Dış Ticarette Türk Hazır Giyim Perakende Sektörünün Yeri, Sorunlar ve Çözüm Önerileri

Eylül 6, 2014

|

Kategori:

 

Duygu SARI

 

 Hazır Giyim Sektörünün Tarihi ve Gelişimi

 Dünyada Hazır Giyim ve Moda

Son 30 yılda, modanın geçirdiği evrim, toplumda çağdaş bölünmelerle paralellik göstererek, çeşitliliğin artması, sosyal gruplar arasındaki karmaşık ilişkiler ve değişik sosyal gruplar arasındaki iletişimin büyümesi yönünde oldu. Baskın tarzdaki değişiklikler, değişik sınıflardaki kişilere hızla iletildi. Bu süreçte üst sınıftaki insanlar model olarak büyük rol oynadılar.

Toplumdaki sosyal sınıflar içinde ve arasında olan bu parçalanma modanın 3 ayrı kategoride gelişmesine neden oldu: lüks tasarımcı modası, endüstriyel moda ve sokak tarzı. Bu 3 kategori zayıf bir bağ ile bağlanıyor: Sokak tarzının lüks tasarımcı tarzı üzerinde, bu ikisinin de endüstriyel moda üzerinde bazı etkileri var.

Bu 3 kategori ilişkileri arasındaki önem çeşitli moda organizasyonları ve bunların müşterilerle olan ilişkilerine dayanıyor. 
Moda dünyasının merkezleri olan Paris, New York ve Londra farklı açılardan önem taşımaktadır. Her ülkede moda tasarımcıları, tek tür rolü destekliyor, tıpkı kendilerini artist, artist-craftsmen veya girişimci olarak görmeleri gibi…
Çoğu yaşam tarzı uzmanı olan New York tasarımcıları, spesifik yaşam tarzlarını gösteren, gerçek veya hayali kıyafetler yaratmakta ustadır. Londra’daki tasarımcılar ise gençlerle yakın iletişim içindedir, moda tarzını etkileyen değişik popüler kültürlerdeki yaratıcılarla birliktedir ve bunlara kazanç getirenden çok çirkin, yıkıcı ve denenmemiş tasarılardan oluşan çevre daha yakındır.

Moda kaynakları, akımları tarih boyunca değişim göstermiş, bir çok olaydan etkilenmiştir. Bunların sonunda da karmaşıklaşmaya başlamıştır. Tarihsel bazda modanın geçmişine göz atarsak bu değişimleri ve etkileri daha iyi anlayabiliriz.

1920ler…havailik, bolluk ve kayıtsız davranışlar zamanı…

1. Dünya savaşının sona ermesiyle insanlar daha özgür olmak, eğlenmek istiyorlardı. Bu dönemde 1800’lerin ortalarında giyilen kıyafetler erkeklerin günlük giysilerini oluşturuyordu. Renkli gömlekler giyiyor, üzerinde geometrik desenler, çizgiler olan kravatlar takıyorlardı.
Kadınların giyim tarzı ise bağımsızlık hareketinden büyük oranda etkilendi. Çünkü Batı’da kadınlar eşitlik ve siyasi haklar için savaş veriyorlardı, bu savaş en “şık” ifadesini kadınların dış görünümünde ve giyimlerinde buldu. Bukleli, lüle lüle saçlar yerlerini kısa ve rahat kesimlere bırakmıştı. Fırfırlar, farbalaların yerine sadelik ve rahatlık öne plandaydı… Kıyafete ek olarak duruş, figür, saç ve kozmetik sektörü de gelişti. Bunda film endüstrisi ve artistlerinde önemli etkileri oldu.
Erkeklerde resmi gece kıyafetlerini andıran manto kuyrukları vardı, bunlara şapkalar eşlik ediyordu. Smokinin popülerliği yavaş yavaş artsa da henüz kabul görmemişti. Resmi gece giysilerinin altına siyah deri ayakkabılar giyiliyordu.

