticari anlaşmazlığın giderilmesi veya bir ülkenin ticari uygulamalarından kaynaklanan sorunların çözülmesi ikili veya çok taraflı danışma toplantıları ile çözülemez ise, uzmanlardan oluşan bir hakem heyeti (panel) kurularak anlaşmalara aykırılığın saptanması istenmektedir. Panel tarafından kabul edilen raporun sonucuna ilgili ülke veya ülkeler itiraz edebilir. Bu durumda rapor temyiz görevi gören komite tarafından da kabul edilirse DTÖ genel kurulu tarafından onaylanır.Bu suretle, raporla anlaşmalara aykırı bir uygulama yaptığı kabul edilen üye devlet sözkonusu uygulamaya son vermek durumundadır. Bunu yapmadığı takdirde DTÖ üyeliğinin sağladığı tüm avantajlardan yararlanmasının engellenmesine kadar varan yaptırım uygulanabilecektir. Bugüne kadar bu tür bir uygulama ile karşılaşılmamıştır. Serbest ticaret ilkesinin ve küreselleşmenin başlıca savunucularından olan ABD’nin de böyle bir yaptırımla karşılaşması olası değildir. Genellikle yukarıda sözü edilen çözüm mekanizmalarının sonuçlandırılması 2 yıl kadar sürmekte ve haksız olan taraf bu süre içinde ticari olarak kendine zarar veren konuda gerekli önlemleri alma olanağı bulduğundan sorun kendiliğinden çözülme noktasına gelmektedir. Gerçekten, serbest ticarete engel olacak engellemelerin ne ticari olarak karşı karşıya olan ülkelerin, ne de diğer DTÖ üyesi ülkelerin çıkarına olmadığı genel kabul gören bir olgudur. Bununla birlikte, ABD uygulaması DTÖ kurallarını ihlal ettiği o kadar açıktır ki, Çin karşı tedbirleri hemen almakta tereddüt etmemiştir.
Önümüzdeki dönemde tarafların DTÖ içinde veya ikili görüşmelerle bir çözüme ulaşmak için gereken çabayı göstermekle beraber özellikle ABD’nin ticari zorluklarından kaynaklanan ve çok önemli global siyasi sorunların temelini teşkil eden bu sorunun tarafları tatmin edici bir neticeye ulaşmasının da zor olduğu kuşkusuzdur. ABD son dönemde, bazı sektörlerde başka ülkelerde yapılan üretimin kendi ülkesinde yapılmasını sağlamak ve böylece istihdamı ABD’ye çekerek işçileri (Meksika örneği) , diğer taraftan, Paris iklim anlaşmasından çıkarak Amerikan sanayicilerini mutlu edecek politikalar uygulamaya başlamıştır. Çin’den ithalatın kısıtlanması için atılan adımlar da bu çerçevededir.
Bütün bu gelişmeler popülist politikalar gibi gözükse de, işin özünde ABD ekonomisinin yılda 800 milyarı aşan ticariet açığını devam ettirmesinin imkansızlığının yattığı kuşkusuzdur. Yukarıda belirtilen hususlara ilaveten yeni ticari tedbirler beklenmelidir. Hizmet sektörü alanında sağlanan gelirler ile zaman zaman medyada görülen büyük miktarlardaki silah satışlarının, ticari faaliyetlerden kaynaklanan büyük açığı kapatması herhalde mümkün gözükmemektedir. Öte yandan, ABD’nin bir süper güç olarak, Çin denizinden Orta Doğuya, dünyanın her yerinde bulundurduğu askeri güçle ilgili harcamaları karşılamak zorunda olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.
