Çok Uluslu Şirketlerin Ticarete Ve Ticaret Politikalarına Etkisi

Kübra Koral

1. ÇOK ULUSLU İŞLETMELER

A. ÇOK ULUSLU İŞLETMELERİN TANIMI

Çok uluslu işletmeler konusunda pek çok farklı tanım yapılmaktadır.

Sermaye dolaşımı ve faaliyetlerin sayısı önemli ayırıcı özelliklerden birisidir.

Livingstone’ un ortaya koyduğu tanıma göre, uluslararası faaliyet gösteren işletmede seçime bağlı olarak, birden fazla ülkede sürekli personeli olan, personel yapısının bu özelliğine bağlı olarak günlük faaliyetlerde tek bir ülke yönetimin tamamıyla kontrolünde olmayan yatırımlardır.

Çokuluslu işletmeler uluslararası işletmelerin çok özel bir türüdür. Çokuluslu işletmeler, tüm dünya genelinde yoğun ilişkiler içinde olan yüksek düzeyde gelişmiş bir uluslararası işletmedir, karar alma ve yönetim süreçlerinde küresel bir bakış açısına sahiptir. Çokuluslu işletmeler;

1- Çok sayıda çokuluslu işletme dünya genelinde iş yapıyor olmasına rağmen, karar alma sürecinde küresel fırsatlar ön plana çıkmaktadır.

2- Çokuluslu işletmenin kabul edilebilir bir orandaki varlıklarının yatırımı uluslararası alana yapılır. Bir görüşe göre bir işletmenin toplam varlıklarının %20’ si diğer ülkelerde ise çokuluslu bir işletmedir. Diğer bir görüşe göre ise, diğer ülkelerdeki faaliyetlerden elde edilen kar ve satış, toplam satış içerisinde en az %35 düzeyinde ise küresel alanda faaliyet gösteren bir çokuluslu işletme olarak kabul edilir.

3- Çokuluslu işletmenin fabrika düzeyindeki üretimleri pek çok ülkeyi kapamaktadır. Bu fabrikalar montaj fabrikalarından, tamamen entegre fabrikalara kadar değişik türde olabilir.

4- Çokuluslu işletme yönetiminin aldığı kararlar dünya perspektifi üzerine kuruludur.

Çokuluslu işletme üretim faaliyetlerini sağlayan ve aynı zamanda yatırımın ilave karlılığını gerçekleştirmesi için farklı ülkelerde üreten ve pazarlama faaliyeti yapan bir organizasyondur. Bu tanıma göre, çokuluslu işletme değişik ülkelerde yavru şirketler ve bayilerle faaliyet gösteren ve toplam satışları, varlıkları veya işgücünün %20’ si ana ülke dışında olan bir işletme olarak tanımlanabilir.

Dünyadaki ilk modern çokuluslu işletme 1950 yılında Alman işletmesi Uni ve İngiliz İşletmesi Lever Brothers tarafından gerçekleştirilmiştir. İki işletme birleşerek Unilever ismini almışlar ve 60 farklı ülkede faaliyet gösteren, 500 bayisi olan dünyanın en büyük işletmesi haline gelmişlerdir.

Günümüzde ise, küreselleşme sürecine paralel olarak dünyada çokuluslu işletmelerin sayısı ve etkinliği büyük artış gösterdi. Bu tür işletmelerin dünyadaki toplam sayısı 37.000’ e yükseldi. Çokuluslu işletmelerin dünyanın çeşitli ülkelerindeki şube veya temsilciliklerinin sayısı 450.000’ e ulaşmıştır. Bankalar ve mali kuruluşlar hariç, çokuluslu en büyük 100 işletmenin varlıkları 1,8 trilyon dolara, yıllık satışları ise 2,5 trilyon dolara ulaşmaktadır. 1996 yılında gerçekleşen bu satışlar, Çin, Hindistan, Güney Kore, Malezya, Singapur ve

Filipinler’ in gayri safi milli hasılaları toplamını aşmaktaydı.

Görüldüğü gibi ekonomik açıdan önemli miktarlara ulaşan çokuluslu işletmelerin küreselleşme süreci ile de çok yakından ilişkisi bulunmaktadır. Bu ilişki bir açıdan küreselleşme sürecinin neden bu denli yoğunlaştığını da ortayakoymaktadır.

Çok Uluslu Şirketlerin Ekonomik Gücü ve Az Gelişmiş Ülkeler

1970’li yıllarda Birleşmiş Milletlerin yaptığı araştırmalara göre, Ç.U.Ş.’in yatırımlarda bulundukları ülkelerdeki yıllık büyüme hızları, %10 dolayındadır. “Hudson” Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre uluslar arası ticaret%7.5 dolayında olacaktır. Oysa Ç.U.Ş.’iniş hacmi %10’nun altına düşmemiştir.

Uluslar arası yetkili örgütlerin 1977 yılı itibari yaptıkları araştırmalara göre –200 sanayi şirketi incelenmiştir- şirketlerin toplan satışları853 milyar hesap birimidir.

Çok Uluslu Şirketlerin Sağladığı Avantajlar

Ekonomik Avantajlar

a) Kaynakların optimal tahsisine olanak vermekte ve üretilen mallar uluslar arası boyutlarda piyasaların güçlüğünü aşabilmektedirler.

b) Yasaların ve gümrük duvarları gibi, kurallar ile sınırlanan ihracat Ç.U.Ş. formülü ile gümrük duvarları ve diğer mali, hukuki engeller aşar, piyasalar kazanıp, kar oranları yükseltirler.

c) Dünya ticaret hacmi yükselmektedir.

d) Gelişmeyi finanse edecek yatırım sermayesinin birikmesine yardımcı olmaktadır.

e) Milli gelir ve ekonomik gelişme arttırır.

f) Uluslar arası borca fayda sağlayıp, borçları finanse ederler.

g) Pazarlama ustalıklarını ve kitlesel reklamcılık metotlarını dünya çapında yayarlar

h) Karşılaştırmalı üstünlük prensibine göre üretimi teşvik yoluyla ürün maliyetlerini azaltırlar.

Teknolojik faydalar

a) Yeni mallar üreterek üretimin uluslar arasılaşma vasıtasıyla satış imkanlarını yaygınlaştırırlar.

b) Teknolojik yenilikleri sağlayan araştırma geliştirmenin altında imzaları vardır.

c) Az gelişmiş ülkelere, gelişmiş teknolojileri tanıtır ve dağıtırlar.

Sosyal faydalar

a) İşçilerin eğitimini teşvik ederler.

b) İstihdam yaratılmaktadır.

c) Gelir ve refah yaratırlar.

d) Uluslar arası ekonominin kültürün ve ticareti yöneten kuralların globalizasyonunu hızlandırırlar.

Dezavantajlar

Ekonomik olumsuzluklar

a) Rekabet ve serbest girişimi azaltan oligopolistik kümeleşmeleri arttırırlar.

b) Üçüncü dünya ülkelerini birinci dünya ülkelerine bağımlı hale getirip, küçük çaptaki sanayileri ve teknik uzmanlaşmaların gelişimini engeller.

c) Borçlu yaratır, onu borcu sağlayana bağımlı hale getirir.

d) Ev sahibi ülke içindeki sermayesini arttırır,ev sahibi ülkelere ihracat karlarını da yükseltir.

e) Uluslar arası piyasalarda elde edilebilir hammaddelerin arzını sınırlar.

f) Enflasyona katkıda bulunan kartellerin yaratılmasına ortak olurlar.

g) Ürünlerin üretimini tekelleştirir, dünya piyasalarında dağıtımını denetleyerek ele geçirilmelerini sınırlandırırlar.

Teknolojik olumsuzluklar

a) Az gelişmiş ülkelere uygun olmayan teknoloji ihraç ederler.

Sosyal olumsuzluklar

a) Çalışanlara verilen ücretleri sınırlarlar.

b) Emek rekabetini piyasadan uzaklaştırarak istihdamı azaltırlar.

c) Zengin ve fakir uluslar arasındaki uçurumu genişletirler.

d) Yerel elitlerin refahını fakirlerin aleyhine arttırırlar.

e) İstikrar ve düzen adına baskıcı rejimleri desteklerler.

f) Ulusal egemenliğe başkaldırıp ulus-devlet otonomisini tehlikeye atarlar.

g) Yerel kültür ve ulusal farklılıkları yerine tüketim yönünde değerlerin baskın olduğu homojenize bir dünya kültürü bırakacak şekilde aşındırırlar.

Özet

1-Dünyada 35000 global şirket ve ona bağlı 147200 şubesi bulunmaktadır.

2-Dışa yatırım akışı 225 milyar dolar civarındadır.

3-Teknolojinin gelişimi ve iletişim imkanlarının artması şirketleri daha az maliyetle çalışır hale getirdiği gibi, kitleleri etkileme açısından da avantajlı duruma sokmuştur.

4-Şirketlerin ellerinde bulunan mali güç, siyasal iktidarların seçiminde direkt olarak etkide bulunmalarını sağladığı gibi kişisel çıkarlara yönelik yaklaşımlarda siyasi iktidarlar üzerinde dolaylı etkiler yaratmalarına yardımcı olmaktadır.

5-21.yy’ da uluslar arası rekabet askeri cesaretten çok ekonomik temelli olacaktır.

6-Dünya düzeyinde çeşitli etnik farklılıklar ve toplumsal çelişkiler yüzünden pek çok devlet otorite sıkıntısına düştüğü halde şirketler, maliyetlerini ve kökenlerini bir yana bırakarak birleşmekte ve güçlenmektedir.

7-Liberal rejimlere meydan okuyan ve kapitalist sisteme direnen sosyalist rejimlerin başarısızlığa uğraması, şirketlerin faaliyet alanlarını ve pazarlarını genişletmiştir.

21.yy’a damgasını vurmaya hazırlanan, muazzam bir örgütlülük ve mali potansiyele sahip ekonomik nitelikli aktörlerdir. Bu şirketlerin yöneticileri, insanların nerede yaşadığı, ne iş yaptığı, eğer varsa ne iş yapacakları, ne yiyip ne içecekleri, ne giyecekleri… konusunda egemen hükümetlerden daha fazla yetkiye sahip olacaklardır.

Globalleşme ve serbest ticaret ile birlikte çok uluslu şirketlerin de giderek büyüdükleri görülmektedir. Çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları yatırımların bu ülkelerdeki istihdam ve ekonomik kalkınma üzerinde olumlu katkılarının olduğu şüphesizdir. Ancak bunun yanı sıra globalleşme ve serbest ticaret neticesinde çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği sömürdükleri ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde tahrip edici sonuçlara sebebiyet verdikleri iddia edilmektedir

Çok uluslu şirketlerin gelişimi ile ulusal ölçek hesaplamaları yerini uluslararası ölçek hesaplamalarına bırakmıştır. Çokuluslu şirketlerin gelişim sürecinde, sadece gelişmiş ülkelere bir yayılım ile karşılaşılmamış, aynı zamanda gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru da bir yabancı sermaye girişi ve bu yabancı sermayenin de çokuluslu karakteri yüksek düzeyde olmuştur. Özellikle 1960-1980 zaman aralığında, gelişmekte olan ülkelerin, uyguladıkları sanayileşme politikalarıyla birlikte, çok uluslu şirket olarak tanımlanabilecek bu yabancı sermayeyi çekebilmek için önemi mevzuat düzenlemelerine yöneldikleri görülmüştür.

Bu ülkelerin yabancı sermaye olarak çok uluslu şirketlere dönük çağrılarının (teşviklerinin; örneğin koruma da bir bakıma bu şirketler için bu ülkelere yönelişte bir teşvik anlamına gelmiştir) nedenleri arasında, kuşkusuz kaynak kıtlığı sorununun varlığında, bu ülkelerin ekonomik büyümelerini hızlandırabilme arzusu önemli bir belirleyici olmuştur.

Bir bakıma, bu ülkeler çokuluslu şirketler yatırımlarına teşvikler vererek kaynak açıklarını karşılamayı da hedeflemişlerdir. Yine gelişmekte olan bu ekonomiler, çokuluslu şirketler yatırımları ile istihdam ve de ayrıca, döviz temini için ihracat sorununu da çözebilmeyi hedeflemişlerdir.

Özellikle ödemeler dengesinde dış ticaret dengesizliği sorunları çeken bu ekonomilerde, bir yanda çokuluslu yabancı sermaye girişi sayesinde ödemeler dengesinde döviz pozisyonunda bir rahatlama sağlanması; diğer tarafta bu yabancı sermayenin üretime geçmesi ile birlikte, daha önce ithal edilen malları yerli üretim faktörlerini de kullanarak üretir hale geldiğinde, ithalat yerine, üretir ve hatta ihraç eder hale gelmeleri beklenmiştir.