Dizden bağlı pantolonlar “knickerbockers” (daha sonraları “knickers” olarak kısaltıldı) iyi giyimli erkeklerin popüler giysisiydi. Paltolara büyük yama cepler, kemerler takılıyor, tek düğmeli ve genellikle omuzluk ile kullanılıyordu. Erkeklerin ayakkabıları ise “knickers”larla uyumlu haldeydi.
1925’te bol pantolonlar ortaya çıktı. Moda erkeklerin kıyafetlerini 30 yıl kadar etkiledi. Oxford çantaları ilk defa üniversitelerin knickers üzerindeki yasaklamalarını delmeye hevesli Oxford öğrencileri tarafından giyildi.
20’lerin başlarında kadınlar daha çok bol ve yüksek belli giysiler tercih ediliyordu. Giysi belleri zamanla kalçaya kadar inmesine rağmen bol kesim bir süre daha egemenliğini sürdürmeye devam etti.

Ereklerde ise jazz giyimi çok hızlı bir şekilde moda olup, daha sonra da ortadan kalktı. Bu moda da ceketler uzun ve sıkı belli, uzun arka yırtmaçlıydı. Düğmeler çok sık dikiliydi.

Tüvit giysiler bu zaman popülerlik kazandı. Kabarık dokunmuş yünlü kumaş anlamına geliyordu. Daha sonra bu terim evde örülmüş yünler için kullanılmaya başlandı.
Ayrıca 20’ler düğmenin yılı oldu. 1893’te patentlenen fermuar ise 30’lara kadar yaygın olarak kullanılmamıştır.
 1925’te belsiz kıyafetler ortaya çıktı, özgürlük savaşında eteklerinde vazgeçmeyen kadınlar, dizin biraz altına kadar inen pilili eteklere büyük rağbet gösterdiler. Ancak 1928’de tarzın tekrar değişmesiyle kıyafetler vücuda oturmaya başladı.

En çok kullanılan dokuma malzemesi pamuk ve yün oldu, yüksek kalitesinden dolayı ipeğe rağbet olduysa da fiyatı yüzünden bu sınırlı düzeyde kaldı. Bu dönemin ortalarında suni ipek ortaya çıktı ve doğal olanının yerine kullanılmaya başlandı.

Kadın yüksek modasının (haute couture) merkezi şimdi olduğu gibi Paris’ti. Ancak erkeklerin kıyafetleri Londra’dan etkileniyordu. Fransa’daki modacılar yenilikleri kolay kabul etmediğinden, bütün erkek moda dergileri Londra’daki stil ve trendlerden oluşuyordu.

Bu dönemde erkeklerin diğer bir popüler giysisi fanila oldu. Fanila yünlü giysi anlamına geliyor. Fanila orijinal olarak ağır, konforlu, yumuşak yapılan hafif uyku giysisiydi. Gri popüler renkti ve gri fanila pantolonlara da “grayers” deniliyordu. Diğer moda renkler beyaz, bej ve çizgili modellerdi. Fanila pantolonlar geleneksel olarak ılık havalarda giyiliyordu. Gençlerde bütün gün fanila pantolonlar ve yakalıklarla geziyorlardı.
Belki de basit tarzlar sayesinde giysi endüstrisi 1920’lerde büyük bir büyüme kaydedildi. Bu üretilen giysiler herkese uyumlu hale getirilirken makul fiyatlı giysiler daha tercih edilir oldu.

1922’de ülkelerin ilk outdoor alışveriş merkezi olan “The Country Club” Kansas City, Kansas’ta açıldı. Bugün hala faaliyetini sürdürüyor.