Trump’ın son dönemlerdeki açıklamaları, Çin ve NAFTA ile ilişkilerdeki uygulamalar, ABD’nin dış ticaretinde özellikle açık verdiği ülkelerle yeni ticari düzenlemeler yapmak arzusunda olduğunun, istediklerini elde etmek için, gerektiğinde uluslararası kuralları kolaylıkla göz ardı edebileceğini göstererek, muhtemelen yeni tur ticari müzakerelerde, muhatapları üzerinde etkili olmak istediğinin açık işaretleri olarak görülebilir. Bu tür gelişmelerin gelecekte ABD ve dünya ekonomisi üzerinde yaratabileceği olumsuz etkilerin yanı sıra, ABD ile ticaretinde açık veren ülkeler için de ABD’ninkine benzer politikaları izleme yollarının açılmasının yaratacağı sorunların da göz önünde tutulması gerekmektedir. Tekrar belirtmek gerekir ki, tüm bu konularda DTÖ’nün sağladığı ikili ve çok taraflı uzlaşma olanakları çerçevesinde, uygulanabilir ve sürdürülebilir çözümler bulunamaz ise yeni bir büyük ekonomik buhran tehlikesi ile karşılaşmamız mümkün olabilir. Öte yandan, tarım sektöründe 20 yıla yakın süredir herhangi bir uzlaşmaya varılamamış olduğu dikkate alınırsa, çok fazla iyimser olmak da güç gözükmektedir.
10. ABD DIŞ TİCARET POLİTİKASI
Serbest ticaret ve küreselleşmenin baş savunucusu ABD’nin , özellkle Çin’in DTÖ üyesi olduğu 2001 yılı sonundan bu yana, giderek artan ve 2017 yılında 800 milyar doları aşan ticaret açığının, bir süre daha devam etmesi, mümkün değildir. ABD, iç ekomisinin büyüklüğü, ucuz Çin mallarının anti-enflasyonist etkileri, Çin dahil birçok ülkenin rezerv paralarının büyük bölümünü dolar olarak tutmaları ve önemli miktarda çok düşük faizli ABD tahvillerini ellerinde bulundurmaları, dünya ekonomisi ve ticaretinde artışın dolara olan talebi arttırması, dünya ticaretinde en önemli ödeme biriminin dolar olması, ve nihayet nakdi ve kaydi para olarak dolar basma olanağını elinde bulundurması gibi nedenlerle ABD bir süre büyük ticaret açığı karşısında duyarlı davranmamıştır. Buna karşılık, son yıllarda, esasen eskiden beri mevcut korumacı eğilimlerin tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. İlk olarak Obama döneminde Çin dışında ABD’nin en büyük ticari partneri olan AB ile ticari ve ekonomik ilişkileri daha da geliştirmek için başlatılmış olan transatlantik işbirliği görüşmeleri önce yavaşlatılmış ve daha sonra da rafa kaldırılmıştır.
Bu arada, Trump ile birlikte, ABD, bölgede ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla başlatılmış olan Transpasifik anlaşmasına katılmaktan vazgeçmiştir. Trump ayrıca iç politik amaçlı bazı adımlar da atmış, bir yandan Kuzey Amerka Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) çerçevesinde Meksika’da üretim yapan otomotiv şirketlerinin ABD’ye çekilmesi için çaba göstermiştir.
11. ABD- ÇİN SİYASİ İLİŞKİLERİNDE ÖNE ÇIKAN UNSURLAR
Ticaretin serbestleştirilmesi ve küreselleşme olgusunun tek taraflı olarak Çin’in lehine işliyor olması önemlidir. ABD yıllardır Çin’in ABD’den yaptığı ithalatın artması ve ABD’ye ihracatının azalması için Yuan’ın değerinin dolara karşı arttırılması için Çin’ baskı baskı yapmışsa da Çin tersini yapmış ve Yuan’ın değerini biraz daha düşürmüştür. ABD her yıl 400 milyar doları ticari açık olmak üzere Çin ekonomisine 500 milyarı aşan bir ekonomik katkıda bulunmaktadır. Çin ekonomisi bu katkı ile hızlı bir şekilde büyümüştür ve yakın bir gelecekte ABD ekomisinden daha büyük olması muhtemeldir.
