DIŞ TİCARET AÇIĞI, SERBESTLİK VE YENİ KORUMACILIK

Kasım 6, 2018

|

Kategori:

 İstemi Parman
2005 ( ve Eylül 2018 )

 

                               
 DIŞ TİCARET AÇIĞI, SERBESTLİK VE YENİ KORUMACILIK
***OKUYUCUNUN ÖZELLİKLE DİKKATİNE ***
AŞAĞIDAKİ YAZI 2005 YILINDA YAZILMIŞ VE O TARİHLERDE BAZI DOSTLARA DAHA SONRA DA ÖĞRENCİLERİME SERVİS EDİLMİŞTİ. ARADAN GEÇEN 13 YILLIK SÜREDE GÜNCELLİĞİNİ KAYBETMEDİĞİNİ, GÜNÜMÜZDEKİ GELİŞMELERLE BÜYÜK BENZERLİKLER TAŞIDIĞINI GÖRDÜM VE TEKRAR AYNEN YAYINLAMAYA KARAR VERDİM. BUNUNLA BİRLİKTE, SON DÖNEMLERDE ORTAYA ÇIKAN BAZI GELİŞMELERİ DİKKATE ALARAK YENİ BİLGİLERİ VE DÜŞÜNCELERİMİ DE İNCE YAZIYLA, PARANTEZ İÇİNDE YAZIYA EKLEDİM.
SİYAH PUNTOLARLA YAZILMIŞ BÖLÜMLER 2005’TEKİ YAZININ AYNISIDIR. LÜTFEN O TARİHLERDEKİ KOŞULLARA GÖRE DEĞERLENDİRİNİZ.
  1. Giriş

Türkiye’nin iç ve dış borçları giderek artıyor. Bir yanda devam edegelen iç tüketim artışı ve yüksek reel faizler ( günümüzde artık yüksek reel faizden söz edilmiyor), diğer yanda devamlı olarak artan ve 2004 yılında 35 milyar dolara ulaşan 2005’te daha da artacağı gözlemlenen dış ticaret açığı ve yarattığı cari açık göz önünde tutulursa bu durumun bir sürpriz olmadığı net olarak görülecektir. Bu iki temel soruna para ve iktisat teorileri çerçevesinde hangi çözümler bulunabileceği “hususundaki tartışmalar” konunun uzmanlarınca irdelenmektedir. Biz bu yazıda genel olarak dış ticaret ve özellikle dış ticaret açığımız konusundaki bazı bilgileri hatırlatmak ve kişisel gözlem ve düşüncelerimizi kısaca açıklamakla yetineceğiz.

( Dış ticaret açığımız 2017 da 76 milyar dolara ulaşmıştır. olmuştur. Bazı yıllarda daha da yüksek rakamlara ulaşmıştır. 2017 yılında Dünya toplam ihracatı ve dolayısıyla toplam ithalatı 17.500 milyar dolar dolaylarındadır. Türkiye aynı yıl, 233 my. dolarlık ithalat yapmıştır. Tüm ülkeler arasında 21inci sıradadır. İhracatımız ise 157 my. dolarla 33üncü sıradadır. Genellikle birçok ülkenin ithalatı ile ihracatı aynı düzeylerdedir ve dünya sıralamasında arasındaki fark 2-3 basamaktan ibarettir. İhracatımızın ithalatımızı karşılama oranı % 68 dir. Öte yandan, Toplam İthalattaki payımız % 1,33, ihracatta ise % 0,89 oranındadır).

  1. Serbest Ticaret

Sanayi ve ulaşım olanaklarındaki gelişmeler ve giderek artan dünya nüfusu son iki yüzyılda ülkeler arasındaki mal alışverişlerini devamlı olarak arttırmış ve bu durum ikinci dünya savaşından sonra daha da belirgin hale gelmiştir. 1947 imzalanan GATT anlaşması ile onun devamı olarak 1995’de kurulan DTÖ ve DTÖ anlaşmaları sonucunda ticaretin serbestleşmesi amacıyla yapılan düzenlemelerin çok büyük katkısı olduğu kuşkusuzdur. ( Gerçekten, 1950 lerde 125 milyar dolar olan Dünya toplam dış ticaret hacmi (ithalat+ihracat) bazı yıllarda 38.000 milyar dolaylarına ulaşmıştır). Öte yandan, 19 uncu yüzyılda feodal düzenden ulusal birliğe geçilmesinde, Almanya ve İtalya örneklerinde görüldüğü gibi, gümrük birliklerinin kurulmasının önemi yadsınamaz. Avrupa Birliğinin oluşumunda temel etken olan gümrük birliğinin ve AB’nin imzaladığı serbest

mübadele bölgesi anlaşmalarıyla EFTA, NAFTA vs gibi diğer Serbest Ticaret anlaşmalarının ve diğer bölgesel anlaşmaların son 50 yılda uluslararası ticaret hacminin artışında büyük etki yaptığı kolaylıkla görülebilir. Bu oluşumda, iç pazarlardaki büyümenin, daha düşük gümrük vergileri, daha serbest ticaret uygulamalarının, sanayi ve teknolojideki gelişmelerin ve nihayet taşıma olanaklarının artışının etkilerini de göz önünde tutmak gerekiyor. Sonuç olarak, dünya çapında bir zenginlik ve refah artışı dönemine girildiğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte, serbest ticaretin sağladığı bu yararlardan tüm ülkelerin eşit olarak faydalanamadığını ve bu alandaki bazı uygulamaların, geçici de olsa, bazı ülkeler için sorunlar yarattığını da belirtmek gerekir.

( Gelişme Yolundaki Ülkeler arasında Çin, Kore ve Tayvan , Gelişmiş ülkelerden de, başta Almanya, Avrupa Birliği üyeleri, EFTA tarafları ve Japonya bu yeni sistemden en çok yararlananlar arasındadır. Buna karşılık, bazı ülkelerin serbestiden mutlak veya göreceli olarak zarara uğradıkları söylenebilir. Güney Doğu Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri ile ABD -.

Gerçekten ABD dünyanın en güçlü ekonomisine sahip olmakla birlikte, yılda 800 milyar dolar düzeyinde ticaret açığı ile son dönemlerin ticaret serbestisinden zarar gören ülkelerin başını çekmektedir. Trump ve ABD yönetiminin son dönemdeki ölçüsüz ticaret politikası hamlelerinin bu durumdan kaynaklandığı kuşkusuzdur ) .