Yatırım için en cazip 15 ülke

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU2008

Küreselleşme Kapsamında Çok Uluslu Şirketlerin Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Geleceklerine Etkileri :

Sermayenin serbest dolaşımı ve üretimin küreselleşmesi amacıyla uluslar arası alanda faaliyet gösteren çok uluslu şirketler ya da uluslar arası şirketler, son yıllarda dünya ekonomisine ve siyasetine yön veren küresel aktör haline gelmişlerdir. Birçok çevre tarafından yenidünya düzeninin bir ürünü olarak değerlendirilen çok uluslu şirketlerin 20 nci yüzyılın ortalarından itibaren artmaya başlayan sayıları 1980’li yıllardan itibaren küreselleşme hareketlerinin yoğunluk kazanması ile daha da hız kazanmıştır.

Birleşmiş Milletler’in 1983 yılında yayınladığı “Centre on Trasnational Corporation” isimli raporunda 1980 yılında dünyada 80.000 şubeye sahip 11.000 adet çok uluslu şirket vardır. Aynı örgütün 1994 yılında yayınladığı “World Investment Report” isimli raporunda 1993 yılında çok uluslu şirketlerin sahip olduğu şube sayısı 206.000 olarak belirtilmiştir. Aynı rapora göre; gelişmiş ülkelerin yurt dışına gönderdikleri sermaye tutarı 1990 yılında 35 milyar ABD doları iken 1994 yılında 160 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Bu sermaye akışı ile çok uluslu şirketler, dünya sanayi üretiminin %30’unu kontrol eder duruma gelmişlerdir.
Çok uluslu şirketler sahip oldukları bu güç sayesinde uluslar arası arenada ekonomik, kültürel ve sosyal tüm alanlarda etkinliklerini artırmışlardır. Bugün bir medya devi, dünyanın en ulaşılmaz gibi görünen bölgelerine erişebilmekte ve ahlaki kavramlardan sosyal kurallara kadar çeşitli alanlarda ciddi değişikliklere neden olabilmektedir. Siyasi iktidarlar özelleştirmeden vergilendirmeye kadar her radikal kararda çok uluslu şirketlerin desteğini aramakta aksi takdirde medyanın yönlendirmesi ile kitlesel desteklerini kaybederek iktidarlarından olabilmektedirler.
Aslında sermayenin devlet üzerinde etkinlik kurma isteği ve bu etkinliğin mali güç oranında gerçekleşmesi yeni bir olgu değildir. Ekonomiyi ellerinde tutanlar, devlet gücünü de elde etmişlerdir. Bu gerçek tarih boyunca değişmemiş değişenler sadece bu amaç için kullanılan araç ve yöntemler olmuştur. Bugüne geldiğimizde ise, küreselleşen dünyanın yine birileri tarafından kontrol edildiğini görmekteyiz. Çünkü, bugün birileri diye bahsettiğimiz çok uluslu şirketler, dünyada yapılan toplam ticaretin büyük bir bölümünü kendi tekellerinde bulundurmaktadırlar. Dünya ticaretinin %70’i 500 en büyük küresel şirket tarafından idare edilmektedir. Tablo-5’de 500 en büyük küresel şirketin hangi ülkelere ait olduğu gösterilmektedir.

Dünya ticaretinin böylesine büyük bir bölümünü elinde tutan çok uluslu şirketlerin günümüzde 1.7 trilyon ABD doları dış yatırımları, 4.4 trilyon ABD doları küresel satışları bulunmaktadır. General Motors, Exxon, IBM ve Royal Deuchtshell gibi isimleri içeren 15 en büyük küresel şirketin bir yıllık gelirlerinin 120 az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yıllık gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYİH) toplamlarından fazla olması, oldukça dikkat çekici bir unsur olarak göze çarpmaktadır.
Bu noktada, böylesine büyük mali bir güce nasıl ulaşılabilir? sorusunun cevabını araştırmak gereği ortaya çıkmaktadır. Sorunun cevabı 1980’li yılların sonlarından itibaren yaşanan gelişmelerde saklıdır. 19 Ekim 1987 tarihinde ABD’de yaşanan hızlı bir spekülasyon sonucu New York borsası çökmüş, bunu 1990 yılında Tokyo borsasının çöküşü daha sonra da diğer gelişmiş ülkelerin borsaların çöküşleri izlemiştir. Ancak, bu çöküşlerden az gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalar etkilenmemiştir. Öyleyse, oluşan riski dağıtmak için yeni yatırım alanlarına ihtiyaç vardır. Yani artık az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla yatırım ve yabancı sermaye akışı gerekli olmuştur. New York borsasının çöküşünün hemen ardından dış piyasalara yönelik yatırımlarda büyük artışlar meydana gelmiştir.
Aslında gelişmiş ülkelerin yaşadığı bu olumsuzlukların nedeni ekonomide “azalan kar haddi kanunu” olarak bilinen şirketlerin karlılıklarının azalmasından başka bir şey değildir. Kar haddinin azalması yatırımları ve büyümeyi sınırlar. Kar haddini artırmanın en iyi yolu ise serbest piyasa ekonomisinin ithalatı serbestleştirdiği ekonomilerde yeni mal ve hizmetlerin pazarlanması ile mümkün olur. Bunun için ise az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerine sermayenin girişinin sağlanması gereklidir. Bu sermayenin girişi için ise uluslar arası şirketlere ihtiyaç vardır.
Ortaya çıkan bu göstergeler, yıllar ilerledikçe bir başka deyişle küreselleşme hız kazandıkça dünyaya yayılan yabancı sermayenin de miktarının artmasının en büyük nedeninin, karlılığın artırılması olduğu gerçeğini öne çıkarmaktadır. Yabancı sermayenin az gelişmiş ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine akıtılması sonucu elde edilen yüksek karlar nasıl oluşmaktadır? sorusuna bulunacak cevap, konunun daha iyi algılanmasını sağlayacaktır.

Tablo-2

Çok Uluslu Şirketler Aracılığı İle Gelişmekte Olan Ülkelere Giden Sermaye (yılda ABD doları olarak)

YatırımÇeşitleri Yıllar –1990 – 1993 – 1994 – 1995

Dolaysız yatırımlar …….. ………..35.3 …56.3 …80.1 …90.3

Bono ve tahviller ………………….14.9 …54.1 …52.6 …59.6

Hisse senetleri ……………………..8.5 ….45.6 …34.9 …22.0

TOPLAM ………………………….58.9 ..156.0 ..167.6 ..171.9

1980’li yıllardan itibaren aralarında, Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde, sıkı para politikası uygulaması başlatıldı. Sıkı para politikası gereği kamu açıkları, merkez bankasına borçlanarak değil de iç borçlanma şeklinde kapatılmaya çalışıldı. İç borçlanmada etkin olanların başında yabancılar geliyordu.
Bir ülkeye yabancı sermayenin gelebilmesi için, o ülkede uygulanan faiz oranları önem taşımaktadır. Dışarıdan sermaye çekmek isteyen ülke faiz oranlarını; Ülke içinde uygulanan nominal faiz + ülkenin risk primi + ülkede yıllık oluşması gereken devalüasyon beklentisi formülüne uygun olarak belirlemek zorundadır.

Faiz oranları eğer bu formül doğrultusunda belirlenmezse içeriden dışarıya sermaye kaçışı meydana gelir. Çevre ülkeleri olarak adlandırdığımız az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler için risk primi oldukça yüksektir. Bu çerçeve doğrultusunda yükselen faiz oranları karşısında kamu açıkları artmakta, yabancı sermayenin ulusal paraya çevrilmesi sonucu harcama genişlemesi ile dış açıklar büyümekte yani ithalat artmaktadır. Bu gelişmelerden sonra dışarıdan gelen sermaye ile döviz fiyatları düşük tutulmakta ve ulusal para aşırı oranda değerlenmektedir.

Döviz fiyatlarının olması gereken değerlerin altında, buna karşılık faiz oranlarının döviz fiyatlarındaki artışın üzerinde olması yabancı sermayenin reel getirisini çok üst seviyelere yükseltmektedir. İçeride ise kamu amaçlarını kapatmak amacıyla yüksek faiz oranları üzerinden borçlanmak zorunda kalan devlet daha fazla yabancı sermayeye ihtiyaç duyar hale gelmektedir. Bu kısır döngü sonucu ithalat patlarken ihracat azalmakta, döviz fiyatlarının ucuz kalması sonucu ihraç mallar dolar üzerinden rekabet gücünü kaybetmektedirler. İhracatın azalması ithalatın artması sonucu cari açıklar büyümekte, büyüyen cari açıklar ülke risk oranlarının yükselmesine dolayısıyla da faiz oranlarının tırmanmasına neden olmaktadır. Yüksek faiz oranları ise yabancı sermayeyi cazip hale getirmektedir.

IMF’nin ısrarları doğrultusunda sabit kur uygulaması sonucu Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi, buna karşılık faizlerin döviz artışının oldukça fazla üzerinde olması ve yaşanan 19 Şubat krizi, yukarıda açıklanan bilgilerin somut örneğini oluşturmaktadır. Bu gelişmeler; yabancı sermayeyi getiren çok uluslu şirketlerin gelirlerini nasıl artırdıklarını ve nasıl mali bir güç haline geldiklerini açıklamaya yetecektir.
Çok uluslu şirketlerin ulaştıkları güç seviyelerinin bir başka göstergesi de yabancı oyuncuların aktif rol oynadıkları ulusal borsalardır. 1993 yılı verilerini kapsayan Tablo-7 incelendiğinde, spekülatif hareketler sonucu, gelişmekte olan ülkelerden kazanılacak paraların boyutlarının ne derece büyüdüğü de anlaşılabilecektir.

Tablo-3

Gelişmekte Olan Borsalarda ABD Doları Üzerinden Getiri (yüzde olarak)

Ülke Borsaları Getiri

Türkiye …………209
Hong Kong ………97
Macaristan …….124
Endonezya ………91

Filipinler ………..110

Tayland ………….84

Malezya ………..100

Brezilya ………….76

Yabancı sermayenin hisse senetlerine akması ve özelleştirme uygulanan KİT’ler üzerinde yoğunlaşması, borsada fiyatların şişmesine, hem şirketlerin hem de borsa oyuncularının zenginleşmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda; Tablo-7’de belirtilen borsalarda görülen yükselişlerin, çevre ülkelere giden yabancı sermayenin ve çok uluslu şirket yatırımlarının %70’ine yakın bir bölümünün tahvil ve hisse senedi piyasasına gitmesinden kaynaklandığı değerlendirmesi hatalı olmayacaktır.
Çok uluslu şirketlerin, etkilerini artıran bir diğer faktör, özelleştirme girişimleridir. Yabancı sermayenin gelebilmesi için özelleştirme, koşul olarak öne sürülmektedir. Çünkü, küreselleşmenin olmazsa olmaz şartlarından biri ekonomiye devlet müdahalesini engellemektir. Özellikle kamu kuruluşlarının özelleştirilmesine duyulan isteği iyimser duygularla anlamak mümkün değildir. Yapılan özelleştirmeler ile çok uluslu şirketler, stratejik ortak olarak şirketlerde ve kuruluşlarda hisse sahibi olmak suretiyle ulus-devletler üzerindeki etkilerini artırmaktadırlar. Çok uluslu şirketler, ayrıca kara paranın aklanması konusunda, geçmişten gelen birikimlerini artırarak devam ettirmektedirler.
Buraya kadar ortaya konulan bilgiler ışığında, küreselleşmenin bir ürünü olan çok uluslu şirketlerin, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin geleceklerini ne şekilde etkileyeceklerini belirlemek kolaylaşacaktır.
Yaşanan gelişmeler, ne yazık ki yarının bugünden daha kötü olacağının habercisi durumundadır. Çok uluslu şirketler, küreselleşmenin gereği olarak önümüzdeki yıllarda az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik, politik ve sosyal politikaları üzerindeki etkilerini giderek artıracaklardır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış borçları artmaya devam edecektir. Uluslar arası şirketler bu borçların karşılığı verecekleri yeni krediler için ek teminatlar isteyeceklerdir. Bu teminatların, ülke egemenliklerini kısıtlayıcı faktörleri de kapsayabileceği düşünülmelidir.
Az gelişmiş ülke borçları; 1970 yılında 62.5 ABD doları iken 1980 yılında 561.5 ABD dolarına, 1990 yılında 1 trilyon 242 milyar ABD dolarına, 1991 yılında 1 trilyon 341 milyar ABD dolarına yükselmiştir. Bu borçların faiz tutarı 77.5 milyar ABD dolarıdır. Çok uluslu şirket faaliyetleri aynı hızla devam ederse iyimser bir tahminle 2011 yılında borç tutarı 5 trilyon ABD dolarına, 2021 yılında ise gene iyimser bir tahminle 10 trilyon ABD dolarına, faizleri ise 325 milyar ABD doları civarına yükselecektir. Borçların bu denli yükselmesi çok uluslu şirketlerin ulusal şirketler içinde stratejik ortaklıklarının artmasına neden olacaktır.
Çok uluslu şirketlerin ulusal ekonomiler üzerindeki etkilerinin artması sonucu, tahvil, bono ve hisse senedi piyasalarındaki etkileri de artacak, ulusal borsaların endeksleri ve faiz oranları büyük ölçüde bu şirketler tarafından belirlenecektir.
Çok uluslu şirketler arasında birleşmeler sonucu dev şirketler, küresel ekonominin en önemli unsuru olacaklardır. Birleşmeler sonucu oluşan dev şirketler, teknolojik gelişmelere de paralel olarak işsizliğin artmasına neden olacaklardır.
Çok uluslu şirketler, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki doğa tahribatını ve çevresel kirlenmeyi artıracaklardır.