Bu gelişmenin, ekonominin yanı sıra, Çin’in askeri alanda da Amerikan hegemonyasını tehdit eder hale getireceğini belirtmek gerçekçi olacaktır. ABD’nin böyle bir durumu kabullenmesi ise oldukça güçtür. ABD , büyük Amerian şirketlerinin üretim merkezlerini Çin’e taşımasından hoşnutsuzdur. Bu şirketler sayesinde Çin hem ihracatını ve ekonomisini geliştirmiş, hem de yeni teknolojilere kolaylıkla sahip olarak ve bunları uygulamaya başlamıştır. Bu oluşum Çin’e yeni alanlara el atmak ve teknolojik alanda önemli gelişmeler sağlamak olanağını vermektedir. Bu çerçevede , ABD teknoloji şirketlerinin Çin teknoloji şirketlerindeki gelişmeleri izleyip izliyemeyecekleri hususu sorgulanmaya ve bu durumun ABD ekonomik ve askeri gücünü tehdit edeceği endişesi duyulmaya başlanmııştır. ABD’nin Çin’e karşı aldığı tedbirlerin bir bölümü için, fikri mülkiyet haklarının Çin tarafından çiğnendiği savının, teknoloji transferlerinin durdurulması amacına yönelik olduğu açıktır. Çin’in büyük nufusu’nun ayrı bir endişe kaynağı olduğuna da kuşku yoktur. Ekonomik ve teknolojik gelişmelerin yanı sıra, bugün için yeterli olmasa da, Çin deniz kuvvetlerinin giderek güçlenmesi, acaba yeni bir emperyalist güç mü oluşuyor sorusunun akla gelmesine yol açmaktadır. Kuzey Çin denizi sorunları, Çin’in Doğu Asya ve Pasifik’te giderek artan ağırlığı, Afrika’daki varlığı, Akdeniz ve Güney Amerika bölgelerine ilgisi, ABD’nin Çin’le ilişkilerinde, ticaret açığının çok ötesinde, global siyasi endişeleri olduğunun açık bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
12. DTÖ VE ÇİN
Çin’in DTÖ üyesi olması, uzun müzakereler sonunda, 2001 yılı sonunda DHA Bakanlar Konseyi toplantısında kabul edilmiş ve 2002 yılı başında Çin, DTÖ üyesi olmuştur. Çin’in son yıllarda ihracatında gerçekleştirdiği büyük artışın uluslararası ticaret hukuku ve DTÖ kuralları açısından doğal bir gelişme olduğu kuşkusuzdur. Bu arada Türkiye dahil birçok ülke ve özellikle AB sözkonusu artışı frenleyebilmek amacıyla çeşitli ürün ve ürün kategorisinde anti-dumping vergisi uygulamalarına başvurmuş ancak ithalatı kısıtlayıcı ve hatta yasaklayıcı etki yapan bu vergisel önlemler Çin’den ithalatın azaltılması için yeterli olmamıştır. Bu çerçevede, önümüzdeki yıllarda gelişmiş ülkelerin , haksız rekabet kurallarını çiğnediği savını ileri sürerek, DTÖ çerçevesinde oluşturulacak yeni bir anlaşma ile, Çin’den yapılan ithalata yeni kısıtlama yöntemleri getirmek istemeleri beklenmelidir. Gerçekten, Çin, Uluslararası Çalışma Teşkilatı çerçevesinde öngörülmüş sosyal güvenlik haklarını çalışanlarına tanımamakta, işçileri çok düşük ücretlerle çalıştırmakta ve bu suretle önemli rekabet avantajına sahip olarak ihracatını arttırmaya devam etmektedir. İç piyasasının durumu ve tüketimin sınırlı olması da bu alanda önemli bir etkendir. Aynı şekilde, çevre konularına dikkat edilmeden üretilen malların ticaretine de kısıtlama getirilmesi söz konusu olabilir. Bu suretle Çin ve belki ileride benzer duruma gelebilecek ülkelerden yapılan ithalata DTÖ genel ilkelerine ters düşmeyecek engellemeler konabilir. Bu arada, DTÖ’de konuların tartişılmaya başlandıktandan sonra, tarafların uzlaşmaya varmalarının ve bu uzlaşının bir anlaşma ile sonuçlanmasının uzun zaman aldığı da bilinmelidir.