“ Serbest ekonomi düzenini, küreselleşme ya da liberalizm diye de ifade edilebiliriz”

  1. Küreselleşme ve DTÖ

2005 yılı itibarıyla DTÖ ve küreselleşme ile ilgili bazı saptamalar yapalim.

– Ulusal planda ticaret kanunları ile düzenlenen ticaretin uluslararası planda da bir düzene ihtiyacı vardır ve GATT (1947) ile daha sonra DTÖ (2005) bu ihtiyacı karşılamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Çin’in üye olması (2001) Rusya, Ukrayna ile Suudi Arabistan gibi ülkelerin üyeliklerinin yakın bir gelecekte gerçekleşmesi ile DTÖ üyeleri dünya ticaretinin % 90’ı aşan bölümünü kapsayan bir kurum haline gelecektir. Son olarak, İran DTÖ üyesi olmak için resmi müracaatını yapmıştır. ( İran, daha sonra hemen hemen ABD hariç, tüm üye ülkelerle ikili müzakerelerini tamamlamışsa da, ABD’nin tutumu nedeniyle İran DTÖ üyesi olamamıştır. Yukarıda sözü edilenler dahil daha birçok ülkenin katılması ile DTÖ üyesi ülkelerin sayısı 164’e, bu üyelerin dünya ticaretindeki toplam payları da % 95’e ulaşmıştır).

Bu gelişmeleri ticari alanda “coğrafi küreselleşme “ diye adlandırabiliriz.

2nci Dünya savaşından sonraki dönemde, GATT mal ticaretinin, tekstil hariç, sadece sınai mallar bölümünü düzenlemekteydi. DTÖ ile birlikte , bir yandan tekstil ticaretindeki kısıtlamalar kaldırılırken tarım sektörü de serbesti kapsamı içine alınmıştır. ( 2005 yılından itibaren Çok Elyaflı Anlaşma sona ermiş ve kotalar kaldırılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye ve AB özellikle Doğu ve Güney Doğu Asya ülkelerine karşı anti-dumping uygulamalarına başvurmuş ve tekstildeki serbestiye karşı bazı engelleyici/korumacı tedbirler sıklıkla uygulanmıştır. Tarım sektöründe ise, DTÖ anlaşmaları ile öngörülen gümrük tarifelerinin indirilmesi, miktar kısıtlamalarının ve yardımların kaldırılması konularında, özellikle 2001 DOHA sürecinden sonra yapılan yoğun görüşme ve müzakerelere

rağmen, bugüne kadar somut bir sonuca ulaşılamamıştır. Halen müzakereler devam etse de , özellikle AB ve ABD’nin tarım sektörüne destekleri ve doğrudan tarım ürünleri ihracatına yaptıkları yardımlar nedeniyle sözkonusu müzakerelerin ne zaman sonuçlanabileceğini tahmin etmek zordur.)

Ayrıca Hizmet Ticareti ( GATS ), Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Hakları, ( TRİPS ), devlet yardımları, gıda güvenliği, kamu alımları gibi çok önemli alanlar da DTÖ içinde düzenlenmiştir. Burada önemle göz önünde tutulması gereken husus, ticaretin serbestleşmesinin, her ülkenin istediği şekilde hareket edebileceği anlamına gelmediğidir. Gerçekten, genel anlamda ticaret serbestisi üye ülkelere birçok avantaj sağlamıştır. Ancak bu arada uyulması gereken uluslararası kuralların sayısı da çok artmıştır. Sonuç olarak, ticaret serbestisinin avantajlarından yararlanmak isteyen ülkelerin sözkonusu kurallara uymaları gerektiği de kuşkusuzdur.

Öte yandan, önümüzdeki yıllarda birçok yeni konunun DTÖ yetkisine girdiğini görebi,liriz. Buna göre, DTÖ’nün, ticaretin diğer bazı konularla ilişkisi ve tüm bu hususların temel düzenleyicisi olarak, dünya’nın en önemli kuruluşu haline geldiğini görmemiz şaşırtıcı olmayacaktır. ( Bu alanda akla ilk gelen 2 konu, çevre ile ticaret, çalışanların hakları ve ticaret akla gelmektedir. Çevre sorunlarını gözardı ederek ve çalışanlarına Birleşmiş Milletler Çalışma Teşkilatı ile öngörülmüş asgari hakları tanımayarak üretim yapanların haksız rekabet yarattıkları ve bunun bir şekilde engellenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu konular konuşulmaya ve görüşülmeye başlamıştır ancak somut sonuçlara ulaşılması tabiatıyla belirli bir zaman alacaktır ). Ülkelerin karşılıklı çıkarlarının söz konusu olması ve bu çıkarlar arasındaki dengeye ulaşmamın sadece uzlaşma yolu ile bulunabilecek olması ve diğer uluslararası kuruluşlara göre çok önemli alanlarda somut ve uygulanabilir kararlar alınabilmesi bunun başlıca nedenlerini teşkil etmektedir.

Çok çeşitli konunun DTÖ’nün faaliyet ve yetki alanı içerisine girmesi veya gelecekte girecek olmasını ticarette “konusal küreselleşme” olarak adlandırabiliriz.

Bu arada, DTÖ çerçevesinde, üye ülkelerin uyulmasını istedikleri ve uymaları gereken uluslararası kurallarla ilgili kararların uzlaşma yoluyla bizzat aldıklarını da tekrar hatırlatalım.

4- DTÖ ve Avrupa Birliği ve Türkiye

Avrupa ülkeleri arasındaki “gümrük birliği”, GATT anlaşması’nın 24 üncü maddesi uyarınca tanınmış istisnalar (deregasyon) çerçevesinde hukuken mümkün olabilmiştir. AB gene aynı maddeye uygun olarak, birçok ülke ile “serbest ticaret anlaşmaları imzalamış ve bu suretle gümrük vergi oranlarının bölgesel düzeyde daha da indirilmesini ve hatta sıfırlanmasını sağlayarak dünya ticaretinin artmasında önemli bir rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. DTÖ müzakereleri sonucunda ortaya çıkan yeni sistemin de, özellikle dünyada en büyük ticaret hacmine sahip olan ABD ile AB arasındaki dengeye dayandığı göz önünde tutulmalıdır.