Çok uluslu şirketlerin yapacakları yatırımlar ile ulusal refahı artıracakları yolundaki söylemlerin gerçekleşme olasılığı oldukça düşük olacaktır. Esas amaçlarının her zaman daha fazla kar etmek ve güdümlerinde bulundukları ülkelerin amaçlarına hizmet etmek olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda ülkemizin yaşadığı tecrübelerden bir tanesi buraya aktarılmıştır. 1989 yılında Türkiye’den petrol arama ruhsatı alan ABD ortaklı petrol arama şirketi ARCO’nun Diyarbakır yakınlarındaki Kayayolu sahasında açtığı sahayı petrol olmadığı gerekçesi ile kapatması, ancak aynı bölgede 1999 yılında TPAO tarafından yapılan çalışmalarda bölgenin en zengin petrol yataklarının bulunması bu düşüncenin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Meydana çıkan bu durum gelecekte de daha farklı olmayacaktır.

KÜRESELLEŞMENİN GELECEĞİ :
1980-2000 yılları arasında yaşanan 20 yıllık dönem; insanlık tarihinde hiç beklenmeyen olayların birbirini izlediği, sürekli olduğu düşünülen birçok olgunun tarihe karıştığı, inanılmaz çelişkilerin yaşandığı, güç dengelerinde beklenmeyen kaymaların oluştuğu, çok sağlam oldukları değerlendirilen düzenlerin bile yıkıldığı bir süreç olarak yaşanmıştır. 1980’li yılların başlarında hız kazanan küreselleşme hareketleri, bugün hayatımızın her alanında etkisini hissettirmektedir.

Küreselleşme hareketleri öyle boyutlara ulaşmıştır ki, artık geleceği kestirmek, gelecek hakkında değerlendirmeler yapabilmek zorlaşmıştır. Olayların baş döndürücü bir hızla ilerlemesi gelecek hakkında öngörüde bulunmayı zorlaştırıyor. Bireyler, hükümetler, toplumlar, firmalar önlerini görmekte zorlanıyorlar. “Belirsizliklerle dolu bir gelecek” sözü, klişeleşmiş olarak herkesin söyleminde yer alıyor.

Önümüzdeki 15-20 yıllık süreç içinde küreselleşmenin geleceğini etkileyen önemli unsurlardan biri dünyadaki yıllık nüfus artış oranlarıdır. Nüfus artışının küresel dağılımı incelendiğinde ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 1990-1997 yılları arasında yıllık nüfus artış oranları az gelişmiş ülkelerde %2.1, gelişmekte olan ülkelerde %1 civarındadır. Gelişmiş ülkelerde ise ciddi bir artış olmayacağı hatta bazı ülkelerde nüfusun gerileyebileceği öngörülmektedir. 2005 yılı için yapılan bir tahmine göre; az gelişmiş ülkeler nüfusunun 2.1 milyar artışla 5.2 milyara, gelişmekte olan ülkelerin nüfuslarının 800 milyonluk artışla 1.9 milyara, gelişmiş ülkelerin nüfuslarının ise ancak yüzbinler seviyesinde artışla 900 bin civarında olacağı öne sürülmektedir. Kaba bir hesapla 2005 yılında dünya nüfusunun %12’lik bölümünü gelişmiş ülkelerin, %88’lik bölümünü ise az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin oluşturacağı söylenebilir.

2050 yılı için yapılan bir öngörüde gelişmiş 39 ülkenin nüfusunun bugüne göre (2001 yılına göre) daha yaşlanacağı ve azalacağı beklenmektedir.
Günümüzde yaşanan nüfus hareketlerinden bazı örnekler, geleceğe ilişkin bu öngörüleri doğrular niteliktedir. AB’nin 2000 yılı toplam nüfus artışı 343 000 kişidir. Bu rakamın Hindistan’da 2000 yılının ilk haftası içinde görülen nüfus artışı ile aynı olması dikkat çekmektedir. Geçmişte dünya nüfusunun %22’si Avrupa’da %8’i Afrika’da yaşarken bugün, Avrupa’da yaşayanların sayıları %12-13 sevilerine düşerken Afrika’da yaşayanların sayıları %15-16 seviyelerine yükselmiştir. 2050 yılı için yapılan bir tahmine göre Afrika nüfusunun Avrupa nüfusunun üç katı olacağı beklenmektedir.

1990 verilerine göre gelişmiş ülkelerin dünya nüfusu içindeki payları %15.5 iken, 1997 yılında %14.1’e düşmüştür. Buna karşılık 1990 yılında dünya toplam ihracatı içindeki payları %73.2 iken 1997 yılında %85.9’a yükselmiştir. Eğer küreselleşme bu hızla devam ederse 2005 yılında dünyanın sadece %12’sini oluşturan gelişmiş ülkeler dünya ihracat oranları hiç değişmese bile (oldukça iyimser bir tahmin) kişi başına düşen milli gelirlerini artırmaya devam edeceklerdir. Buna karşılık dünyanın %88’lik bölümünü oluşturan insanların kişi başına düşen milli gelirleri reel olarak düşmeye bir başka deyişle bu ülkelerde yaşayan insanlar fakirleşmeye devam edeceklerdir. Oranların bu denli haksız değişimi, küreselleşmeye duyulan tepkileri, küreselleşme karşıtı eylem ve terörist faaliyetleri artıracak dolayısıyla küreselleşmenin geleceğini tehdit eder unsurların etkinleşmesine neden olacaktır. Eğer küreselleşme fakir ülkelerde refah artışı, yaşam şartlarının iyileştirilmesi gibi çağdaşlaşma gereksinmelerini karşılayamazsa (buraya kadar olan bölümlerde somut veriler küreselleşmenin bu haliyle gelecekte bu gereksinmeleri karşılayamayacağını ortaya koymuştur) gelecekte dünyanın görünümü eski çağ sömürge uygarlıklarının adeta bir kopyası olacaktır. Bir yanda refah içinde yaşayan, yönetim-denetim-kültür-düşünce-teknoloji gibi güçleri elinde bulunduran ve sayıları 1 milyara bile ulaşmayan insanların oluşturduğu mutlu azınlık, diğer yanda ise borçlarla, açlıkla, sefaletle, işsizlikle mücadele etmeye çalışan 7.1 milyar insan.

Dünyanın büyük bir bölümünde kıtlık ve açlıkla mücadele edilirken, sık sık yerel ve bölgesel savaşlara dönüşen ırkçı-dinci çatışmalar yaşanırken, çeşitli salgın ve bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşırken, nüfus artışlarından kaynaklanan doğa tahribatı çoğalırken, ülkelerin sınırlarını zorlayan kitlesel göçler artarken vb. insan haklarından söz eden gelişmiş ülkeler, küreselleşmenin getirdiği bu sorunlarla baş edebilecekler mi? Küreselleşmenin neden olduğu kitlesel göçler sonucu, gelişmiş ülkelerde ırkçı eğilimlerin yükselmesi, yabancı düşmanlığının artması engellenebilecek mi? Hatta bazı gelişmiş ülkelerde yabancı düşmanı siyasi partilerin iktidara gelmeleri olasılık dışı mı? Az gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede radikal dinci akımların ön plana çıkması engellenebilecek mi?
İşte bu sorulara verilen “hayır” cevapları, küreselleşmenin geleceğinin ortaya konması ve küreselleşmenin önündeki engellerin görülebilmesi için önem arz etmektedir.
Küreselleşmenin geleceğini tehdit eden önemli bir unsur da az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin borçlarında görülen artışlardır. Dünya Bankası’nın 1998 ve 1999 yıllarında yayınlanan raporlara göre; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin 1997 yılı GSMH’ları 6.1 trilyon ABD doları borçları ise 2.1 trilyon ABD dolarıdır. Dış borçların 1.5 trilyon ABD dolarının, 1980 yılı sonrası oluşan serbest piyasa ekonomisi dönemi sonucu oluştuğu göze çarpmaktadır. Önümüzdeki yıllarda borç kısır döngüsünün devam edeceği ve dış borçların her yıl artış göstereceği değerlendirilmektedir. Buna karşılık gelişmiş ülkelerin IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar arası mali ve siyasi örgütler ile verdikleri borçlara belirgin devlet teminatları isteyeceği bir gerçektir. Gelecekte borçlara karşı istenen teminatların içinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulan “borç idaresi kurumları” gibi kuruluşların hayata geçirilmesi olasılık dahilinde görülmektedir. Bu bağlamda IMF’nin gelişmekte olan ülkelerde açmaya başladığı bürolar, bu düşüncenin göstergesi olabilir mi? sorusu mutlak surette tartışmaya açılmalıdır.

Görünen odur ki, önümüzdeki yıllarda gelişmiş ülkelerin dünyaya müdahaleleri giderek artacaktır. Ancak; bu gelişmeler az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri memnun etmeyecek, bağımsızlık ve milliyetçilik duygularının ön plana çıkması ile küreselleşmeye karşı oluşan tepkilerin büyük oranda artmasına neden olabilecektir.

Özetle; 2020’li yılların dünyasının alacağı şekil küreselleşmenin de geleceğini belirleyecektir. Önümüzdeki yıllarda dinsel akımların dünyanın her tarafında ortaya çıkan sefalete sığınak oluşturacağı, din adamlarına fikir adamlarından ve politikacılardan daha fazla rağbet gösterilebileceği, ırkçılık ve kültürel milliyetçilik akımlarının hızla çoğalmasının sonucu olarak çeşitli parçalanmaların yaşanacağı ve yeni ama küçük devletlerin kurulabileceği, küreselleşme sonucu gelişen para hırsı, kin ve vahşet gibi duyguların toplum hayatında önemli yaralar oluşturabileceği, teknolojide yaşanan gelişmelerin gerek bireyler gerek birey-toplum gerekse toplumsal arası ilişkilerde yeni kargaşalara neden olabileceği, küreselleşme ile birlikte güçsüzleşen devlet politikaları yerine sivil toplum örgütleri ve uluslar arası şirketler tarafından belirlenen politikaların etkin olacağı değerlendirilmektedir.