Bu arada Türkiye’nin Çin’den 17 milyar dolara yakın ithalat yaptığını, buna karşılık ihracatının 3 milyar dolar olduğunu ve ticaret açığımızın 14 milyar dolara yakın olduğunu belirtelim. Asya ülkeleri dışında Çin’e ihracatta 55 inci, Çin’den ithalatta ise 28 inci sırayı alarak açık veren ülkeler arasında 6 ıncı sıradayız. Çin’e ihracatımız ithalatımızın ancak % 16 sını karşılamaktadır ki, bu oran genel ortalamanın çok altındadır. Bu durumun yakın bir gelecekte düzelmesi de mümkün görülmemektedir. Neticede her çinliye hergün bir adet fındık yediremediğimiz anlaşılıyor!
13. ÇİN VE JAPONYA’NIN DÜNYAYA AÇILMASI
1830 ‘ larda İngiltere Çin’le Afyon Savaşı’nı başlatarak Çin halkının uyumaya devam etmesini istemiş, Pasifiğin karşı tarafındaki ABD de, hem bu savaşı desteklemiş, hem de 1850 lerde Osaka limanını bombalayarak Japonya’nın dünyaya ya da daha doğru bir ifadeyle, emperyalizme açılmasını sağlamışlardır. Her 2 ülkenin de ihracatları için Japonya ve Çin’i 2 büyük Pazar olarak gördükleri dönemden 100 yıl kadar süren bir süre içinde, önce Japonya hızla gelişerek 2nci dünya savaşında ABD ile Pasifikte egemen olma mücadelesine girmiştir. Daha sonra Çin de, iç çatışmalarını sona erdirerek, büyük bir ekonomik ve siyasi güç haline gelmiştir. Sonuç olarak, günümüzde Japonya ve Çi’in önemli ticaret fazlası veren 2 ülkedir. Her ne kadar Japonya batı ile ve özellikle de ABD ile uyumlu bir politika güdüyorsa da, Çin çok daha farklı bir görünüm içindedir ve bu fark her geçen gün artmaktadır.
14. JAPONYA
Japonya önceleri Doğu ve Güneydoğu Asya’ya saldırmakla birlikte ABD’ye karşı 2nci dünya Savaşı’na girerek kaybetmiş ve siyasi genişleme emellerinden vazgeçerek, liberal sistem içinde, ekonomik gelişmeyi temel hedef olarak almıştır. Bu politika ile Japonya Doğu Asya’nın sanayileşmiş ülkeler camiasına katılan ilk gelişmiş ülkesi olmayı başarmıştır. Bugün için kendine özgü sistemleri uygulayarak ithalatını belli sınırlar içinde tutabilmiş olan Japonya 100 milyar doları aşan ticaret fazlası veren bir ülkedir. Bu gelişmelere rağmen, liberal sistemi uygulaması, Çin olgusu karşısında ABD’nin desteğine ihtiyaç duyması ve Avrupa’nın batısındaki benzeri coğrafyaya sahip bir ada devleti olan İngiltere gibi dar bir coğrafya içinde sınırlı bir nufusu olması nedenleriyle Japonya günümüzde Batı için, siyasi ve ekonomik, herhangi bir kaygı yaratmamaktadır..
15. ÇİN
Çin için ise gelişmeler farklı olmuştur. Gerçekten, Çin 100 yıl kadar uyumaya ve batının büyük bir pazarı olmaya devam etmiştir. İkinci savaş sonrası kurulan komünist rejim 30 yıl kadar süren Mao yönetimi ve Mao’nun kültür devrimi sonrasında, 1971’de Birleşmiş Milletler’de milliyetçi Çan Kay Şek rejiminin yerini almıştır. Çin daha sonra, ülke içinde komünist rejim uygulamaya devam etmekle birlikte, dış ekonomik ilişkilerinde daha liberal ve dış sermayeye açık bir politika izleyerek, ihracatını büyük ölçüde arttırmak ve dünya ekonomisine entegre olmak becerisini göstermiştir. Çin, uyanmaya başladığı 80’li yılların ortalarında ve Tianmen sonrasında, üstündeki mahmurluğu tamamen atmış ve nihayet 2002 yılı başında DTÖ üyesi olmuştur. Çin bu suretle ihracatını hızlı bir şekilde arttırarak onlarca yıl % 12’ye varan bir ekonomik kalkınma sağlayabilmiştir. Son yıllarda bu kalkınma hızı % 7’ler düzeyine inmiştir. İhracatı batı ülkelerince belirli bir ölçüde engellenebilse bile, ekonomisinin bugün geldiği durumun yarattığı sinerji, iç pazarının gelişmesi veözellikle Güneydoğu Asya ve Pasifik ülkeleri ile sürdürdüğü ekonomik ve ticari ilişkileri sayesinde Çin enonomik büyümesini sürdürecektir.