(Son yıllarda bu ikili denge bozulma yolundadır ve 2 taraf arasındaki ticareti geliştirmek için başlatılan Transatlantik anlaşması müzakereleri bir süre önce rafa kaldırılmıştır. Çin’in de dahil olması ile yeni bir durum oluşmuştur. ABD, AB ve Çin dünya ticaretinin 1/3’ ünü gerçekleştirmektedir. Ancak, günümüzde artık genel anlamda dengeden ve uluslararası ticaret düzeninden söz etmek zordur. Bu durumda bugünkü karmaşanın sonunda yeni bir ticaret müzakereleri dönemi açılması olasıdır.

Esasen ABD’nin hedefinin bu olduğunu düşünüyorum. Nitekim, ABD Meksika’ya baskı yaparak Meksika ile yeni bir uzlaşma sağlamış ve NAFTA çerçevesinde Mekşika’ya sağladığı bazı ticari avantajları daraltmıştır. NAFTA’nın 3üncü tarafı olan Kanada ile de benzer durumun ortaya çıkması beklenmektedir. ABD’nin her 2 ülke ile ticaretinde önemli açık verdiğini hatırlayalım. Sırada Çin ve Almanya merkezli AB var. ABD’nin ticaret açığı verdiği ülkelere karşı tutumu bir ölçüde anlaşılabirse de ticaret fazlası verdiği ülkemize karşı da benzer tutumda olmasının ekonomik ve ticari açıdan anlamsızlığı ortadadır. Bu da ister istemez akla siyasi etkenleri getirmektedir. Aynı durum ABD’nin Rusya’ya uyguladığı tedbirlerde de görülmektedir ki bu tutum DTÖ sisteminin ruhuna tamamen aykırıdır.)

AB’ye adaylığımız çerçevesinde son dönemde sözü çok edilen AB müktesebatının özellikle sanayi ve tarım ürünleri ticareti, rekabet kuralları, anti damping gibi konularda DTÖ’nün ilgili anlaşmaları ile büyük benzerlikler arz ettiği kuşkusuzdur. AB’nin oluşmasına bizzat katkıda bulunduğu DTÖ ilkelerine ve düzenlemelerine uygun davranmak zorunda olduğu bilinmelidir. AB’ye katılım müzakereleri sürecinde Türkiye, bir yandan AB müktesebatına uyum sağlarken, diğer yandan da üyesi olduğu DTÖ ilkelerine, tüm diğer üye ülkeler gibi, uygun davranmak zorundadır.

Bu arada, üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de, DTÖ’de ele alınan konularda AB ile Türkiye arasında etkin bir istişare mekanizmasının kurulması ve işletilmesi gereğidir. Genel ticari çıkarlarımız açısından büyük önem arz eden bu husus, tam üyelik müzakerelerinden bağımsız olarak, salt Gümrük Birliği açısından da kaçınılmazdır. Bu ortamın sağlanabilmesi olanaklarının, bugünkü gelişmeler göz önünde tutulduğunda, kısıtlı olduğu düşünülse de, ileride iyi niyetli ve yapıcı bir müzakere ortamına girilebilmesi halinde, bu konunun özenle ve öncelikle ele alınması gerekir. ( Uzun zamandır bir türlü yapılamayan Gümrük Birliğinin güncelleştirilmesi müzakereleri son gelişmeler sonucu tekrar gündeme gelebilirse bu konunun da müzakere gündemine alınması yararlı olacaktır. Kaldı ki Gümrük birliği, AB ve Türkiye ayağı olan 2 taraflı bir kurumdur ve her 2 tarafı bağlayacak yeni anlaşmaların müzakere hazırlığı birlikte yürütülmeli ve üçüncü ülkelerle yapılacak anlaşmaları Türkiye’nin de taraf olarak imzalamasında ısrarlı olunmalıdır. Bugüne kadar Türkiye’nin aleyhine işleyen sistemin hiç değilse bundan sonra daha adil bir şekilde yürümesi mümkün olabilecektir. Türkiye’nin AB ile ticaretinin, AB üyesi birçok ülkenin AB içi ticaretinin toplamından fazla olduğunu hatırlayalım. Öte yandan, Genel hukuk anlayışına uygun ve mantıklı bir tutumun, siyasi ve güncel bazı sorunlara rağmen, AB açısından dikkate alınması olasılığının yüksek olduğunu düşünüyorum ).

AB ile katılma müzakerelerine başlayacak , AB ile olan gümrük birliği anlaşması çerçevesinde, birçok ülke ile STB anlaşmaları da bulunan, DTÖ üyesi Türkiye’nin serbest ticaret ilkesinden vazgeçmesi ve kapalı ekonomi politikası sürdürmesi mümkün değildir. Serbest ticaretin dünya ekonomisine ne denli olumlu katkıda bulunduğunu belirtmiştik. Ülkemizin de bu olgudan yararlandığı, sanayi üretimimizin kalitesinin artarak birçok alanda kolayca rekabet edebilir hale geldiği ve bu suretle ihracatımızın ciddi bir ivme kazanarak özellikle son kriz döneminde ekonomimiz için bir can simidi oluşturduğu yadsınamaz. (Üniversite öğrenimine başladığım 1958

yılından bu yana benzer durumların devrevi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Kısaca 1958, 1970, 1979-80, 1994, 2000 ve nihayet bugün. Hep döviz ve tasarruf sorunu, hep aynı geçici tedbirler ve biraz rahatlayınca “deja vu”. Bu oluşumlardan belki Sayın Derviş’in temele inmeyi hedefleyen politikalarını ayrı tutabiliriz. Neyse ki, dünyadaki örneklerle kıyaslandığında krizleri, bir süre sonra tekrar yaşamak üzere, kısa sürede atlatıyoruz ama kalıcı çözümler getiremiyoruz. Ekonomi ve sosyal politikamızda yanlış giden birşeyler var ama bu yanlışlar tabu haline getirilmiş olduğu için bir türlü düzeltilemiyor.)