1930lar… Hazır giyime rağbet azalıyor…

24 Ekim 1929’da yaşanan büyük Wall Street Bunalımı’yla beraber moda da olumsuz yönde etkilendi. Bu bunalımın sebebi para politikasındaki yetersizlik sonucu ortaya çıkan para arzında mutlak düşüştü ve 1932 yılı sonuna kadar süren yaygın banka iflasları ve bununla ilişkili olarak da Amerikan Federal Rezerv Bankasının para stokundaki azalmayı önleyememesi bunalımın büyümesinde büyük bir rol oynadı. Bu bunalımdan sonra yaklaşık 8 milyon insanın işsiz kalmasıyla giysiye ayrılan bütçede ortadan kalktı. Giyim endüstrisi bütçe daralmasına sahne oldu. Kadınların dikiş dikme olayında büyük artış oldu. Çünkü yenisi alınmadan önce onarılıyor, yamalanıyordu. Hazır giyime rağbet azaldı ve stillerde olumsuz değişiklikler oldu.
Kadın modasında 20’lerdeki salık ve erkeksi görüntünün yerini daha yumuşak, kadınsı çizgiler aldı. Kıyafetlerin topuklara kadar inmesine karşılık yakalarda omuz hizasına kadar indi. Yüksek belin tekrar revaçta olmasıyla beller daha ince, kalçalar daha küçük görünmeye başladı. Eteklerde detaylara dikkat edildi.

Kadınlarda zerafeti, inceliği ön plana çıkaran giysiler modayken erkeklerde ise kıyafetler insan gövdesini büyük göstermeyi amaçlıyordu. Omuzlar vatkayla kaldırılıyor, giysi kolları da bileklere doğru daralıyordu.

Double-breasted kıyafetlere talebin artması modern iş kıyafetlerinin ortaya çıkacağının habercisi oldu. Geniş omuzlu, yırtmaçsız ceketleri bol kesimli uzun pantolonlar tamamlıyordu. Bu kıyafetler gri, siyah, deniz veya gece mavisi oluyordu.

Kışın kahverengi cheviot; baharda ise ince yünün içine beyaz, kırmızı, veya mavi tonlarından oluşan ipekli giysiler popülerdi. Bu zamanda çizgili takımlar erkeklerin gardırobunun standart elementi haline geldi. Tek, çift, chalk, geniş, dar çizgiler tercih edilenler arasındaydı.

Kadınlarda ise kürkün bütün çeşitleri sabah – akşam kullanılmaya başlandı. Kürk atkılar, atkılar, paltolar, değişik aksesuarlar kadın kıyafetlerini süsledi.

Şapkalar açıyla takılmaya başlandı, bere yerine cloche şapka takıldı, bu dönemin sonlarına doğru da türban ortaya çıktı.

Ayakkabıda ise parmak ve topuk gösteren modeller, dans ayakkabıları, apartman topuklar, bilekten bağlı, tokalı modeller, çanta da ise boncuklu tasarımlar moda oldu. 30’ların sonlarında da deri kullanılmaya başlandı.

Bütün bu incelik ve zerafete karşın spor kıyafetler ise erkeksi bir çizgi kazandı. Sportif giysiler, deri ceketler moda oldu.

1935’te Başkan Roosevelt’in yeni anlaşmasının sonucu olarak refah geri döndü. The rebounding ekonomi, iş kıyafetlerine yeni bir dizayn öngörüyordu. Bu, bu giysileri giyen iş adamlarının statüsünü mükemmelleştirmek içindi. Londralı bir terzi tarafından geliştirildiği için London Cut adına alan bu görünümde kıyafet kolları omuzlardan bileklere doğu inceliyordu, büyük cepler ve düğmeler, geniş ve sivri yakalardan oluşuyordu. Vatkalar omuz uçlarını bir hizada gösteriyordu ve ek kumaş kol boşluğunu dolduruyor, omuz bölgesinde bir perde (drape) oluşturuyordu. Bu detaydan dolayı, bu takım “London drape” veya “drape cut” olarak da biliniyordu.
Bu yeni giysinin değişik versiyonları da daha sonra ortaya çıktı. Bunlarda 4 yerine 6 düğme, düğmelere doğru eğimli yaka ve daha uzun kenarlar vardı. Bunların moda olmasında Clark Gable, Cary Grant gibi birkaç Hollywood starının filmlerinde bu giysileri giymesi rol oynamıştır. O andan sonra da orta Amerika da popülerlik kazandı.
Meşhur “Palm Beach” kıyafetlerinin dizayn edilmesi de 1930’lara dayanıyor. Bu kıyafetleri yapmada Gabardin’de kullanılmıştır. Bunlar çok çabuk bir şekilde Amerika’nın mükemmele eşit, ve Wall Street İş adamları arasında sıcak günler için tercih edilen çabuk bir şekilde yayılan yazlık kıyafet haline geldi. 
Bu zamanlarda blazers (pantolonu değişik kumaştan, parlak düğmeli bir tür ceket) popüler hale geldi. Bu kıyafetler 19. yüzyılın son zamanlarında İngiliz üniversite öğrencileri tarafından kriket, tenis oynanırken giyilirken bunun Amerikan versiyonu ise mavi, cam yeşili, tütün kahverengisi, krem renklerinden oluşmaktaydı.
Bu dönemde zarar verici madde içermeyen yıkanabilir ve kolay taşınır kumaşlar ortaya çıktı. Günümüzde de kadınların vazgeçilmez aksesuarlarından olan naylon çoraplar, 1935’te naylonun kullanılmaya başlanmasıyla, üretilmeye başlandı.
Bu döneme kadar düğmenin gölgesinde kalan fermuar, İlk başlarda ayakkabıda kullanılandı. Daha sonra da giysi parçalarını kapama amaçlı kullanılmaya başlanmasıyla popülerlik kazandı.