Daha önce de belirtildiği gibi, bu gelişmeler ve 1.5 milyarlık nufusu ile Çin’in 18 trilyon dolarlık ABD GSYH ‘nı yakalaması ve geçmesi beklenmelidir. Çin’in ABD’nin en büyük rakibi haline gelmesiyle, ekonomik , siyasi ve askerl çekişme ve nüfuz mücadelelerinin daha önemli boyutlara ulaşması kaçınılmazdır.
16. ÇİN UYANINCA
Mao ‘nun kültür devriminin son yıllarında Çin’i ziyaret eden Fransız devlet adamı , yazar Alain Peyrefitte «Çin uyanınca » adıyla bir kitap yazmış ve kitabı 1973 ‘te basılmıştır. Peyrefitte « Çin uyanınca » sözünün ilk kez Napolyon tarafından ifade edildiğini belirtmiş ve « Çin uyanınca dünya sarsılır « diye devam etmiştir. Batılı devlet adamlarının Napolyon’un sözünü hatırlamadıkları ve Peyrefitte’in kitabını okumadıkları anlaşılıyor !
17. GENEL DEĞERLENDİRME
Dünyanın karşı karşıya kaldığı bazı sorunların, ABD-Çin ticari ilişkilerinin çok ötesinde olduğu kuşkusuzdur. Nufus artışı, iklim, sosyal refahın yaygınlaşması gibi konuların önemi giderek artıyor. Nufus artışı konusunda, asırlar önce Malthus kanununda belirtilen felaket düzeyindeki olumsuz olgularla karşılaşılmaması amacıyla, geçici ve çıkarlara dayalı güncel ve paylatif çözümler yerine daha kapsamlı ve barış ve refah ortamı içinde sürdürülebilir bir yaşam düzeyine ulaşılması için gayret gösterilmelidir. Bu çerçevede, doğal kaynakların en etkin şekilde kullanılması, çevre ve iklim konularına azami özen gösterilmesi, tüketim çılgınlığına son verilmesi, ülkeler arasında ve aynı ülke içinde fertler arasında gelir dağılımı adaletinin olanak ölçüsünde sağlanması ve nihayet nufus artış yüzdesinin azaltılması için alınabilecek tedbirler gibi konularda çok ve etkin çaba gösterilmelidir. Ayrıca, teknolojik gelişmelerin bazı kişi ve şirketlerin anormal zenginleşmeleri ve daha çok ve daha kolay insan öldürecek silahların yapılması yerine, insanlığın refahı ve mutluluğu yolunda kullanılması da hedeflenmelidir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde devlet adamlarına, iktisatçılara, teknoloji dahileri ve tabii bu oluşumların zihinlerde yerleşebilmesi için sosyolog ve filozoflara büyük iş düşmektedir. Bugüne kadar bütün bu alanlarda gerek fert olarak, gerek uluslararası anlaşmalar ve kuruluşlar düzeyinde yapılmış ve yapılmakta olan çabalara da hız vermek gerektiği kuşkusuzdur. Bu dileklerin ütopik gözüktüğüne ve hatta bugün için olanaksız olduğuna kuşku yoktur. Bununla birlikte, dünyanın içinde olduğu bu kaotik, insanları mutsuz eden ve endişelendiren ve hatta gelecek için korkutan ortamdan kurtulması ve daha güzel ve yaşanabilir bir dünya umudu taşıyabilmesi için başka türlü davranmak olanağımız olmadığı kanısındayım. .
İstemi Parman
İstanbul, 23 Nisan 2018