  1. Korumacılık

Genelde çok olumlu etkileri olmasına rağmen, ticareti serbestleştirmenin bazı özel durumlarda, geçici de olsa olumsuz etkiler yarattığı da dikkate alınmalıdır. Bu olumsuzluk ekonominin tümü için olabileceği gibi mal ve sektör bazında da ortaya çıkabilir. Genel ithalat hızla artabilir ve tüm ekonominin veya bazı üretim dallarının korunması gerekebilir. Bu gibi durumlarda Hükümetler, geçmiş dönemlerde, gümrük vergilerini arttırmak, devlet yardımları yapmak , kota uygulamak veya ithalatı yasaklamak gibi yollara başvurmuşlardır. Ancak bu gibi uygulamalar diğer ülkelerin de aynı kısıtlayıcı yöntemlere başvurmalarına yol açmakta ve uluslararası ticaret hacmi ile birlikte ticaretin yarattığı etkinlik daralarak genel refahın düşmesi, veya hiç değilse artmayarak sabit kalması sonucunu doğurmaktadır Ayrıca, bu genel sakıncanın yanı sıra, ihraç ettiği ürünlere ek vergi veya kısıtlama getirilen ülkelerin karşı tedbir alarak sizin ihracatınızı da doğrudan olumsuz yönde etkilemeleri söz konusudur. Bir başka deyimle, aldığınız tedbir geri dönüp sizi vuracaktır ( Bomerang etkisi.) Genellikle yeni sanayi dallarının korunması için bazı kısa dönemli engellerin konması zorunluluğu vardır. Ancak, bazı alışkanlıklar nedeniyle bu gibi önlemlerin sonradan kaldırılması zor olmaktadır.

Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi tarihçesine bir göz attığımızda genel plandaki serbestleştirme çabalarının yanı sıra hemen hemen , gelişmiş ve gelişme yolundaki tüm devletlerin çok çeşitli koruma yöntemlerine başvurduklarını görüyoruz. Liberalizmin başlıca savunucusu gelişmiş ülkelerin korumacılıkta da öncülük ettikleri görülmektedir.

Gerçekten, özellikle tarife dışı engeller alanında çok çeşitli koruma örneklerine başvurulmaktadır. Günümüzde DTÖ anlaşmaları ile getirilen düzenlemeler sonucunda, yukarıda sözü edilen korunma tedbirlerini almak zorlaşmış, çeşitli anlaşmalarla düzen altına alınmış, bunlara karşı tedbirler alınabileceği öngörülmüştür. Sık sık başvurulan anti damping uygulaması ile ek vergiler konması çok özel usullere bağlanmıştır. Bununla birlikte, gümrük kapılarını ciddi şekilde kontrol altında tutabilen ve güvenilir istatistik verilere sahip gelişmiş ülkelerin gelişme yolundakilere nazaran dış ticaret politikalarını daha etkin biçimde uyguladıkları ve bu şekilde gerektiğinde çok ince ve ayrıntılı koruma yöntemlerine sıkça başvurarak çıkarlarını gözetmeye çalıştıkları da bir gerçektir.

Öte yandan, gelişmiş ülkelerde ulusal ekonomi bilincine ulaşmış fertler, çeşitli kurum ve şirket yöneticileri davranışları ile aşırı ithalata karşı çeşitli önlemler alabilirler. Yazılı olmayan kurallara bağlı olmayan ve toplumun ortak davranışı sonucu ortaya çıkan bu korumalara karşı DTÖ çerçevesinde tedbir alınması da mümkün değildir. Bu tip koruma mekanizmaları giderek daha

fazla DTÖ disiplinine tabi tutuluyor ve dikkatle uygulanması gerekiyorsa da aşağıdaki örneklerle bazı tedbirlerin nasıl kendiliğinden ortaya çıktığını göstermeye çalışalım. Hassas bir gözlem ve inceleme yapıldığında bu tip uygulamaların ne kadar çok olduğunu kolaylıkla görebiliriz.

  1. Gelişmiş ülkelerin uyguladıkları koruma önlemlerinden bazı örnekler ve İktisadi düşünen insan faktörü.

(Gelişmiş ülkelerde ulusal ekonomi bilincine ulaşmış fertlerin ve ayrıca kurum ve şirket yöneticilerinindavranış biçimleri de önemli bir koruma mekanizması oluşturmaktadır. Yazılı kurallara bağlı olmayan, daha çok ortak çıkarları dikkate alarak, toplumun, resmi makamlardan bağımsız, ithal ürünleri satın almaması karşısında herhangi bir hukuki yola veya misillemeye başvurulamayacağı kuşkusuzdur. Genel ve mahalli yönetimlerin yanı sıra toplum tarafından milli ekonomiyi koruma amacıyla gelişmiş ülkelerde uygulanan çok sayıda tedbir arasından birkaç örneğe dikkat çekmek istiyorum. Sözkonusu uygulamalar, milliyetçi duygulardan ziyade, kısa veya uzun vadede, kendi kişisel ekonomik çıkarlarını korumak için oluşan toplu bir anlayışın yansıması olarak görülebilir ).

İsviçre’den örnekler :

Dünya’nın en zengin ve liberal ülkelerinden İsviçre’nin otomobil üretimi yoktur ve İsviçre otolara “0” veya çok düşük gümrük vergisi uygulamaktadır. Aynı marka ve model bir arabanın İsviçre’deki fiyatı komşu ülke acentesinde %10-15 oranında daha ucuzdur ve ithalişlemleri kolaydır. Ancak, plaka alınması sürecinde, teknik kontrol belgesini alırken İsviçre’deki normların farklı olması nedeniyle bazı değişiklikler yapılması gerekmekte, ve bunların bedeli ucuzlıktan sağladığınız avantajı ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca servise 3-5 defa gitmek eziyetine de katlanmak durumundasınız. İsviçre, bu suretle üretimi olmasa da hizmet sektörünü korumaktadır. Bu şekilde, istihdama katkıda bulunulduğu gibi, yaratılan kazanç ve ücretlerden alınan doğrudan ve dolaylı vergiler bütçeye gelir olarak girmektedir. İsviçre ve İsviçrelinin yerli üretimi olmayan bir sektörde bu kez ithalatçısını nasıl koruduğunu göstermek açısından ilginç bir uygulama, ticarette teknik bir engeldir. Aynı şekilde, birçok İsviçre lokantasında mevsiminde sadece yerli ürünler bulabilirsiniz. Piyasada bulunduğu halde, yerlisi çıkmadığı için çilek servisi yapılmayan lokantanın uygulaması insanı şaşırtıyor. Yerli ürün mevsimlerinde büyük marketlerin benzer ithal ürünlerini satmadığı da kolaylıkla gözlemlenebilir. Bu durumun isviçreli iş sahipleri ve tüketicilerin maddi olanakları olmamasından değil, her düzeydeki kişinin ekonomik davranış bilincinin son derece gelişmiş olmasından kaynaklandığı kuşkusuzdur. İlk bakışta, küçük ve ihmal edilebilir gibi gözükse de ciddi tasarruf sağlanacağı ve bu tasarrufların toplamda önemli yararlar sağladığı kuşkusuzdur. Bu tür yaklaşımlar gelişmiş ülke insanlarının, olanak ölçüsünde, yerli malı kullanarak bizzat kendi zenginliklerine katkıda bulunduklarını anlayabildiklerini gösteriyor. (Çoğaltan etkisi) Örneğimizdeki lokantacı muhtemelen iktisat okumamıştır ve çoğaltan etkisini duymamıştır, Bununla birlikte, yerli tarım ürünü satın aldığında, üreticisinin doğrudan veya dolaylı bir şekilde kendisinin muhtemel müşterisi olduğunu, yaptığı harcamanın bir şekilde kendine döneceğini bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde biliyor.