30’lu yıllardaki erkek modasını gangster etkisinden bahsetmeden tartışmak eksiklik olur. Gangsterler hırsız olarak küçümsenirken, çelişkili olarak giydikleri kıyafetler yüzünden “iş adamı” imajı çiziyorlardı. Ancak tipik iş renklerini ve stillerini seçmiyor ve her detayı çok uç noktalarda kullanıyorlardı. Daha sonraları gangster tarzına benzer giyinme yolunda gelen yoğun istekler üzerine New Yorklu yüksek modacılar “Broadway” takımını yaratmak zorunda kaldılar.

1931’de ise erkekler için moda dergisi olarak “Apparel Arts” bulundu. Daha sonra bu orta sınıf Amerikalı erkeklerin moda kural ve gelişimlerini içeren dergisi haline geldi.
Bu on yılda kitle üretiminde yoğun desteklemeler oldu. Bunun sayesinde kadınlar bugünkü iyi kesimli, iyi dikimli kıyafetlere ulaştılar. Ancak 3 Ekim 1939’daki savaşla hem kadın, hem erkek modasındaki yoğunlaşma kesintiye uğradı.
1940lar…Dünyanın moda merkezi değişiyor mu???

2. Dünya savaşı, dünya modasını sonsuza dek değiştirdi. Almanya moda kontrolünü eline geçirmeye başladı. Fransa moda evlerini Berlin’e taşıyarak Berlin’i, dünyanın moda merkezi olmasını istiyorlardı.

Savaştan önce, New York’taki modacılar, Atlantik Okyanusu’nun  etrafına geziler yaparak, her yıl Fransa’daki frapan ve zengin moda şovlarına katılıyor, geri dönüncede Paris’teki modayı kopyalıyorlardı. Birleşik Devletler Paris’ten uzaklaşınca yeni moda yaratma girişimlerine başladılar ve spor giyim üzerine yoğunlaştılar. Bunun sonunda da dünyanın spor giyim merkezi oldular.

1941’de hükümet bütün doğal kumaş stoklarına el koydu. Suni ipekli kumaş endüstrisi hız kazandı. Naylon çoraplar ortadan kalktı.

8 Mart 1942’deki US Government War Production Board giyimin her görünüşünü düzene soktu ve doğal ip kullanımını kısıtladı. Sivil giyimde kullanılan yün tedariki, askeri gereksinimi karşılamak için 204.000 tondan 136.000 tona indirildi. Bütün ülkelerdeki üretimler suni iple yapılmaya başlandı. Viskoz ve suni ipek bunlardan en çok kullanılanlarıydı. Ama maalesef bunlar iyi substitute değildi, çünkü sıcak tutmuyorlardı ve çekiyorlardı.

Amerikan tasarımcılarının öncülüğünü yaptığı spor giyim modası lise kampüslerinden çıktı ve toplumun her katına ve her yaş grubuna uyum sağladı. 