Küreselleşme ile yaratılan yeni dünya düzeninin özellikle ekonomik boyutunun etkisi ile çelişkilerin derinleşebileceği, tepkilerin giderek yoğunlaşabileceği, gerilimlerin büyük boyutlara ulaşabileceği ve yeni bölgesel çatışmaların temellerinin oluşabileceği değerlendirilmektedir.
Yaşanan tüm bu gelişmeler önümüzdeki 15-20 yıllık süreç sonunda küreselleşmenin sona ereceğinin göstergesi olabilmektedir. ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeni yapısından dört kutuplu bir dünya düzeni yapısına geçileceği olasılık dışında tutulmamalıdır

Küreselleşme sonucu oluşan çok seçenekli ve çok aktörlü yeni siyasal düzenin içinde önemli yer tutan siyasal aktörlerden çok uluslu şirketler(ÇUŞ) ya da ulus ötesi şirketlere de değinmenin konunun algılanması açısından faydalı olacağı değerlendirilmektedir Çünkü ÇUŞ; artan sayıları, büyüklükleri ve birleşerek oluşturdukları tekelleşmeler ile uluslar arası ilişkilerde etkin rol üstlenmekte ve bir aktör olarak ön plana çıkmaktadırlar
Bugün tüm dünyada faaliyet gösteren 35000 ÇUŞ’in 17 trilyon ABD dolarlık yabancı yatırımı ve 44 trilyon ABD doları tutarında küresel satışı bulunmaktadır En tepede bulunan 500 ÇUŞ dünya ticaretinin üçte ikilik bölümünü kontrol etmektedir

Dünyanın en büyük 15 küresel şirketinin yıllık gelirlerinin 120 az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin GSYİH’dan fazla olması dikkat çekici bir gelişme olarak göze çarpmaktadır Ford ekonomisinin Suudi Arabistan ve Norveç ekonomilerinden daha büyük olması, Morris’in yıllık satışlarının Yeni Zelanda GSYİH’dan, IBM ve Shell’in yıllık karlarının Filipinler ve Peru bütçelerinden daha fazla olması, ÇUŞ’in belirleyici rollerini ortaya koymak için yeterli verilerdir Tüm bu veriler ÇUŞ’in dünyanın sadece ekonomik ilişkilerinde değil siyasi ilişkilerinde de etkileyici ve belirleyici olduklarını ve yatırım yapılan ülkelerin siyasi kararlarını nasıl etkileyebileceklerini ortaya koymaktadır

Günümüzde büyük şirket yöneticileri hükümet başkanları ile çok rahat diyaloğa girebilmekte ve istedikleri politikaların üretilmesi için devletlere baskı bile yapabilmektedirler Bu şirketler günümüzde artık ülke politikalarının belirlenmesinde etkin rol oynayan bir siyasal güç halini almışlardır Çünkü onlar için geçerli olan sadece yatırım yaptıkları ülkelerin yasaları değil, aynı zamanda küresel sistemin işleyen kurallarıdır Uluslar arası tahkim, bu kuralların somut örneklerinden biridir Küreselleşen sistemin farklı kurallara sahip olması gerektiği, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) başkanı Renato Ruggeiero’nun 1996 yılında söylediği şu sözlerle açık olarak ortaya konmaktadır “Sistemin doğasını değiştirdik Bağımsızlaşmış ve bölünmez bir küresel ticaret mimarisi yarattık Artık ayrık ulusal ekonomiler arasındaki etkileşmenin kurallarını koymuyoruz, tek bir küresel ekonominin anayasasını yazıyoruz

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) başkanı Renato Ruggeiero’nun bu cümleleri acaba ulus devletler önemlerini yitiriyorlar mı? Artık devlet politikaları küresel örgütlerin istediği şekilde mi belirleniyor? Devletler şirketleşiyor mu? Yoksa şirketler devletleşiyor mu? gibi soruların gündeme gelmesine neden olmuştur Ancak görülen odur ki, küreselleşme, siyasi boyutta iki kutuplu dünya düzeninin yaşandığı soğuk savaş dönemine göre çok daha farklı politik uygulamaları da beraberinde getirmiştir Her şeyin serbest piyasaya terk edilmesi, piyasaya egemen olanların tüm toplumsal yaşama egemen olmaları, mali, ekonomik ve medyatik gücü elinde bulunduranların dünyanın yönetilmesinde söz sahibi olmaları gibi ilginç bir durum ortaya çıkmıştır

Dünyayı derinden etkileyen globalleşme sürecinin yürütücüsünün büyük ölçüde çok uluslu şirketler olduğu bilinmektedir. Üretimde yenilik tekelini elinde bulunduran bu şirketler, üretim yeri seçiminden, dağıtım ve servis konularına kadar büyük bir esneklik sergilemektedirler. Dünya toplam ticaretinin çok büyük bir bölümünü de bu şirketler gerçekleştirmekte ve bu büyüklük giderek artmaktadır. Teknolojik gelişmeyi de denetleyen bu büyük şirketler, artık dünyanın hangi yöresinin gelişeceğini ve hangi yörelerinin yeni teknolojiye sahip olacağını da belirlemektedirler.

– Çok uluslu şirketlerin ana vatanını, ‘köken ülke’ denilen, genellikle sanayileşmiş ülkeler oluşturmaktadır. Başlangıçta çok uluslu şirketlerin ana vatanı çoğunlukla ABD idi, ama son yıllarda Batı Avrupa ülkeleri, Japonya, Uzak Doğu’nun gelişmekte olan ülkeleri de çok uluslu şirketlerin anavatanı olmaktadır.

Çok uluslu şirketler, genel merkezleri belli bir ülkede olduğu halde, etkinliklerini bir veya birden fazla ülkede, kendisi tarafından koordine edilen şubeler, yavru şirketler veya bağlı şirketler vasıtasıyla yürütebilmektedir. Diğer ülkelerdeki şirketlerin işletme politikası, genel merkez tarafından belirlenmektedir. Şirketler etkinlik gösterdikleri ülkelerde istihdam ve kâr konularında bağımsız, ancak yönetim açısından merkeze bağımlı olarak çalışmaktadırlar.

İletişim ve finans teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, çok uluslu şirketlerin hem rekabet güçlerini hem de pazar paylarını artırmalarına yardımcı olmuştur. Bilgisayar donanım ve yazılımları, uydular, fiberoptik kablolar ve yüksek hızlı elektronik transferler şirketlerin global pazarlar tekmiş gibi hareket etmelerine imkan sağlamaktadır.

Çok uluslu şirketler, teknolojik güçlerini ve üstünlüklerini kullanarak tekel oluşturabiliyorlar. Yeni teknoloji üretinceye kadar ellerindeki teknolojiyi diğer şirketlere aktarmayan çok uluslu şirketler, rekabeti önleyip, tekel olmanın rantını topluyorlar. Çok uluslu şirketler eğer teknoloji yoluyla tekelcilik yapamazlarsa, özellikle pazarların daraldığı durgunluk dönemlerinde, finans güçlerini kullanıp rekabet yapan şirketleri ele geçiriyorlar. Sermaye piyasalarında hisseleri topluyorlar, sınıriçi ya da sınır ötesi şirketlerle birleşiyorlar veya rakip şirketi blok olarak satın alarak rakiplerini tamamen piyasadan siliyorlar. Böylece dünya çapında başlıca sanayi ve hizmet dallarındaki şirket sayıları giderek azalıyor.

Çok uluslu şirketler, oluşturdukları markalarla da tekelci güçlerini pekiştiriyorlar. Pazarlama kanallarını elinde tutun çok uluslu şirketler, iletişim araçları vasıtasıyla markalarını topluma dikte ediyorlar ve insanların bilinçaltlarında satın alma duygusu uyandırıyorlar.

Çok uluslu şirketler hükümetler üzerinde de önemli bir etkiye sahipler… Büyük bir finans gücüne ve uluslararası kurumlarda etkinliğe sahip olan çok uluslu şirketler, hükümet politikalarına etki edebilmekte, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedir.

Global Şirketlerin Yeni Stratejileri

Çok uluslu şirketler, günümüzde artık “global şirketlere” dönüşmüşlerdir. Global şirketlerin özelliklerini ise şöyle sıralamak mümkündür: “Global şirket, tüm etkinliklerini dünya çapında değerlendirmektedir. Tek bir stratejisi vardır; rekabeti global boyuttu algılamakta ve kendini ona göre örgütleyip yönlendirmektedir. Global şirket pazarlama ve üretim politikaları açısından farklı davranmaktadır. Pazara yüksek düzeyde standartlaşmış ürünler sunan global şirketler, dünyanın her yerine aynı türde ürün sunarak “üründe türdeşleşme” sağlamaktadırlar. Örneğin, Benetton veya Mc Donalds, dünyanın her yerine aynı tür giyecek ve yiyecekleri pazarlıyorlar.”

Ünlü spor ayakkabı üreticisi Nike, global şirketin tipik bir örneği olarak kabul edilmektedir. Nike’ın pazarı tüm dünyadır; şirketin ABD’deki merkezinde sadece model tasarımı, stratejik maliyet / kârlılık hesapları ile global düzeyde pazarlamanın koordinasyonu yapılmaktadır. Ayakkabı üretimini ise Uzak Doğu’da yerel taşeron şirketler yapmaktadır. Üretim maliyetleri en düşük oranda tutulmakta ve üretimin kalitesi çok sıkı denetlenmektedir. Eğer burada üretim maliyeti artarsa hemen daha ucuza üretim yapılabilecek başka bir ülkeye geçilmektedir.

Global şirket, tüm dünyayı bir pazar yeri olarak kabul etmekte, ucuz emek ve kaliteli üretim imkanı bulduğu heryerde üretim yapmakta, kârlılık oranlarını müthiş şekilde artırmaktadır. Bugün dünyamız bu global şirketlerin istilası altındadır. Yoksul ülkelerin işçileri, onlar daha fazla kazansın diye boğaz tokluğuna çalışmakta, global şirketler de gelişmemiş ülkelerin insanlarının emeğini sömürerek güçlerine güç katmaktadır… Devletlere bile rakip hale geldiler

Çok uluslu şirketler ekonomik büyüklükleri açısından artık devletlere rakip hale gelmişlerdir. Şirketlerin yıllık satışları ile devletlerin gayri safi milli hasılalarının karşılaştırılması yoluyla yapılan araştırmalarda, her yüz birimin 70’ini şirketlerin oluşturduğu görülmektedir. Ortaya çıkan bu tablo, çok uluslu şirketlerin güç dengesinde bir adım öne geçmeye başladığının göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Çok uluslu şirketlerin, kimi alanlarda devletlerden daha fazla avantajlara sahip oldukları da bilinmektedir. Belirli bir toprak parçasına bağımlı olmamaları, hesap vermek zorunda oldukları bir kamuoyunun olmaması ve herhangi bir ideolojilerinin bulunmaması çok uluslu şirketler açısından önemli birer avantaj olarak görülmektedir. Bu avantajlarını değerlendiren çok uluslu şirketler, hükümetlerin çok uzun prosedürler içerisinde gerçekleştirecekleri bazı faaliyetleri çok kısa sürede, rahatça yapabilmektedirler.

(Buna en iyi örnek Doğu Bloku’dur… Çok uluslu şirketlerin Doğu Bloku ülkeleri ile olan ilişkileri devletlerin ilişkilerinden çok daha hızlı gelişmiş, Doğu Bloku ülkeleri, Batı devletlerine gösterdikleri kimi tepkileri, çok uluslu şirketlere göstermemişler, aksine onlara menmuniyetle kucak açmışlardır.)

Çokuluslu şirketlerin malları ve hizmetleri birbiriyle bağlantılı birçok yerde üretme yeteneğine sahip olmaları, global üretim dağıtım kalıplarını ve uluslarötesi stratejik planlama çabalarını teşvik etmiştir. Çokuluslu şirketler, dünya çapında kendi işlemlerini hayata geçirerek, ulusal düzenleme çabalarının etkinliğini azaltmışlar, bu alandaki devlet gücünün aşınmasına sebeb olmuşlardır. Devletler, kendi sınırları içindeki insan gücü, doğal kaynaklar, finansman ve teknolojik imkanlar üzerindeki kontrol yeteneklerini, çok uluslu şirketlere kaptırmaya başlamışlardır. Ayrıca sivil toplum örgütleri de giderek artan ölçülerde çok uluslu şirketlerle etkileşime girmekte, onlar da uluslarötesileşmektedir.

Çok uluslu şirketlerin faaliyetlerini yürütebilmeleri için uluslararası düzeyde bir hukuksal çerçevenin oluşmakta olduğu da gözlenmektedir. Çok uluslu şirketler çok sayıdaki ulusal ve uluslararası hukuki kural ve düzenleme sayesinde varlık kazanıp etkinliklerini sürderebildikleri için ayrıca “hukuk oluşturan” bir konuma da sahip olmuşlardır. Çok uluslu şirketler bu yeni oluşan uluslararası hukuk sayesinde yatırım yaptıkları ülkelerde karşılaştıkları ihtilaf ve çatışmaları çözüme kavuşturabilme imkanı elde etmekte ve kendilerini güvenceye almaktadırlar.

Gelişmiş ülkelerde korumacılık artıyor

Üretimin globalleşmesi, gelişmiş ülkelerde işsizliğe neden olduğu ölçüde korumacı eğilimler de kuvvetlenmektedir. Ancak korumacı tedbirler de tedbiri uygulayan ülkelere doğrudan yabancı yatırımı cezbederek globalleşmeye hız vermektedir. Verimle ilgili krize ek olarak üretimde globalleşmenin ikinci önemli sebebi korumacılıktır.