. “Gelişmiş ülke insanların bu davranışlardan dolayı mı zengin oldukları veya zengin oldukları için mi böyle davrandıkları suali akla gelmektedir”

AB içinde üye ülkelerinin Kendi Aralarındaki Koruma Tedbirinden birkaç örnek :

Solarak bir başka gözlemimiz AB ile ilgili. 50 yılı aşkın gümrük birliği içinde olmalarına rağmen otomotiv üretimi olan ülkelerden hemen hiçbirinde yerli üretim dışında resmi araba veya belediye otobüsü göremezsiniz. O kadar ki, bu husus, otomotiv üretimi değişik eyaletlere yayılmış bir ülke olan Almanya içinde daha da çarpıcı olarak karşımıza çıkıyor. Stuttgart’ta polis arabalarının ve taksilerin büyük çoğunluğu Mercedes, Bawyera’da ise BMW markadır ( Her iki markanın anılan bölgelerde üretildiğini hatırlatalım.).Bu husus yöneticilerde bölge refahı için mahalli üretimi ve öz çıkarını koruma bilincinin ne kadar gelişmiş olduğunu göstermek açısından ilginçtir. Hiç kimse bu kadar küçük ayrıntıların ne önemi var dememekte, aksine davranışlar sosyal ve siyasi açıdan yadırganmaktadır. (Mahalli yönetici, aksine davrandığında seçmenin kendisini cezalandırabileceğini biliyor.. Geçmişte, Fransa ve Almanya ulusal düzeyde 2 ayrı sistem –pal ve secam- kullanarak yerli televizyon üretimlerini yıllarca korumuşlardır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Son yıllarda deli dana hastalığının sona erdiğinin açıklanmasından sonra dahi, bazı üye ülke temsilcilerinin İngiltereden et mamullerinin yeniden ithali için gerekli kararı bir süre daha geciktirme çabaları hatırlanmalıdır) .

  1. Yerli malı

Yerli malı kullanma düşüncesi, çeşitli teori ve bahanelerle ihmal edilemeyecek kadar önemli ve hatta hayatidir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında o dönemin üretim zorluklarına rağmen önemle üstünde durulan bu konunun, üretimimizin nitelik ve nicelik bakımından bugün ulaştığı durum ve gene bugün özellikle dış ticaret açığımızın ekonomimiz üzerinde yarattığı sıkıntılar göz önünde tutularak, tekrar ve önemle üzerinde durulmalıdır. Bu vesileyle yakın çevremizde gözlemlediklerimizi ve hatta kendi uygulamalarınızı gözden geçirmeniz yararlı olacaktır.

  1. 8. Korumacılığa karşı DTÖ kuralları : Anlaşmazlıkların Çözümü Mekanizması ve Paneller

DTÖ anlaşmalarına aykırı bir dış t,caret politikası veya uygulaması karşısında zarara uğradığını düşünen bir üye ülke durumu DTÖ nezdinde şikayet ederek sözkonusu politikaya son verilmesini ve uygulamanın son bulmasını talep edebilir, danışmalar sonuç vermez ise Panel kurulması talebinde bulunarak hukuki haklılığını ispatlayabilir. Panel şikayet konusu politika ve ya uygulamanın DTÖ kurallarına uygun olmadığını saptar ise, ilgili üye devlet yanlış uygulamaya son vermek durumundadır. Aksi hallerde DTÖ ile sağladığı tüm avantajları kaybetmek riski ile karşı karşıya kalacaktır.

(ABD’nin tek taraflı son gümrük vergisi arttırımları sonucu Türkiye dahil, birçok üye ülke ABD’yi şikayet etmiş ve benzer mukabil tedbirler almıştır. Bunun neticesi olarak da , bir yanda ABD ve diğer yanda diğer üye ülkeler birbirlerinden şikayetçi olmuşlardır. Danışmalar sonucu taraflar arasında bir uzlaşmaya varılamaz ise yakın sürede çok sayıda panelin kurulacağına şahit olacağız. Benzetme yaparsak, ABD birçok üye ülke ile mahkemelik olacaktır denilebilir.

Geçtiğimiz 70 yıl içinde ABD uygulamaları bir çok kez panel konusu olmuşsa da, söz konusu panellerin daha çok hukuki kavramlar üzerinden tartışmalarla bir sonuca vardığı görülmekteydi. ABD’nin son uygulamalarında ise bariz bir hukuksuzluk göze çarpmaktadır. ABD yüzde yüz haksız