25 Ağustos 1944’te nihayet Almanya’nın Paris’i işgali bitmesiyle dünya moda sahnesine yeniden çıkan Fransa’da 53 modacı birleşerek seyahat eden bir sergi yarattılar.

Savaş sonunda mecburen giyilen eski yamanmış giysilerden sıkılan kadınlar değişikliğe hazırdılar ve moda yumuşak, kadınsı ve romantik bir resme büründü.
 
Bu dönemde revaçta olan detaylar ise: etek kenarlarında, yakalarda, bellerde olan dalgalanmalar; çan, birleşik ve a-line etekler; bluzlar; sütyen ve kemer olarak 2’ye ayrılmış korse ve tekrar ortaya çıkan naylon çoraplar.
Tabi ki savaşın bitmesinin etkileri sadece kadın modasında yaşanmadı, erkek modası da bundan büyük bir oranda etkilendi. Stiller tam kesim ve uzundu. Bu değişimin bir  nedeni de savaş zamanı olan kıtlığa karşı olan bir reaksiyondu. Uzun montlar ve tam kesim pantolonlar bolluğun ve lüksün simgesi olarak görülüyordu. Bu giysilerde fazla gösterişliden, hassas olana kadar tüm renkler vardı. El boyaması olan kravatlarında popülerliği vardı. Gökdelenler, egzotik ağaçlar, limuzinler, rodeo yapanlar, gün batımı ve bazen de pin-up kızları kravatların üzerinde görülen şekillerdendi. 

2. Dünya Savaşından sonra, Paris’in yüksek modadaki gücünü geri almasıyla Amerikan tasarımcıları spor giyim alanında hız, güvenirlik ve saygı kazandılar.
 
Savaş sonrası modasında en büyük değişikliklerden biri de erkeklerin modasının günlük gömleklere olan adaptasyonu oldu. 1946’da ve 47’de Hawaii veya Carisca gömlekleri ilk defa Kaliforniya ve Florida plajlarında giyildi. Bu gömlekler parlak renklerden yapılıyordu ve meyve, çiçek, ateş, kadın, deniz resimleri vardı. 
Bu dönemin sonunda erkekler üniformalardan yorulmuşlardı ve yeni bir görüntü istiyorlardı. Amerikan tasarımcıları dünyanın spor giyimi üzerindeki hakimiyetlerini bıraktılar. Amerika’nın spor giyimdeki trendlerini Avrupa uygulamaya başladı. 
Tarihte ilk defa, genç insanlar modayı yarattılar, yaşlılar da onları takip ettiler. 
1950’lerde erkeklerin kıyafet alım sıklıklıkları birbirleri arasında farklılık gösteriyordu. Orta sınıfa mensup olanlar, çalışanlara nazaran daha sık takım elbise alıyordı. Bu olay 1988’lere kadar -her ne kadar bu dönemde alınan kıyafetler takım elbiselerden kota, spor gömleklere, spor kıyafetlere geçiş gösterdiysede- devam etti. 
Ancak, 1973’te çalışan erkeklerin, orta sınıftakilerle karşılaştırıldığında, daha fazla miktarda kot, spor gömlek, spor kıyafetler gibi rahat giysileri aldığı görüldü. Bu spor kıyafetleri giymek, iş kıyafetleri giymekten daha fazla postmodernist duyarlılık gösteriyordu.

Kadınlar, 1950’li yıllarda ‘Cigarette’ olarak adlandırılan dar pantolonlar, çiçek motifli kadınsı detaylar taşıyan ‘top’lar, dar ve kısacık ceketler giyiyorlardı. Ayrıca Amerikan filmlerinde sık sık gördüğümüz seksi gecelik ‘baby doll’ler, mini etekle bağdaşan ‘baby doll’ tarzı bluzlar ve Brigitte Bardot stili sarı saçlar oldukça revaçtaydı.

1960’lı yıllarda başlayan hazır giyim (pret a porter) kavramı, moda tarihi bilincini podyumlara taşımaya başladı. Modayı etkileyen önemli akımlar, arşivlerin süzgeçten geçirilerek güncellenmesiyle doğdu. 1960’larda mini etek ‘sokak tarzı’ tarafından benimsenmeye başladı.