Finansal dışa açılma, yani sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi de üretimin globalleşmesini kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle, GATT’ın Uruguay müzakerelerinde gelişmiş ülkeler finans sektöründe, özellikle bankacılıkta, bütün ülkelere serbestleştirme politikalarını telkin etmişlerdir. Finans piyasalarının bütünleşmesi ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi sonucu faiz ve kur dalgalanmaları üretimde globalleşmenin üçüncü etmenini oluşturmaktadır.

Çok uluslu şirketlerin toplumsal etkileri

Çok uluslu şirketler sadece ticari faaliyette bulunmamakta, toplumların yaşayışlarına, siyasi mekanizmalarına ve kültürlerine de yoğun biçimde etki etmektedir. Çok uluslu şirketleri böylesine önemli bir konuma getiren unsurları şöyle sıralamak mümkündür:

a. Dünya’da halen 35 bin çok uluslu şirket ve ona bağlı 150 bin şubesi bulunmaktadır. Devletlerin sayısı ise, bağımlı topraklarla birlikte 200 dolaylarındadır.

b. Dünya çapında dışa yatırım akışı 225 milyar dolar civarındadır. Bu yatırımlar şirketler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.

c. Teknolojinin gelişimi ve iletişim imkanlarının artması, şirketleri daha az maliyetle faaliyette bulunur hale getirdiği gibi, kitleleri etkileme açısından da avantajlı duruma sokmuştur.

d. Şirketlerin ellerinde bulunan mali güç, siyasal iktidarların seçiminde direkt olarak etkide bulunmalarını sağladığı gibi, kişisel çıkarlara yönelik yaklaşımlar da siyasi iktidarlar üzerinde dolaylı etkiler oluşturmalarına yardımcı olmaktadır.

e. Dünya düzeyinde çeşitli etnik farklılıklar ve toplumsal çelişkiler yüzünden pekçok devlet otorite sıkıntısına düşmüşken, bu eğilimin aksine şirketler, maliyetlerini ve kökenlerini bir yana bırakarak birleşmekte ve güçlenmektedirler.

Birleşen ve güçlenen çok uluslu şirketler tekelleşmekte ve uluslararası güç dengelerinde çok önemli bir aktör olarak sahneye çıkmaktadırlar. Çok uluslu şirketler, bu yapılarıyla globalleşme sürecinde yaşanan değişim ve dönüşümlerde söz sahibi olmaya başlamışlar, hatta onun da ötesinde, pek çok değişime yön verir hale gelmişlerdir.

Çok uluslu şirketlerin hem yapıları, hem de yönetim politikaları ve amaçları açısından olumsuz yönlerini ana başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz:

1. Çok uluslu şirketler, rekabet ve serbest girişimi azaltan oligopollistik kümeleşmeleri artırıyorlar.

2. Az gelişmiş ülkelere uygun olmayan teknoloji ihraç ediyorlar.

3. Enflasyona olumsuz katkıda bulunan kartellerin oluşturulmasına yardımcı oluyorlar.

4. Çalışanlara verilen ücretleri sınırlıyorlar.

5. Uluslararası piyasalarda elde edilebilir hammaddelerin arzını sınırlıyorlar.

6. Yerel kültürleri ve ulusal farklılıkları aşındırıyorlar. Yerine tüketici yönelimli değerlerin baskın olduğu homojenize bir dünya kültürü empoze ediyorlar.

7. Zengin ve fakir uluslar arasındaki uçurumu daha da genişletiyorlar.

8. Yerel elitlerin refahını, fakirlerin aleyhine artırıyorlar.

9. İstikrar ve düzen adına baskıcı rejimleri destekliyorlar.

10. Ulusal eğemenliğe cephe alıp, ulus devletin otonomisini tehlikeye atıyorlar.

11. Borcu teşvik ediyorlar sonra da borçlu olanları kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.

12. Emek rekabetini piyasadan uzaklaştırarak istihdamı azaltıyorlar.

13. Ürünlerinin üretimini tekelleştiriyorlar ve dünya piyasalarında dağıtımlarını denetleyerek ele geçirilmelerini sınırlıyorlar.

ÇUŞ”in kabul eden ülkede yaptıkları doğrudan yatırımlarda, yatırımda bulunma şekilleri istihdam açısından önem taşımaktadır. ÇUŞ yeni şirketler kurma, var olan şirketleri satın alma veya yerli sermaye ile ortak şirket kurma yollarından birini tercih etmekte, her durumun istihdam seviyesi üzerine etkisi de farklı olabilmektedir. Örneğin yeni bir şirket kurulması halinde tam istihdam hali bulunmuyorsa, yatırım yapılan işkolunda aşırı büyüme söz konusu değilse istihdam seviyesi üzerine olumlu etki yapmaktadır. 

Mevcut şirketin ÇUŞ tarafından satın alınması veya uluslararası birleşmeler sonucunda var olan işletmenin çok uluslaşması halinde ortaya çıkan durumun  istihdam üzerine etkisini ise belirlemek güçleşmektedir. Bu durumda yeni sahibin istihdam politikası ve işletmeyi devreden satıcı firmanın elde ettiği likiditeyi kullanma tarzı istihdam seviyesi üzerinde etkili olmaktadır. Ortak yatırım halinde ise yeni istihdam olanakları yaratılabilmektedir. Ancak  rasyonel davranma, maliyet düşürme, otomasyon ve taşeronlar yolu ile yan sanayi oluşturma çabaları olması halinde istihdama katkı sınırlı kalmaktadır.

Büyük ÇUŞ’in genelde imalat sanayiine yöneldikleri ve doğrudan üretime ve istihdama katkıda bulundukları görülmektedir. Buna karşılık orta ve küçük ölçekli ÇUŞ hizmet sektörüne veya ticari yatırımlara yönelmekte ve istihdamı dolaylı yoldan etkilemektedirler.
ÇUŞ istihdam yanında kabul edilen ülkede bazı olumlu gelişmeler sağlamaktadırlar. Şirketler ülkenin pazar ekonomisi ile tanıştırılmasında, dinamik bir serbest piyasa atmosferinin yerleştirilmesinde öncü rol oynamaktadırlar. Getirdikleri sermaye, kullandıkları teknoloji, yeni yö-netim modelleri, pazarlama ve üretim yöntemleri birçok yeniliklere önderlik etmektedirler.Gittikleri ülkede yerel firmaları rekabet baskısı ile modern teknoloji kullanmaya teşvik etmekte, işgücünün kalitesinin arttırılmasını sağlamaktadırlar. Ayrıca yan sanayiinin gelişmesine öncülük ederek istihdama dolaylı katkıda bulunmaları söz konusudur .Buna karşılık ÇUŞ’ haksız rekabet uygulamaları rekabet kabiliyetine sahip olmamaları halinde yerel firmaları  piyasa dışı bırakabilmektedir

ÇUŞ’in endüstri ilişkileri üzeine etkileri ülkelere göre farklılık göstermekle birlikte sendikacılık, toplu pazarlık, işyerinde kontrol ve yönetime katılma programlarında standart uygulamalar göze çarpmaktadır.  ÇUŞ bir ülkeden diğerine endüstri ilişkilerini kontrol ve koordine etmektedirler. ÇUŞ merkezinde farklı ülkelerdeki şirketlerin gelişme ve performansları  izlenmektedir. Elde edilen bilgiler ışığında merkez belli bir ülkedeki yatırımlarını gözden geçirme, diğer ülkelerle kıyaslama bu doğrultuda tavır alma olanağına kavuşmaktadır. Zaman zaman başarılı olmayan işletmelerin kapatılarak, yatırımların başka ülkelere kaydırılması söz konusu olmakta bu durum ülke ekonomisini olduğu kadar işçileri ve sendikaları olumsuz yönde etkilemektedir.

Ayrıca ÇUŞ endüstri ilişkiler mekanizmalarını standartlaştırma eğilimi içindedirler. Birçok ÇUŞ Avrupa’da yaptıkları yatırımlarda buradaki metod ve uygulamalarında tek bir imaj verme gayreti içine girmişlerdir. Yapılan bir araştırmada, Avrupa ÇUŞ’i yeni işçi yönetim ilişkilerini düzenleyen anlaşmaları ve çalışanların bilgilendirilmesi, danışmanlık hizmetlerinin arttırılması programlarını gönüllü olarak uyguladıkları tespit edilmiştir. Ayrıca ÇUŞ’in Avrupa İşyeri Konseyleri’ni destekledikleri görülmüştür.

ÇUŞ’ler sendikaları farklı yönlerden etkilemektedirler. İlk olarak ÇUŞ’in köken ülkede istihdam olanaklarını daraltması halinde  sendikaların üye potansiyelinin azalması kaçınılmaz olmaktadır. Diğer taraftan ÇUŞ’in hızlı bir  biçimde gelişmesi ulusal hükümetlerin ekonomik işlevi üzerinde olumsuz etki yapmakta, yasa, norm ve devletin kurumsallaşmış mekanizmaları güçsüz konuma düşebilmektedir. Bu durum işçileri ve sendikaları olumsuz biçimde etkileyebilmektedir.

Günümüzde ÇUŞ’i ülkesine çekmek isteyen birçok  ülkenin mevzuatlarında sendikalar aleyhine düzenlemelere yer verdikleri  gözlenmektedir . Birçok Batı Avrupa ülkesinde işe alma ve işten çıkarmaya yönelik yasalarda yumuşama sağlanmakta ve adem-i merkezi pazarlık teşvik edilmektedir .  Gelişmekte olan ülkelerde ise,  endüstri ilişkileri yasaları işçi haklarını korumaktan ziyade sınırlamaya yönelmektedir.

Günümüzde bazı ülkeler  ABD’de yayınladıkları ilanlarla kendi ülkelerinde şirketlerin yeni yatırımlar ve bazı işlemlerin yürütülmesi için çok elverişli koşullara sahip olduklarını belirt-mektedirler. Örneğin “Meksika Yucatan Eyaleti ve Ticaret Geliştirme Bölümü ABD gazetelerine verdiği ilanda işçi maliyetinin saate bir dolar olduğunu ve eyaletin havayoluyla ABD’ne doksan  dakika ve 460 mil uzaklıkta bulunduğunu, bazı hizmetlerin burada yapılması halinde yılda işçi başına 15 bin dolar tasarruf edilebileceğini, şirketin çok karlı olacağını ve işletme yöneticilerinin bu yerleşim yerinde çok iyi koşullarla yaşayabileceklerini belirtmektedir. Benzer şekilde Dominik Cumhuriyeti Yatırımları Geliştirme Konseyi de işçi ücretlerinin sadece 56 sent olduğunu, güvenilir bir işgücüne, serbest ticaret bölgesine sahip olduklarını belirten ilanlar vermektedirler” .

Globalleşme ve serbest ticaret ile birlikte çok uluslu şirketlerin de giderek büyüdükleri görülmektedir. Çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları yatırımların bu ülkelerdeki istihdam ve ekonomik kalkınma üzerinde olumlu katkılarının olduğu şüphesizdir. Ancak bunun yanı sıra globalleşme ve serbest ticaret neticesinde çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ucuz işgücünü kullanarak emeği sömürdükleri ve aynı zamanda doğa ve çevre üzerinde tahrip edici sonuçlara sebebiyet verdikleri iddia edilmektedir.

IBM, Unilever, Nestle, Sony gibi dev çok uluslu firmaların gücü birçok devletin sahip olduğu katma değerden çok daha büyüktür. Yapılan tahminlere göre 1994 yılında en büyük 5 çok uluslu firmanın satış hasılatı toplamı 871 milyar dolardır. Oysa tüm az gelişmiş ülkelerin aynı yıl içerisinde gerçeklesen GSYĐH tutarı sadece ve sadece 77 milyar dolardır. Tüm Afrika ülkelerinin GSYH toplamının 246 milyar, tüm Güney Asya ülkelerinin ise 451 milyar dolar civarında bir katma değer yarattıkları tahmin edilmiştir

Bilgi üzerindeki hakların korunması çoğunlukla zordur. Çünkü bir firma, başka bir firmaya lisans altında teknoloji verirse, teknolojiyi alan ülkedeki diğer firmalarda aynı teknolojiyi taklit edebilirler. Bütün bu sorunlar da, yabancı ülkelerde çokuluslu şirketlerin kendi şirketlerini kurmalarını, teknolojiyi başka şirketlere satmaya göre daha karlı hale getirmektedir.

ŞİRKETLER HANGİ KRİTERLERE BAKIYORLAR ?

Uluslararası şirketler, herhangi bir bölgeye yatırım yapmadan önce 12 kritere bakıyor.