bulunacağı bir alanda neden böyle davranmaktadır. O kadar ki ABD başkanı son günlerde doğrudan DTÖ’yü ve bu arada DTÖ Anlaşmazlıkların Çözümü Mekanizmasını da hedef almaya başlamıştır. Gerçekten, Trump ABD dış ticaret politikasının şikayet edilmesi üzerine kurulan panellerde, ABD’nin hep haksız bulunduğunu, Panel üyelerinin tümünün ABD’ye karşı olduğunu ifade etmekte, ABD’ye karşı bir ittifak doğduğunu söylemekte ve herhalde gerçekleri gösteren aynaya hiç bakmamaktadır. Özetle belirtmek gerekirse, ABD dış ticaret politikası özde yaratıcısı olduğu DTÖ sisteminden ve küreselleşmeden zararlı çıkmıştır ve bu sistemi yenileyerek değiştirmek istemektedir. Çoklukla amerikan sermayesinin hakim durumda olduğu dev uluslararası şirketlerin küreselleşmeden büyük yarar sağlamış olmalarına rağmen, bu durum ABD ekonomisinin 800 milyar dolar ticari açık vermesini engellememiştir. Trump’ın bu konudaki davranış ve kararları hesaplı bir politikanın tezahürüdür. DTÖ sisteminde değişiklik ise ancak yeni bir müzakere süreci sonunda gerçekleşebilir. İşte Trump, bir yandan ABD’nin ekonomik gücünü kullanacak, diğer taraftan pervasızca uygulamalarla partnerlerine gözdağı vererek sözkonusu müzakerelerde hakim pozisyona gelmeyi ve yeni sistemi yeniden ABD çıkarlarına uygun şekilde dizayn edilmesini planlamaktadır. Öte yandan, dış ticaret açığı tüm ülkelerde olduğu gibi ABD’de de istihdam sorununun temel sebeplerinden biridir. Bu nedenle iç politikada rahatsızlık yaşayan yönetimin, istihdamı kurtarmak için büyük işler yaptığı izlenimi vermek ve bunu da züccaciye dükkanındaki fil gibi kırıp dökerek ABD halkına göstermek istediği akla gelmektedir. Gerçekten, Meksika ile müzakerelerde belli bir başarı kazanılmış ve halka amerikanın çıkarlarının nasıl korunduğu gösterilmiştir. Muhtemelen daha sonra aynı başarı Kanada, AB ve Çin karşısında da sağlanmaya çalışılacaktır. Ancak, amerikan ekonomisine son derece bağımlı Meksika ve Kanada karşısında ikili düzeydeki elde edilen ve edilecek olumlu sonuçların, başta AB, Çin olmak üzere en büyük ekonomilere sahip ülkelerle diğer üye ülkeler karşısında DTÖ ‘de mücadele verilmesi ve ikna edilmeleri gerekmektedir. DTÖ‘de yapılacak çok taraflı müzakerelerde başarı sağlamanın oldukça güç olacağı kuşkusuzdur.

  1. Türkiye ve Korumacılık

Türk ekonomisinin 2004 yılında verdiği dış ticaret açığı ve bunun sonucu ortaya çıkan ödemeler açığı dikkatle izlenmeli ve gerekli önlemler zamanında alınmalıdır. Aksi halde, daha önce birçok kez yaşadığımız tehlikelerle tekrar karşılaşmamız mümkündür. Unutmayalım ki, bugün dünyada göreceli olarak en çok ticaret açığı veren iki ülkeden biri Türkiye’dir (diğeri ABD). İhracatta dünyada 28-30 uncu sırada olan ülkemiz, ithalatta ilk 20 ülke içindedir. Buna karşılık, esasen önemli bir borç yükü altında olan ülkemizin söz konusu borçlarını ödemek için cari işlemler fazlası yaratması hiç değilse yeni ve önemli açık vermemesi gerekir. Bu ise özellikle dış ticaret açığımızın azalması ve ihracatımızın ithalatı karşılama oranının en az % 80 ler düzeyine çıkması ile mümkün olabilecektir. İhracat artış hızımız belirli dönemler dışında kısıtlı olduğu cihetle geriye ithalat hacminin daraltılması seçeneği kalmaktadır. Politikamızın borç döndürme ile sınırlı kalması ve cari açığın sıcak para ile giderilmesinin tehlikeleri açıktır. Açığın genel talep daralması ile azalacağı hususu ileri sürülmekte, bu durumun kalkınma hızımızı olumsuz yönde etkileyeceği ifade edilmektedir. Bu durumda, bir yandan tasarruflarımızı arttırmanın, diğer yandan mal ve hizmet tüketimimizde içerde üretilenleri tercih etmemizin

uzun vadede tek çözüm olduğunu unutmamamız gerekir. Hiçbir fedakarlık yapmadan kalkınmak ve refah toplumuna ulaşmak ise sadece bir ütopyadır.

35-40 milyar doları bulan dış ticaret açığımızın başlıca nedenlerinden birinin YTL’nin değerli olması ve son dönemlerde değerinin giderek artması olduğunda kimsenin şüphesi yoktur. Ancak serbest veya dalgalı kur sistemi içinde bu konuya müdahale edilemeyeceği bazı çevrelerce ileri sürülmektedir. (Bu yönde yapılabilecek müdahaleler olduğunu düşünüyorum. Ancak bu konuyu işin uzmanlarına bırakmak daha uygun olacaktır). Böyle bir politikanın devamlı olması halinde açığın azalmaması ve muhtemelen artması beklenmelidir. İlk bakışta artarak devam eden döviz açığının,doğal olarak, döviz fiyatlarını arttıracağı ve bu suretle dengeye ulaşılacağı düşünülse de , açığın sıcak para ile kapatılması konunun ciddiyetinin anlaşılmasını engellemekte ve gerçek çözümarayışlarınınertelenmesineyolaçmaktadır. Bugün (2005) için reel faizler hala yüksektir. Bu politikanın özellikle muhtemel bazı tehlikeler öne sürülerek devam ettirilmesi, esas tehlikeyi teşkil eden sıcak para, değerli YTL ve artan dış ticaret açığı sorunlarının ihmal edilmesine yol açmaktadır. Kaldı ki, tam olarak algılamakta güçlük çektiğimiz husus, kurların serbestçe oluştuğunu ileri sürerken reel faizlerin düşürülmesinde isteksiz davranarak pasif müdahalecilik yapmanın ne kadar serbest piyasa ilkelerineuygunolduğudur. Öte yandan, AB ile gümrük birliği, tam üyelik perspektifi, serbest ticaret anlaşmalarımız ve DTÖ çerçevesindeki yükümlülüklerimiz, gerek siyasi gerek ticari açıdan, ülkemizin uluslararası kuralları çiğnemeden, gümrük vergilerinin artırılması veya kota uygulaması gibi daha önce uygulanan klasik ve kolay koruma yöntemlerine başvurmasını adeta imkansız hale getirmektedir. Tercihini serbest piyasa yönünde yapmış olan ve esasen sözkonusu ilişki ve kurallardan ihracatımızı arttırmak için azami ölçüde yararlanmakta olan ülkemizin bu tür uygulamalara girmesini de esasen beklememeliyiz. Serbest piyasa düzeninin ekonomimizin rekabet gücüne ulaşması ve kalkınmamız açısından vazgeçilemez olduğunu kabul ediyoruz. Bununla birlikte, bu durum uluslararası anlaşmalara uyabilecek çeşitli tekniklere başvurularak spesifik mal ve sektörlerde ( tabiatıyla mal ve sektör seçiminde özel rantlara olanak vermeyecek biçimde), birçok ülkenin yoğun şekilde yaptığı gibi, ince ayar koruma önlemleri almamızı da engellememelidir. Bütün bu hususlar dikkate alındığında, dış ticaretimizin dengeye kavuşabilmesi ve bu suretle ülkemizin çeşitli ekonomik ve siyasi sıkıntılardan daha kolaylıkla kurtulabilmesinin sadece hükümet tarafından alınacak karar ve uygulanacak düzenlemelerle mümkün olamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Bu karar ve düzenlemelere ek olarak ve belki de onlardan çok daha önemli olan, tüm tüketici ve üreticilerimizin ve hizmet sektörümüzün,sadece ülke çıkarı açısından değil, özellikle kendi uzun vadeli ve genel çıkarları için de, yeni bir “ekonomik düşünme şuuruna” erişmesinin gerekli olduğu kuşkusuzdur. Ancak bu durum bireylerin kolayca anlayacakları ve uygulayabilecekleri bir husus da değildir.