Savaş sonrası periyotta erkeksi üniformalar, erkeklerle benzer işlerde çalışan kadınlarda da görünmeye başladı. 1940’larda nakliye işinde çalışan kadınlar erkeklerle aynı şeyleri giyiyorlardı. 
Eyalet ve yerel hükümetleri cinsiyet ayrımından uzaklaştırmak için, Amerikan polis departmanı, 1972’de Civil Rights Act’ı (renk, cinsiyet ayırımı gözetmeksizin herkesin yararlanabileceğini öngören ve mağdur olanlara güvence getiren kanun) değiştiren kongreden sonra erkek üniformalarını, kadınların da benimsemesini sağladı. 1973’lerin başında tüm ülke çapındaki polis departmanları, bütün kadınlara, uygun giyinebilme konusunda, erkeklerle aynı hakları verdi. 
Etekler pantolonlarla yer değiştirdi, erkeklerin giydiğiyle büyük ölçüde benzer özellikleri olan pantolon, kravat, şapkadan oluşan takımlar yaratıldı. Akabinde demiryolu kondüktörleri, hemşireler ve hava yolları hostesleri işlerinin bir parçası olarak uniseks üniformalar giymeye başladılar.

1978’deki koleksiyonlarda, farklı bir pazar ve daha az sıkıcı bir değişim için sokak punk giysilerinin ağır elementleri –siyah tutsak pantolonları, zincirli ve çengelli iğneli deri ceketler- kullanılmaya başlandı.Club yaşamının ve popüler müziğin etkilerinin 1981’lerde görülmesiyle kıyafetlerde yeniden bir değişiklik yaşandı.

Amerika ve Fransa’da, 1960’tan sonra kadınların kişi başına giyim masrafları erkekler kıyasla oldukça büyük artış gösterdi. 1990’da Amerikan kadınları erkeklerin 2 katı, 1984’te Fransız kadınları erkeklerden %30 daha fazla giyim harcaması yapıyordu. Kadın ve erkek arasındaki bu farklılığın psikolojik boyutu kadınların moda temelindeki artış gösteren temel kodlara erkeklerden daha kolay adapte olabilmeleri olarak açıklanmaktadır. Kadınlar postmodern modanın gereklerini yerine getirebilme konusunda daha üstün olmaları giyim alışkanlıklarına da yansımaktadır.

Erkeklerin kıyafet seçimi şu an olduğu gibi o zamanlarda da onların sosyal pozisyonlarının açıklanmasında yararlı oluyordu. Erkeklerin giyim alışkanlıkları sosyal ve endüstri sonrası sosyeteyi gösteren kültürel değişikliklerin bir barometresi gibiydi. Sosyal sınıflar arasındaki hiyerarşik ilişkiler iş yerinde giyilen kıyafeti etkilerken iş yeri dışında rahat aktivitelerin önemi artmakta ve sınıf kodlu giyimden çok, yaş bazlı olacak şekilde karakterize olmaktadır. Bütün bunların etkisiyle Avrupa’da ve Amerika’da kıyafet satışlarında yaş çok önemli bir faktör haline geldi. 1950’lere zıt olarak bugünün modası gençlerin tarzına doğru yöneldi.

Erkeklerde de giyimin doğası kadınlarda olduğu gibi çok önemli değişiklikler göstermiştir. 19. yüzyılda şapka, fiili veya geçici, sosyal bir statü gösterirken 20. yüzyılda iş yerinde giyilen kıyafetler de (rahat kıyafetler, özellikle de t-shirtler) kişilerin kimlikleri hakkında bilgi veriyordı. Kotlar ve t-shirtler, tamamen birbirinden farklı anlamlar gösteriyor. Ayrıca bu dönemde erkek giyiminin ana elemanı olan iş kıyafeti devri kapandı ve anlamında da bir daralma oldu. Aynı zamanda çeşitli kıyafet tipleri ortadan kalktı ancak, siyah derinin motosiklet ceketi olması gibi, güçlü negatif çağrışımlar baskın kültüre sembolik çağrışımlar olarak kullanıldı. 