Bu kriterler de araştırmada Şu şekilde sıralanıyor:

-Pazarlara ve müşterilere yakınlık.

-Nitelikli iş gücünün varlığı.

-Diğer şehirlere ve uluslararası noktalara ulaşım kolaylığı.

-Telekomünikasyon alt yapısının kalitesi.

-İşgücü maliyeti.

-Vergi, teşvik ve benzeri olanaklarla devletin iş alemi için yarattığı

ortam.

-Ofis alanlarının değeri.

-Ofis alanlarının bulunabilirliği.

-Konuşulan diller.

-Şehir içi ulaşımın kolaylığı.

-Çalışanların yasam kalitesi.

-Hava kirliliği olmaması.”

ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN YARARLARI

Ana Ülkenin Gelirini Arttırabilirler.

İstihdam Sorununa Yardımcı Olabilirler.

Ana Ülkenin Diğer Ülkeleri Sosyo-Teknik Bakımdan Etki Altında Bulundurmasını

sağlarlar.

Fakir Ülkelere Giderek Daha Çok Ar-Ge Çalısmaları Yaparlar Ve O Ülkeye Katkıda

bulunmuş Olurlar.

Ana Ülkeden Vergi Kaçırabilirler.

Çok Uluslu Ekonomilerin Gelişmiş Ülkelerde Yarattığı En Önemli Sorun Da Devletin

Ekonomik Politikaları Kontrol Altına Alamamasıdır.

Çok Uluslu Şirketlerin Küreselleşme Sürecindeki Rolleri

Artan kısmi ticari serbestlik ile birlikte dünya üzerinde mal, hizmet, bilgi ve sermaye hareketleri hızlanmıştır. Bu ise işletmelere dünyanın değişik bölgelerinde daha kolay ticari faaliyet yapabilme olanağı sağlamaktadır. Böyle bir ortamda yerel ülke sınırları içerisinde faaliyet gösteren küçük işletmelerde etkilenmektedir. Çünkü daha önceleri yerel pazar içerisinde yerel müşterilere hitap eden bir küçük işletme, küreselleşme sürecindeki hızlanma ile birlikte doğrudan küresel alanda faaliyet gösteren çokuluslu işletmelerin rekabeti ile karşı karşıya kalmıştır. Böyle bir rekabet ortamında bu tür işletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri oldukça güçtür.Çokuluslu işletmeler küreselleşeme sürecinin hızlanması ile daha fazla ön plana çıkmaktadırlar. Güçlü sermaye yapıları, gelişmiş teknolojiye sahip alt yapıları ve faaliyet gösterdikleri alanın genişliği sebebiyle, küresel alanda faaliyetlerini ve rekabet güçlerini kolaylıkla yürütebilmektedirler. Mevcut rekabet ortamında güçlü bir rekabetçi yapı sergileyen çokuluslu işletmeler, küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla da yakından ilgilidirler.

Gelişmiş batı ülkeleri kaynaklı (Başta ABD kökenli) ÇUŞ’un geldikleri YGÜ’nün (Yeni Gelişmiş Ülke) dışa açılma derecesini arttırmaları iki nedenle ilgilidir. Birincisi, ÇUŞ faaliyetleri bir ülkede hızlandığında dışa açılma yönünde o ülke üzerinde baskıların ortaya çıkmasıdır. İkincisi de YGÜ’lerin özellikle dışa açık büyüme stratejisini seçenlerin, ÇUŞ’u kendilerine daha fazla çekebilmek için, ekonominin dışa daha çok açılmasını sağlayacak politika uygulamaları getirmeleridir. Buna belki bir üçüncüsü de eklenebilir. Bu da içinde yaşadığımız son durgunluğa kadar gelişmiş Batı ülkelerinin çeşitli gümrük tavizlerini YGÜ’ye ve burada yerleşen ÇUŞ’un kendi pazarlarına yaptıkları ihracata tanımış olmalarıdır. ÇUŞ yalnız ihracata dönük değil, ama ithal-ikameci sanayilerine dönük yatırımlar yaptıkları zaman da (bunların olmadıkları duruma oranla) ekonominin dışa açıklık derecesini arttırma yolunda bir baskı oluştururlar.

Özellikle sermaye kıtlığı çeken az gelişmiş ülkelerde bu tür yatırımlara duyulan ihtiyaç ülkenin dışa açılmasında önemli bir etkendir. Söz konusu ülkeler daha fazla sermaye çekebilmek için yabancı şirketlere kapılarını açmakla kalmıyorlar aynı zamanda onların rahat hareket edebilmeleri için ve çıkışlarını engellemek için teşvik edici politikalar uygulamaktan da geri kalmıyorlar. ÇUŞ yatırımlarına istihdam oluşturma gibi olumlu etkilerinden dolayı da izin verilmektedir.

Bu konudaki diğer bir zorunluluğun gereği olarak özellikle öz kaynakların yetersiz olduğu ve dış borçlarla yatırım yapmanın riskli ve pahalı olduğu durumlarda yabancı sermayeden faydalanmak önem arz etmektedir.[i] Çünkü Stiglitz’in belirttiği gibi yabancı şirketler teknik uzmanlığı ve yabancı piyasalara erişimi beraberinde getirirler ve yeni istihdam olanakları oluştururlar. Ayrıca yabancı şirketlerin finans kaynaklarına erişimi vardır; yerli finans kuruluşlarının zayıf olduğu gelişmekte olan ülkelerde bu, oldukça önemlidir.

YGÜ kökenli ÇUŞ da dışa dönük büyüyen ülkelerde dışa açıklık derecesini arttırıcı niteliktedir. Bir kere, bunlar, gelişmiş ülkelerin pazarlarına girişi sınırlayan etkenleri atlamak için (tıpkı gelişmiş ülke kökenliler gibi) ülkeden ülkeye sıçrayarak, ihracatı devam ettirmektedir. Örneğin Hong-Kong’daki dokuma firmaları “gönüllü ihracat kotaları” yoluyla ihracatlarını sınırlama durumunda kaldığında, önce Singapur’a göç etmiş; Singapur’a kota konduğunda Malezya’da ve Tayland’da yavru şirketler kurmuş; son olarak da AET’nin tavizlerinden yararlanmak için Mauritius Adasına yerleşmiştir. Benzer girişimler aynı nedenle, G. Kore’nin ve Tayvan’ın ayakkabı ve televizyon firmalarında gözlenmektedir. Ücret artışları da YGÜ kökenli ÇUŞ’un dış dünyaya çıkmalarının bir nedenidir. Çok uluslulaşma yoluyla, bunun yol açabileceği ihracat daralması atlatılırken, yavru şirketlerin sağladığı ithalât ve kâr transferleri bunun yerini almaktadır. Özellikle Uzak Doğu ülkelerinin, bir zamanlar “düşük ücret cenneti” sayılması, gelişmiş ülke kökenli ÇUŞ’ları buralara çekmiştir. Amerikan Mc Donald’s şirketi de bu amaç doğrultusunda Çin’deki ucuz emeği sömürmekten geri kalmamıştır.

Bu durum şirketlerin maliyetlerini azalttığı gibi yüksek kârların elde edilmesinde de temel rolü oynamaktadır. Son tahlilde bu tür ÇUŞ yatırımlarıyla az gelişmiş ülkeler sınırlarını dış yatırımlara açmakta ve onları özendirici politikaları hayata geçirmektedirler. Harry Magdoff’a göre üçüncü dünya ülkelerindeki ekonomik ve finansal güç dengesi açık bir şekilde çok uluslu şirketlerin lehinedir. Ona göre çok uluslu şirketlerin bu durumda iken girişeceği aleyhte bir hareket bütüncül bir bakış açısıyla ekonominin istihdam oranlarını, hayat standardını ve ihracat miktarını düşürerek devalüasyona ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır. Bu koşulların varlığı çok uluslu şirketlerin ülkeden çıkarılması halinde bile azgelişmişlik veya egemenlik sorunlarında tam anlamıyla bir iyileşme görülemeyecektir.

Çok uluslu şirketleri “dünyanın yeni efendileri” olarak nitelendiren Başkaya’ya göre 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başında “kendi” devletlerini arkalarına alarak dünyayı yeniden paylaşma yarışına giren büyük firmaların yerini 1990’larda devletleri önlerine katıp kovalayacak güce ulaşmış çok uluslu dev firmalar almış bulunuyor. General Motors’un yıllık cirosu Danimarka’nın GSMH’sinden fazla. Exxon’un cirosu Norveç’in, Toyota’nın cirosu da Portekiz’in GSMH’sinden daha fazladır. En büyük dört çok uluslu şirketin (transnasyonalin) yıllık cirosu Çin’in GSMH’sine eşit ama tüm Afrika Kıtasının GSMH’sinden daha da fazladır.

Söz konusu bu dev şirketlerin küreselleşme sürecinde oynadıkları ekonomik rollerine paralel olarak elde ettikleri muazzam gelirleri aşağıdaki tabloda açıkça görülmektedir.

Burada öncelikle 2000 yılına ilişkin sayısal verilere yer verilmekle birlikte ÇUŞ’ların süreç içerisinde nasıl bir gelişim seyri izlediklerinin görülmesi açısından başka bir tabloda da 2007 rakamlarına yer verilmiştir. Bu iki döneme (2000-2007) ilişkin verilerin doğru analiz edilmesi halinde 7 yıllık süreçte ÇUŞ’larla ilgili oldukça önemli bilgiler elde etmek mümkündür.

Tablo 1. Dünyanın En Büyük Çok Uluslu Şirketleri: 2000 Yılı Sıralaması

Sıra

Şirket

Ülke

Satışlar (Milyar $)

Kar

(Milyar $)

1

General Motors

A.B.D.

189,058.0

6,002.0

2

Wal-Mart Stores

A.B.D.

166,809.0

5,377.0

3

Exxon Mobil

A.B.D.

163,881.0

7,910.0

4

Ford Motor

A.B.D.

162,558.0

7,237.0

5

General Electric

A.B.D.

111,630.0

10,717.0

6

IBM

A.B.D.

87,548.0

7,712.0

7

City Group

A.B.D.

82,005.0

9,867.0

8

AT&T

A.B.D.

62,391.0

3,428.0

9

Altria Group (Phillip Morris)

A.B.D.

61,751.0

7,675.0

10

Boeing

A.B.D.

57,993.0

2,309.0

Kaynak: Fortune, 23 Temmuz 2001. Global 500 listesinden uyarlanmıştır.

http://money.cnn.com/magazines/fortune/fortune500_archive/full/2000/(06.05.2007)

Tablo 1’e göre 2000 yılında dünya sıralamasına giren ilk on şirketin değişik ekonomik sektörlerde faaliyet gösteren ABD merkezli şirketler olduğu göze çarpmaktadır. Bu şirketlerden özellikle otomotiv devi General Motors ve perakende zincirinin önemli ismi olan Wall-Mart Stores şirketinin satış rakamları dikkat çekmektedir. Ayrıca 10.717 milyar $’lık karıyla General Electric şirketi dünyanın en fazla kar elde eden çok uluslu şirketi olarak 2000 yılına damgasını vurmaktadır.

Tablo 2’ye baktığımızda ise söz konusu şirketlerin merkez coğrafyasında herhangi bir değişikliğin olmadığı görülmekte ve ABD’li şirketlerin egemenliği bir kez daha görülmektedir. 2000 yılı sıralamasında bulunan dört şirket hariç ( IBM, AT&T, Altria Group ve Boeing) diğerleri büyük ölçekteki satış ve karlarıyla 2007 yılındaki şirket sıralamasında da yerlerini almışlardır. ÇUŞ’ların 2007 yılındaki rakamlarında göze çarpan noktalardan birisi sıralamaya 4 yeni şirketin (Chevron, Conoco Phillips, Bank of America Corporations ve American Intl. Group.) girmesidir.

Tablo 2. Dünyanın En Büyük Çok Uluslu Şirketleri: 2007 Yılı Sıralaması

Sıra

Şirket

Ülke

Satışlar (Milyar $)

Kar (Milyar $)

1

Wal-Mart Stores

A.B.D.

351,139.0

11,284.0

2

Exxon Mobil

A.B.D.

347,254.0

39,500.0

3

General Motors

A.B.D.

207,349.0

-1,978.0

4

Chevron

A.B.D.

200,567.0

17,138.0

5

Conoco Phillips

A.B.D.

172,451.0

15,550.0

6

General Electric

A.B.D.

168,307.0

20,829.0

7

Ford Motor

A.B.D.

160,126.0

-12,613.0

8

City Group

A.B.D.

146,777.0

21,538.0

9

Bank of America Corp.