=laylara sadece teorik açıdan bakanların, ne pahasına olursa olsun mutlak serbesti diyenlerin, sadece fındık üzüm ürettiğimiz dönemlere atıfta bulunarak yerli mal kullanımının

teşvik edilmesini küçümseyenlerin, serbest ekonomi düzeninde ben her istediğimi alır tüketirim diyenlerin karşı teori ve itirazlarını şimdiden duymamak mümkün değildir. Bu kişilere, işsizliğe, gelir dağılımı adaletsizliğine, bunların sonucu olarak ortaya çıkan kapkaç, hırsızlık ve güvensizlik ortamına nasıl çare bulmayı düşündüklerini ve nihayet kalkınmamız ve halkımızın arzulanan refah düzeyine ulaşması için en büyük engel teşkil ettiğini düşündüğümüz, dış ticaret açığı ve borçlanma sarmalını nasıl kıracaklarını sormamız gerekiyor.

Bilindiği gibi, üst gelir gruplarının ithal malı tüketim eğilimleri yüksektir. Bu nedenle, ülkemizdeki gelir dağılımı dengesizliğinin tüketim malı ithalatımızı önemli ölçüde tetiklediği de göz önünde tutulmalıdır. Bu arada, tüketicilerimizin komşusundan veya arkadaşından farklı olmak ve gösteriş yapmak amacıyla ile yeni ve pahalı mallara yöneldiği ve yarınki gelirini bugünden harcama eğiliminde olması da ithalatımızı arttıran bir olgudur. Fert başına 4000 dolar civarında geliri olan toplumumuzun şubat ayında ithal malı karpuz veya doğrudan veya dolaylı ikame ürünleri mevcutken ithal malı tarım ürünlerini tüketmesinin ve bunun çeşitli biçimlerde özendirilmesinin ne derece ekonomik ve akılcı bir davranış olduğu hususu önemle sorgulanmalıdır. En önemli zorluklardan biri, toplumumuzda fertlerin birçok maddi eksiği ve sıkıntısı varken, diğer kişilerinden farklı gözükmek için, haydi başka şey demeyelim, gösteriş merakından doğan alışkalıklarıdır. Bu durumun üstesinden gelmenin ise ne kadar güç olduğunu sosyo – psikologlar daha iyi açıklayabilirler. Bu gibi durumların önemsiz olduğu söylenebilirse de, burada anlatmak istediğimiz bir davranış biçimidir. Kaldı ki, bu tür davranışların uzun dönemde yaratabileceği alışkanlıkların maliyeti yüksek olacaktır. Etrafımıza kısaca bir göz attığımızda bu örnekleri çokça görmek mümkündür. Kendi üreticimize kazandıramaz isek, kendi ürettiğimiz mal ve hizmetlerin de talebini kendimizin daralttığını, bir başka deyişle, bindiğimiz dalı kestiğimizi özellikle düşünelim. Yukarıda belirttiğimiz şekilde davranmayan üreticimizin iç talep darlığından, esnafımızın yaprak kımıldamamasından ve memur ve işçilerimizin maaşlarının azlığından şikayet etmekte ne kadar haklı olabilecekleri kuşkuludur.

9-Ne yapmalı: Tüketicilerimiz ithal mallarına karşı bağımlılık ve düşkünlüklerini kendi serbest iradeleri ile azaltmaları ve ikame olanağı bulunduğu sürece yerli malı satın almaya özen göstermelidirler. Bu alanda şuurlanmayı yaratacak her türlü çaba sarf edilmelidir. Daha önemli olarak, gerek iç tüketim, gerek ihracata yönelik üretim yapan sanayicilerimiz için, ekonomik ve teknik olanaklar elverdiği ölçüde, yerli hammadde ve yarı mamul kullanmak birinci öncelik olmalıdır. Serbest ekonomi ve rekabet ortamında bunun kolay olmadığı, hatta bazı sektörlerde ve özel durumlarda ithalatın gerekli ve yararlı olduğu da kesindir. Bununla birlikte, olanak ölçüsünde, yurtiçinde katma değeri yüksek malları üretmek ve tüketmeye çaba göstermeliyiz. Hükümet ve yetkili mercilerimiz ve vatandaşlarımız her duruma bu boyutuyla bakmalı ve buna uygun politikalar izlemeli ve gerekli fiziki planlamaları genel ve özel düzeyde yapmalıdır. Demiryollarımızın uyguladığı fiyatlar nedeniyle yerli demir cevherimizin ithal cevhere nazaran daha pahalı gelmesi ve bu nedenle en uygun fiyatı arayan fabrikalar açısından tercih edilmemesi veya daha az tüketilmesi, bu konuda bir örnek olarak gösterilebilir. (Kalite vs. gibi hususlarayrıdır). Gerek tüketimde, gerek hammadde ve ara mal kullanımında kendi dikkat ve özverimizle yılda % 15-20 oranında ithal malı kullanmaktan kaçınabildiğimiz taktirde, birçok sorunumuzun ortadan

kalkacağı önemle göz önündetutulmalıdır. Finans sektörümüz ithalat yerine yerli üretimi destekleyici politikalar izlemeye özen göstermelidir. Enflasyon oranlarındaki düşüş ölçüsünde bankalarımızın ticaret finansmanından yatırım ve üretimin finansmanına yönelmelerini umut etmeliyiz.(Bazı Avrupa ülkelerinde ithal otomobillerle ilgili finansmanın bizzat ihracatçı üreticinin finansal kuruluş tarafından sağlandığı dikkate alınmalıdır. Otomobil bir örnektir. Bu husus diğer dayanıklı tüketim malları, özellikle beyaz eşyalar vs. için de geçerlidir). Bankalarımız uzun vadede, mali piyasalarımızın ancak bu şekilde güçlenebileceğini daima gözönünde tutmalıdırlar.