Dışarıdan görüldüğünden daha geniş ve daha karmaşık bir kavram olan moda için 1978’den sonraki 10 yıllık dönem, 1950’lerin motor endüstrisinde, 1970’lerin bilgisayarda olduğu gibi azimli, sonuca götüren bir dönem olmuştur. Ralph Lauren, Calvin Klein ve Giorgio Armani gibi tasarımcılar 1970’lerin ortalarında imkansız gibi görülen bir hızla hiç yoktan önemli bir moda imparatorluğu kurmuşlar ve tasarımcı parası, tasarımcıların sosyal statülerine kaymıştır.
20. yüzyılın sonlarında, kadın özgürlüğünün sembolü olan kravatlar ve erkeklerin 19. yüzyıldaki sosyal statülerine gönüllü karşı koyma, bu zamanlarda kimin, nerede, ne giydiğine bağlı olmaya başladı. Bütün bunlar reklamlarda, moda dergilerinde ve filmlerdeki kadın özgürlüğünün bir sembolü olarak görüldü.
1980’lerin başında idareci kadınlar için eğik kravatlar, muhtemelen kadın gücünün tehdit edilemez iddiası olarak, bayağı popüler oldu. Buna karşılık, sık sık çalışan kadına uygulanan kravatlar (hem kamu sektöründe (askerlik) hem özel sektörde (hava yolları, demir yolları)) anlamını kaybetti ve kadının değişik türdeki bürokratik ve hiyerarşik yapıdaki rutinleşmiş özümsemesini yansıtmaya başladı.

Bu zamanlarda ortaya çıkan süpermodel veya tasarımcı etiketi olan “cat walk” stili kısa sürede bütün sosyal ve coğrafik alanlara ulaştı. Modada bu bağlamdaki değişiklik 20. yüzyılın sonlarındaki “lifestyle” veya kültürel deneyimlerle azalma yoluna girebilir.

Moda daha sade ve takdir edilmiş bir yol izlerken, bazı ekonomik ve sosyal trendleri de yansıtmıştır.

Sembolik direnişe karşı alternatif kıyafetler…

Tarihteki ve kadın dergilerindeki Victorian kültürü, genellikle yerel ideoloji üzerinde baskı uyguluyordu fakat gariptir ki giyimde de bir kararsızlık vardı. Bunun bir sebebi de neden giyimin, yazılı kültüre ters olarak, sözlü ve yazılı sözlü olmayan kültürler arası farklılıklara baskı gösterdiğiydi. Bu farklılıklar sonucu kadınlarda alternatif bir giyim tarzı çıktı. Bu tarzda erkeklerle ortak yönde, gösterişli, ve baskın stile direnen bir giyim vardı. Ayrıca bu tarz daha ucuzdu, üretimi karmaşık değildi ve sınıf farkı gözetmiyordu.

Bu tarz sosyal değişimleri ve sembollerin nasıl değişen yapıya, sosyal kurallara uyum sağladığını tasvir ediyordu. Bu stil daha çok feminist hareketi destekleyen kadınlar tarafından tercih edildi. 

Ancak, İngiltere’de kadınların oy kullanma hakkını savunan kadınların hareketi “Women’s Social and Political Union” sert bir şekilde kıyafetlerdeki sembolik güç olan alternatif tarzı reddetti. Reddetmelerinin temelinde bu hakkı savunan kadınların kamu alanını istilaya itilmesi, politik toplantılarına engel olunması ve bazen de mülkiyete zarar verilmesi yatıyordu. Bu hareketler sonunda kadının toplumdaki yeri ve neler yapabileceği gösterilmiş oldu. 

19. yüzyılla karşılaştırdığımızda 20. yüzyıl sonlarındaki kıyafetlerin daha karmaşık olduğunu görmekteyiz. 19. yüzyıl kıyafetleri sınıf ve bölgeler arasındaki farklılıkları baz alıyordu. Şehirlerde sınıf kodlarını kabul etmek ve yorumlamak kolayken bölgesel kodlar yersiz görülüyordu.