A.B.D.

117,017.0

21,133.0

10

American Intl. Group.

A.B.D.

113,194.0

14,048.0

Kaynak: Fortune, 30 Nisan 2007, Global 500 listesinden uyarlanmıştır.http://money.cnn.com/magazines/fortune/fortune500/2007/full_list/index.html(06.05.2007)

Göze çarpan diğer bir nokta ise 2000 yılına göre sıralamadaki değişikliktir. Buna göre 189,058 milyar $’lık satış ve 6,002 milyar $’lık karıyla 2000 yılı şampiyonu General Motors 2007 deki sıralamada üçüncü sıraya gerilemiştir. Şirketin satış rakamı 207,349 milyar $’a çıkmasına rağmen karı -1,978 milyar $ olmuştur. Böylece otomotiv dünyasında “General Motors dünyanın en büyük otomobil şirketi unvanını Toyota’ya kaptırdı. Japon şirket 2007’nin ilk çeyreğinde ABD’li şirketten 322 bin adet daha fazla araç üretti.”

Öte yandan bir diğer otomotiv devi Ford Motorun 2000 yılındaki 7,237 milyar $’lık karı 2007’de -12,613 milyar $ olmuştur. Bu iki şirketin satışları 2000 yılına göre artış sağlamasına karşın kar oranları 2007 yılına gelindiğinde ciddi boyutlarda düşüş göstermiştir. Bu olumsuzluklara rağmen ÇUŞ’ların küreselleşme sürecinde oldukça büyük bir ekonomik güç elde ettikleri yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu uluslar üstü şirketlerin edindikleri ekonomik güç, birçok ülkenin yıllık milli gelirlerini fazlasıyla geride bırakmaktadır. Örneğin Güney Afrika Cumhuriyetinin 2005 Yılı GSYİH değeri 242,025milyar $ olarak gerçekleşirken aynı yıl, Wal-Mart Stores şirketi, 288,189 milyar $, Exxon Mobil ise 270,772 milyar $ satış hacmi gerçekleştirmiştir. Bu rakamlar küreselleşme sürecinde şirket ve devlet karşılaştırmasının yapılması açısından da önemli bir ipucu niteliğindedir.

Ayrıca söz konusu şirketlerin hem küresel çaptaki rolleri hem de sürece yön verme konusundaki etkileri Mahmutoğulları tarafından çarpıcı verilerle analiz edilmektedir. Yapılan analize göre :

ØDünyadaki en büyük 100 ekonomik birimin %50’si yaklaşık 200 şirketin elinde bulunmaktadır.

ØEn büyük 200 şirketin satışları toplamı, en büyük 10 ülke dışında kalan bütün dünya ülkelerinin satışlarının toplamından fazladır.

ØBu 200 şirket içindeki 4 büyük ÇUŞ, tüm Afrika kıtasının ürettiği gayri safi gelirden daha fazlasını gerçekleştirmektedir.

Ø1983-1999 yılları arasında söz konusu şirketlerin karlarındaki artış % 362 olurken, istihdam ettikleri işgücündeki artış sadece %14 olmuştur.

ØBugün küresel mali piyasaların %80’den fazlası 20 bankanın elindedir.

Ø10 taneden daha az medya şirketi, küresel kamuoyu oluşturmada belirleyici rol oynamaktadır.

ØSayıları 10’u geçmeyen bilgisayar ve yazılım şirketi, ilgili piyasanın tümüne hâkimdir.

Ø1983-1999 döneminde hizmet ticareti alanında faaliyet gösteren 200 şirketin toplam satışlar içindeki payı %34’ten %47 ‘ye yükselmiştir.

Dolayısıyla “Buradan da anlaşılacağı üzere, küreselleşme olgusunu gelişimini belirleyen faktörler arasında, temel faktör olarak özellikle kar maksimizasyonu noktasında tüm dünyayı bir pazar ve hammadde kaynağı olarak görmek isteyen ve bunu sağlamayı hedefleyen ”girişim kabiliyeti”nin ve bu girişim kabiliyeti içerisinde özellikle çokuluslu şirket girişimciliğinin rol ve etkinliğini teslim etmek gerekir.”

Sonuç olarak bu analizler ışığında “Küreselleşme sürecinin yerel işletmelere nazaran, çokuluslu işletmeler açısından farklı bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Bir açıdan bakıldığında küreselleşme süreci ile birlikte, işletmelerin çokuluslu bir yapıya dönme gerekliliklerinin arttığı söylenirken, diğer bir taraftan bakıldığında ise çokuluslu işletmelerin kendileri doğrudan küreselleşme sürecinde aktif rol oynadıkları görülmektedir.”

Bugün artık yeni gelişmekte olan küresel düzenin öncülüğünü bazı bağımsız uluslardan da büyük olan birkaç yüz dev şirket yapmaktadır. 1970’lerden 1990’lara varan süreçte küresel işletmeler sayı, büyüklük ve faaliyet alanları bakımından büyük bir sıçrama yaptılar. 1970’te 7.000 kadar olan küresel işletmelerin sayısı, 1990’lara gelindiğinde merkezlerinin sayısı 37 bini, şubelerinin sayısı ise 208 bin kadarı bularak dünyayı örümcek ağı gibi sarmış durumdaydılar. Nitekim, Dünya Bankası’nın yakın tarihli bir raporunda, ÇUŞ’lerin tüm şubeleri tarafından gerçekleştirilen satışların dünya ticaretini aştığını ortaya koymaktadır. Bugün geldiğimiz noktada Ford’un ekonomisi Suudi Arabistan ve Norveç’inkinden büyük, Philipp Morris’in yıllık satışları Yeni Zellanda’nın GSMH’sından fazladır

Günümüzde 20 çok uluslu firma 80 ülkenin GSMH’sından daha fazla ciro yapmaktadır. IBM’in veya SHELL’in yıllık kârı, Filipinler’in veya Peru’nun bütçesinden daha büyük. Dünyanın en büyük firması olan “General Motors Co.”, Finlandiya, Danimarka, Norveç, Suudi Arabistan, İndonezya, Güney Afrika, Türkiye, Arjantin, Polonya, Tayland, Yunanistan, Cezayir ve Venezuela ekonomilerinden daha büyüktür. Bu işletmelerin her birinin arkasındaki itici güç, büyük ölçüde merkezleri ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerdir. En tepedeki 300 şirketin toplu varlıkları, kabaca tüm dünyadaki üretim varlıklarının dörtte birini oluşturmaktadır. En büyük dört küresel işletmenin yıllık cirosu, Çin’in GSMH’sına eşit; ama tüm Afrika kıtasının GSMH’sından daha fazladır. General Motors’un 1996 yılı yıllık cirosu 168.4 milyar dolar (1997’de 178 milyar dolar olarak gerçekleşti) aynı yıl Türkiye’nin GSMH’sı ise 186 milyar dolardır. Büyüklükleri ve faaliyet alanlarının genişliğiyle dikkat çeken bu dev firmalar, dünya ticaretinin ve üretiminin de önemli bir kısmını gerçekleştirmektedir. Bugün küresel işletmeler, dünya gayr-ı safi yurtiçi üretiminin %30’unu üretmektedir. Dünya ticaretinin üçte biri bu büyük firmaların kendi içlerinde cereyan etmektedir. Üçte birini de kendi aralarındaki ticaret oluşturmaktadır. Sadece geriye kalan üçte biri gerçek anlamda ticarete denk düşmektedir.

Dünyanın en büyük çok uluslu şirketleri (1997).

Sıra N.

İşletme Adı

Ciro (Milyon $)

Ait Olduğu Ülke

1

General Motors

178.174.0

ABD

2

Ford Motor

153.627.0

ABD

3

Mitsui

142.688.3

Japonya

4

Mitsubushi

128.922.3

Japonya

5

Royal Dutch/Shell Grp.

128.141.7

İngiltere/Hollanda

6

Itochu

126.631.9

Japonya

7

Exxon

122.379.0

ABD

8

Wal-Mart Stores

119.229.0

ABD

9

Marubeni

111.121.2

Japonya

10

Simutomo

102.395.2

Japonya

11

Toyota Motor

95.137.0

Japonya

12

General Electric

90.840.0

ABD

13

Nisho Ivai

81.893.8

Japonya

14

INTL Business machine

78.508.0

ABD

15

Nippin Tel&Tel

76.983.7

Japonya

16

Axa

76.874.4

Fransa

17

Daimler Benz

71.561.4

Almanya

18

Daewoo

71.525.8

G.Kore

19

Nipon Life Insuriance

71.388.2

Japonya

20

British Petroleum

71.193.5

İngiltere

21

Hitachi

68.567.0

Japonya

22

Wolkswagen

65.328.2

Almanya

23

Mitsubishi Electric Industria

64.280.6

Japonya

24

Siemens

63.754.6

Almanya

Kaynak: Hasan Tutar, Küreselleşme Sürecinde İşletme Yönetimi, 2000: s. 78

Çok Uluslu ilk yüz şirketin çoğu elektronik-elektrik endüstrisinde faaliyet gösterirlerken; sıralamada daha sonra ise petro-kimya, otomotiv, petrol ve madenler ile gıda gibi endüstri dalları gelmektedir. En büyük ilk yüz şirketin büyük çoğunluğu Amerikan, Japon, İngiliz, Fransız ve Alman firmalarıdır. GOÜ.’lerin çok uluslu şirketlerinden sadece ikisi (Daewoo ve Venezuela Petrol) dünyanın ilk yüzü arasında yer alabilmektedirler. En çok sayıda çok uluslu şirkete sahip gelişen ülkeler ise Hong-Kong, Güney Kore

yabancı sermaye ile işbirliğinin ülkemize sağlayabileceği yararları açıklarken bunu iki gruba ayırmakta;

a. İşbirliğine Giden İşletmeler Açısından Sağlanabilecek Yararlar:

i. Ürünlerin yeni pazarlara ulaşması

ii. Teknoloji transferi sağlaması.

iii. Yeni sermaye elde etme imkanına kavuşması

iv. Tek başına gerçekleştiremeyecekleri yeni projeleri gerçekleştirme imkanı sağlaması

v. Maliyetlerin azalması

vi. Büyüme yönünde yeni fırsatlar doğurması

vii. Yeni iş imkanları sağlaması

viii. Uzmanlaşma sağlaması

b. Ülke Açısından Sağlanabilecek Yararlar

i. İstihdamı arttırması

ii. Teknoloji transferi sağlayarak ülke kalkınmasına katkı sağlaması

iii. Milli gelir düzeyini yükseltmesi

iv. İhracata yönelik çalışılması halinde ihracat gelirlerinde artış sağlaması

v. Uluslararası alanda kurulacak ilişkilerle ülkenin dış pazarlardaki itibarını artırması

Dış pazarlarda rekabet avantajı sağlaması v.b. gibi.

Yabancı yatırımların ekonomik kalkınmaya etkisini ele alan görüş sahiplerini ikiye ayırabiliriz.

Bazı iktisatçılara göre; çok uluslu şirketlerin getirdikleri sermaye, teknoloji ve yatırım sonucu oluşturdukları katma değer, az gelişmiş ülkelerde sanayileşmeyi hızlandırmaktadır.

Bazı iktisatçılara göre ise; yabancı sermayeye bağımlı sanayileşme modeli ve özellikle çok uluslu şirketlerin bu ülkelerdeki faaliyetleri az gelişmişlerin kalkındırmasını geciktirmekte, ekonomideki mevcut ikili yapıyı daha da arttırmaktadır.

Olumlu Etkiler

Yabancı sermayenin az gelişmiş ülkelerin ekonomileri üzerindeki olumlu etkileri aşağıdaki gibi sıralanabilmektedir.

i. Yabancı şirketler yoluyla sermaye, planlanan yatırımlarla bu yatırımları karşılayacak içsel tasarruflar arasındaki açığı kapatabilir.

ii. Yabancı şirketlerin, ülke içinde üretilen malları daha kolay olarak ihraç edebilmesi ile ödemeler dengesine katkılarının olması.

iii. Yabancı şirketler meydana getirdikleri katma değer ve ödedikleri vergilerle muhtemel bütçe açıklarına olumlu yönde katkıları olabilir.

iv. Yeni iş alanlarının oluşturulması istihdam açısından olumlu katkı sağlar.

v. Yabancı şirketler üretim süresi içinde işgücü ve yöneticileri eğiterek kalifiye işgücü ve yönetici açığının kapanmasına yardımcı olurlar.

vi. Çok olumlu şirketler hazır ve denenmiş ileri teknolojileri az gelişmiş ülkelere transfer ederek, endüstri kesiminde gerekli sıçramayı sağlayabilirler.

vii. Yabancı şirketler oluşturacakları rekabet ile ekonomi içindeki mevcut tekelciliği önlemede faydalı olacaklardır.