İnşaat sektörümüz daha çok yerli malzeme kullanmaya dikkat etmelidir. Özellikle kamusal alanlarda hizmet verilen binaların yapımında yerli malzeme kullanılması mümkünken bunların yerine ithal malı kullanılması dikkat çekicidir. Sadece kalite ve fiyat unsurlarının bu konuda etkin olmadığı dikkate alınırsa, malzeme seçimlerinin neden bu şekilde olduğunun araştırılması ilginç sonuçlar verebilir.

Tüketime aracılık yapan özellikle mağaza zincirleri raflara koydukları malların menşe seçiminde dikkatli olmalı, uzun vadede müşteri sayılarının, cirolarının ve kârlarının artmasının ancak yerli malı tüketim oranının artması ve böylece üreticilerimizin ve çalışanların gelirinin artması ile mümkün olabileceğini dikkate almalıdır. Dünyada en büyük ticaret fazlası veren ülkelerden biri olan Japonyada ithalatçıların, mağaza zincirlerinin ve nihayet tüketicilerin bu konulardaki örnek ve ders alınacak davranışları dikkatle incelenmelidir ( belki de örnek alınmalıdır ).

Her tür reklamda ve her fırsatta, satılan ürünün ithal malı olduğu vurgulanarak, tüketicinin bilinç altında ithal malı iyidir dolayısıyla yerli malı kötüdür imajı yaratılmamalıdır. Bu tür davranışlar yerli ürünlerimiz ve üreticilerimize karşı haksız rekabet yapılması anlamındadır. Konunun hukuki veçhesi bir yana, özellikle zincir mağaza sahipleri, yöneticileri ve çalışanlarının biraz daha özenli olmasını beklemek hakkımızdır. Aynı şekilde, ithal malı hediye ve promosyon ürünlerini dağıtan ve reklam edenlerin de bu davranışlarının orta ve uzun vadede ne kadar uygun olduğunu kendi kendilerine sorgulamaları gerekir.

11-Sonuç -Önemle belirtmek istiyorum ki, bu satırların yazarı hiçbir şekilde kapalı ekonomi taraftarı değildir. Aksine bütün çalışma hayatı boyunca hep serbest ekonomi ve serbest ticaretin faziletine inanmış ve kendi çapında bu görüşün savunucusu olmuş ve bu alanda fiilen çalışmıştır. Bu düşüncelerin katı bir ulusalcılık anlayışından kaynaklanmadığı da dikkatli ve bilinçli okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılacaktır.

Temel amacım bazı hususlara dikkat çekerek, yakın, orta ve uzun vadede ekonomimiz ve sosyal yaşamımız açısından son derece önemli ve çözüm bulunamaz ise bu ölçüde tehlikeli olacağını düşündüğüm bir konuda yeni bir anlayışın doğmasının gerekliliğine işaret etmektir. ( Bu yazıyı ilk yazdığım tarihten bu yana geçen 13-14 yıl sonra, özellikle dış ticaret ve cari açık konularında geldğimiz duurm, o tarihteki kaygılarımın maalesef gerçekleştiği açıkca gösterir niteliktedirtedir.)

– Yukarıda belirtilen hususların hiçbiri uluslararası anlaşma ve kurallara aykırı değildir. Ülkemizin belli bir kalkınma düzeyine ulaşması, dış ticaret açığımızın kapanması, ödemeler dengesinin

sağlanması veya hiç değilse taşınabilir makul açık düzeyinde kalması durumunda, yukarıda değindiğim hususların önemi büyük ölçüde azalacaktır. Bununla birlikte, bu konuda tekrar tekrar vurgulamakistediğimesaskonuşudur: :

DIŞ TİCARET VE ÖDEMELER DENGESİ AÇIĞI SADECE FİNANSAL AÇIDAN BAKIŞLA ELE ALINACAK BİR HUSUS DEĞİLDİR.

AÇIĞIN SICAK PARA İLE VE DİĞER FİNANSAL ENSTRÜMANLARLA VE HATTA TURİZM VE HİZMETLER GİBİ KALEMLERİN GELİRİYLE KAPATILIYOR OLMASININ FAZLACA BİR ÖNEMİ YOKTUR VE SADECE KISA VADELİ KAYNAKLARLA SORUNUN ÜSTÜNÜN KAPATILMASI ANLAMINA GELMEKTEDİR.

DÜNYADAKİ GELİŞMELERİ BU YÖNDE YORUMLAYARAK TÜRKİYE’DE HERŞEYİN YOLUNDA GİTTİĞİNİ İDDİA EDEN UZMANLARA DİKKAT ETMEMİZ GEREKİYOR. BUNA KARŞILIK SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR KALKINMA VE ULAŞILACAK REFAH DÜZEYİNİN DEVAMLILIĞINI SAĞLAMAK, BU SURETLE İŞSİZLİK, GELİR DAĞILIMI ADALETSİZLİĞİ GİBİ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ VE BUNLARIN YOL AÇACAĞI SOSYAL OLUMSUZLUKLARA OLANAK VERİLMEMESİNİN TEK YÖNTEMİ ÜRETMEK VE ÜRETİMİ TEŞVİK ETMEKTİR. BU ALANDA KÜÇÜK BÜYÜK , ÖNEMLİ ÖNEMSİZ DEMEDEN TOPYEKUN SEFERBER OLMALI ELDEN GELEN HERŞEYİ YAPMALIYIZ.

ÜRETİMDE KULLANACAĞIMIZ MALLARLA TÜKETECEĞİMİZ ÜRÜNLERİN SEÇİMİNDE YUKARIDA BELİRTİLEN ŞEKİLDE ÖZEN GÖSTERMEK KENDİMİZİN VE ÇOCUKLARIMIZIN REFAHI İÇİN ÇOK BÜYÜK ÖNEM ARZ ETMEKTEDİR. ZOR AMA, AB İÇİNDE VEYA DIŞINDA, ANCAK HER DURUMDA KENDİMİZ İÇİN BAŞARMALIYIZ. ,

İstemi Parman

*2005 ( ve Eylül 2018 )

Paylaşın

İlişkili Makaleler

CUMHURİYETİMİZİN İKİNCİ YÜZYILINA DAİR
14 Mayıs seçimleri: Yeni bir yol ayrımı

About Author

admin