Olumsuz Etkiler

Yabancı sermayenin az gelişmiş ülkelerde oluşturabilecekleri olumsuz etkiler ise şöyle sıralanabilir:

i. Yabancı şirketler yatırım için gerekli fonların büyük bölümünü, az gelişmiş ülkelerin kaynaklarından sağladıklarından gerçekte tasarruf açığının kapanmasındaki katkıları da çok sınırlı kalacaktır.

ii. Yabancı şirketler daha çok iç piyasaya dönük üretim yaptıklarından, ihracat yolu kapanmaktadır. Üretim maliyetlerinde yükseklik, lisans anlaşmalarında yavru şirketin ihracatını sınırlayıcı hükümler, ihracat imkanlarını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Döviz girdisi sağlansa bile daha çok dövizi yurt dışına çıkarttıklarından ödemeler dengesine olumsuz etkiler yapacaktır.

iii. Yabancı şirketlere sağlanan teşvik tedbirleri gümrük muafiyet ve vergi indirimleri gibi durumlar bunlardan sağlanacak gelirleri azaltmaktadır.

iv. Yabancı şirketlerin yatırımlarında istihdama etkinin olumsuz olabileceğidir. Çünkü gelen teknoloji sermaye-yoğun olacaktır. Ayrıca sosyal sorunlarla karşılaşmamak için üretimde sermaye-emek oranını yüksek tutmaya çalışacaklar, bu da istihdamı engelleyecektir.

v. İşgücü eğitimine yardımcı olmadıkları gibi kamu veya özel kesimle çalışan kalifiye işgücü ve eğiticileri de yüksek ücretlerle kendilerine çekmekte ve bu kesimde bir açığa neden olmaktadır.

viii. Yabancı şirketler üretimde kullandıkları yerli girdiler nedeniyle bir çok yeni endüstrinin kurulmasını veya mevcutların üretim kapasitelerini genişletmelerini teşvik ederler.

vi. Dışarıdan hazır teknoloji transferi, yerli mühendis ve bilim adamlarını da üreticilikten uzaklaştıracaktır.

vii. Yabancı sermaye yatırımları, üretilen malların nitelikleriyle sınırlı bir tüketici kesimine hitap edeceğinden, temel ihtiyaçları karşılamak ve kalkınmaya katkıdan uzak bir durum içinde olacaklardır.

Yabancı Sermaye Yatırımlarının Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine

Etkileri

Uluslararası özel sermayenin büyük bir bölümünü sağlayan, başta Japonya, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere, büyük endüstri ülkelerindeki değişimler de önem taşımaktadır. Örneğin bir çok ülkede faiz oranlarının düşük olması, başka ülkelerde daha yüksek getiri aramak için önemli bir teşvik unsurudur. Bazı ülkeler sermaye piyasaları üzerindeki denetimi de gevşetmişlerdir. Daha da önemlisi, yasalardaki bu genişlemeye teknolojik gelişme de eşlik etmektedir: Bilgisayarlı finansman ağları, yatırımcıların büyük miktarlarda parayı yerkürenin bir köşesinden diğerine kaydırmasını mümkün kılmaktadır.

Sonuçta yabancı sermaye akışları, sermayenin gittiği ülkelerde rekor hızla ekonomik büyüme yaşanmasına

yol açmıştır. Yatırımcılar kendi ülkelerinde elde edebileceklerden daha yüksek getiri peşinde koştukları için,bu durum belki de en büyük çekim unsuru olmuştur. Örneğin hali hazırda en fazla sermayenin aktığı ülke olan Çin’de 1990’lı yılların başında çift haneli ekonomik büyüme oranları görülmüştür. Gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik büyüme hızı, yakın dönemde endüstrileşmiş ülkelerin hızını kat be kat aşmıştır. 1996 yılında gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hızı, endüstrileşmiş ülkelerin tam üç katı, yüzde 6’dır.

İstihdam Üzerine Etkileri

Yabancı sermayelerin ülkelerinde doğrudan yatırım yapmasına ve üretimde bulunmasına izin veren gelişme halindeki ülkelerin, bu şirketlerden ülkelerinin ekonomik kalkınmasına yardımda bulunmalarını bekledikleri açıktır. Bu ülkeler yabancı sermayeden ülkelerine teknik gelişmelerin ve araştırmaların transferi yanında, kendilerinin sahip oldukları kaynakların harekete geçirilmesini ve bunların kalitelerinin yükseltilmesini talep etmektedir. Üretimde kullanılmasını ve kalitesinin yükseltilmesini bekledikleri kaynakların başında da işgücü kaynakları gelmektedir. Diğer bir ifadeyle gelişme halindeki ülkeler istihdam konusunda karşı karşıya bulundukları büyük sorunların çözümünde yabancı sermayedarların yardımcı olmasını istemektedirler.

Bilindiği gibi son yıllarda sanayi ülkelerinin çoğunluğunda yüksek bir istihdam düzeyine ulaşıldığı halde, gelişme halindeki ülkelerde devamlı ve yüksek oranda bir bünyesel işsizlik hüküm sürmektedir. Genel olarak gelişmiş ülkelerde işsizlik oranı %10 civarında olduğu kabul edilmekle beraber, bir çok gelişme halindeki ülkede işsizlik oranının daha da yüksek olduğu bilinmektedir.

Yabancı sermayenin genelde büyük ölçekli firmaların imalat sektörüne yönelerek direk olarak üretime ve istihdama katkıları gözlemlenirken, orta ve küçük ölçekli yabancı sermaye şirketlerinin hizmet sektörüne veya ticari yatırımlara yöneldiği ve istihdamı dolaylı yoldan etkilediği görülmüştür

. Riskli yatırım olarak değerlendirilebilen üçüncü dünya veya az gelişmiş ülkelere yapılan yatırımlarda Amerika, Almanya ve İtalya başı çekmektedir. Ayrıca az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere giderken, son yıllarda düşük ücret ve düşük sosyal hakları gözönünde tutarak yatırımlarını bunlara yönlendirmişlerdir. Ancak ekonomik aktivitelerin niteliği olarak genelde çevre sorunu olan veya yüksek teknolojiyi gerektirmeyen yatırımların bu tür ülkelere yönlendirildiği gözlemlenmiştir

Son yıllarda köken olarak yabancı sermayeli şirketlerin kimliği Japonya ve Uzakdoğunun yeni gelişen ülkeleri Güney Kore, Singapur ve Tayvan lehine değişmektedir. Özellikle, yabancı sermaye yeni gelişen yabancı sermayeli şirketleri kabul eden ülkelerin sermayeleriyle ortaklaşa yatırıma gitmektedir. Bu yönüyle de yabancı sermaye yeni istihdam olanakları oluşturmuş olmaktadır. Buna ilaveten, yabancı sermayeli şirketlerin 1980’lerdeki genel istihdam politikaları irdelendiğinde, ortaya çıkan tablo istihdam boyutunda değişik görüntüler vermektedir. Çünkü bu şirketlerin rasyonel davranma, maliyeti düşürme, otomasyon ve taşeronlar yoluyla yan sanayi oluşturma gayretleri göz önünde tutulduğunda istihdama yaptığı doğrudan katkılar oldukça tartışmalıdır.

Yabancı sermayeli şirketlerin özellikle yan sanayilerinde, yavru şirketlerinde ve ticari ilişkiye girdikleri firmalarda son yıllarda standart olmayan istihdam tiplerinin kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Kendi hesabına çalıştığı işgücü ile kısa süreli (part-time) ve geçici süreyle çalışan (Temporary) işgücünün yaygın şekilde kullanıldığı görülmüştür. Dolayısıyla yabancı sermayeli şirketlerin tam gün istihdam üzerindeki etkileri gittikçe azalan bir trend içine girmiştir. Bu şirketlerin istihdam ettirdikleri işgücünün yaklaşık %70-80 imalat sektöründe istihdam edilmektedir. Ancak bu rakam yaklaşık olarak üçte ikisini kendi ülkelerindeki firmalarında istihdam ettirmektedir. Bu anlamda yabancı sermayenin gittikleri ülkelerdeki oluşturdukları istihdamı fazla abartmamak gerekmektedir.

KAYNAKÇA

http://www.bayilik.com/cokuluslusirketler.asp

Serdar SÖZERİ, Küreselleşme ve Çok Uluslu Şirketler, 2003

Gülten Kutal, Ali Rıza Büyükuslu, Çok Uluslu Şirketler Ve İnsan Kaynağı Yönetimi, Der Yayınları, İstanbul, 1996.

Küreselleşme, Bölgesel Entegrasyonlar Ve Türkiye, Değerlendirme Raporu, DPT Yayını, Ankara, 1995, s.72

Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Ulus Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2000.

Alastair Davidson, Yeni Küresel Üretim Tarzı: Başarılar Ve Çelişkiler, Bkz.Fikret Başkaya (Der.) Küreselleşme mi? Emperyalizm mi? Piyasacı Efsanenin Çöküşü”, Ütopya Yayınları, Ankara, 1999.

Dünya’da Küreselleşme Ve Bölgesel Bütünleşmeler, DPT 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 1995 .

Büyükuslu,A.R., “Çokuluslu Şirketler ve Endüstri İlişkilerinde Yeni Perspektifler”, Küreselleşme, Rekabet Gücü ve Endüstri İlişkilerinde Dönüşüm,  V.Ulusal Endüstri İlişkileri Kongresi, IV. Komisyon Tebliği, İstanbul,14-15 Kasım 1996, KAMU-İŞ, Ankara, 1996

http://www.eminakcaoglu.com/2008/07/deien-dnyada-okuluslu-irketler.html

http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf

Nazım Güvenç, Küreselleşme Ve Türkiye, BDS Yayınları, İstanbul, 1998.

Deniz Ülke Arıboğan, Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, Der Yayınları, İstanbul, 1997.

Cem Somel, Ahmet Haşim Köse, Küreselleşme, Bölgesel Entegrasyonlar Ve Türkiye, (Değerlendirme Raporu Hakkında Özel Görüş) DPT Yayını, Ankara 1995, s. 212

Kutal, Gülten ve Büyükuslu, Ali Rıza, 1996, Endüstri İlişkileri Boyutunda Çok Uluslu Şirketler ve İnsan Kaynağı Yönetimi Teori ve Uygulama, Der Yayınları, İstanbul

Küreselleşme, Bölgesel Entegrasyonlar Ve Türkiye, Değerlendirme Raporu, DPT Yayını, Ankara, 1995, s.24

Ergin Yıldızoğlu, Globalleşme Ve Kriz, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.17

http://www.milligazete.com.tr/haber/globallesme-ve-cok-uluslu-sirketler-107350.htm

http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=63&cilt=3&sayi=2&yil=2001

Hasan Tağraf, “Küreselleşme Süreci Ve Çokuluslu İşletmelerin Küreselleşme Sürecine Etkisi”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, 2002, ss. 34-35.

Ahmet Zengin, “Türkiye Ekonomisi Açısından Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarına İlişkin Bir Değerlendirme”, İktisat, İşletme ve Finans, Yıl:18, Sayı:203, 2003.

Joseph Stiglitz, Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Plan B Yay., (Çev.)Arzu Taşçıoğlu & Deniz Vural, 3. Baskı, İstanbul, Kasım 2004, s. 89.

Kazgan, Ekonomide Dışa Açık Büyüme, ss. 103-104.

Harry Magdoff, Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm, (Çev.) Erdoğan Usta,Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2006.

Fikret Başkaya, “Sermayenin Küreselleşmesi veya Neo-Liberalizmin Vahşeti”, Avrupa-Merkezcilik, Resmi İdeoloji, Bilim ve Sosyalizm, Özgür Üniversite Forumu Kitaplığı:45, Maki Basın Yayınları, Ankara, Mart 2004, ss. 85-117.

Mahmut Sancak, “Toyota, General Motors’un 76 Yıllık Liderliğine Son Verdi”, Sabah, 25Nisan 2007, s. 15.

Osman, Balkanlı “Küresel Ekonominin Belirleyici Faktörleri Üzerine”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: XXI, Sayı: 1, 2002, (s. 14). ss. 13-26.

Akın, H.Bahadır. http://www.stratejiyonetim.com/kuresellesme.htm. 12/07/2002

Hasan Tutar, Küreselleşme Sürecinde İşletme Yönetimi, 2000


Paylaşın

İlişkili Makaleler

About Author

admin