20. yüzyılın sonlarında ise çeşitli tiplerdeki işler için giyilen kıyafetler deşifre edilmeye oldukça açıktı. Erkekler arasındaki temel farklılık takım elbise giyenler ve giymeyenler arasında ortaya çıkmıştı. Ancak sokak tarzı 19. yüzyıldaki tarzdan çok daha fazla karmaşık. Rahat kıyafetlerin tanımlanması mesleki kıyafetlere göre daha zordur, çünkü bunlar kişinin kendisini ifade etmesinde bir araçtır ve çok fazla farklılık gösterir.

Kadınlarda 19. yüzyılda, cinsiyet ve kişisel kimlik etkilerinin görüldüğü kültürel normlara uygun giyim ve fiziksel görünümdeki değişiklikler, moda değişimindeki klasik modeli takip etti. Bunlar moda tasarımcıları tarafından teklif edildi, önde gelen eğlendiriciler tarafından popüler hale getirildi ve yüksek sınıftaki kadınlar ve bu sınıfa girmek isteyenler tarafından kullanıldı. Fransa’da ortaya çıkan moda giyim, bu ülkedeki geleneksel kadın modellerinin baskısıyla kullanılmaya başlandı.

Buna ters olarak, giyimdeki ve fiziksel görünümdeki yüksek ve orta sınıf normlarındaki değişiklikler marjinal kadınlar arasında başladı ve kamu alanında ayrı bir yere kondu. Bütün bu sınıflara mensup kadınlar kamu alanının avantajlarından yararlandılar, giyimde erkeksi tarzı kabul ettiler, baskın kültüre isyanlarını göstermediler, fakat çeşitli tiplerdeki aktiviteleri kolaylaştırdılar.

19. yüzyılda demode olan giyim çeşitleri 20. yüzyılda nispeten veya tamamen baskın tarz olarak ortaya çıktı.

19. yüzyılda bazı şeylerden mahrum edilmenin başlıca sebepleri arasında insanların sosyal statüsünün seviyesi ve uygunsuz karşılanacağı düşüncesi yer alıyordu. 20. yüzyılın sonlarında ise bu sebepler yerini yaş ve bazı zamanlarda da kişiler arasındaki yarış faktörüne bıraktı. 19. yüzyılda yaşayan kadınlar ve 20. yüzyılda yaşayanların azınlığı, kendi iletişim tarzlarını moda sayesinde geliştirdiler. Sonunda, bu alternatif gündem sterotip veya karikatürler gibi moda tarafından özümsendi.

Ayrıca giyilen kıyafetler, sosyal grupların birbirlerini anlamaları konusunda da bir yol oluşturuyordu. Bir iletişim olarak giyim, evrensel dilden çok bölgesel bir dil haline geldi. 
Moda ve giyim, sosyal yapı ve kültür arasındaki ilişkileri fark etme konusunda bir ipucu sunmakta, ayrıca parçalanmış toplumlardaki kültür denetimi için izlenecek yol konusunda bir işaret oluşturmaktadır. 21. yüzyılın artan çok kültürlülük ortamında, giyim kodlarının sosyal gruplar ve bölümler arasındaki ilişki üzerinde ve çelişen hegemonyalara karşılık vermedeki etkisi giderek artmaktadır.
Bugün olduğu gibi o zamanlarda da moda konusunda ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ sözü önemli bir yer tutuyordu. Nasıl şu günlerde eskiye rağbet fazlalaştıysa, geçmiş zamanlarda moda olan şeyler birer birer ortaya çıkıyor, herhangi bir savaş veya sosyal olay büyük değişikliklere yol açıyorsa o zamanlarda da aynı gelişmeleri görmek mümkündü.

 

Türkiye’de Hazır Giyim Sektörü

 

Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sanayinin temelleri Osmanlı İmparatorluğu döneminde atılmıştır. Dokuma konusunda Denizli ve Tokat, ipekli ürünler konusunda da Bursa bölgesinde küçük işletmeler halinde üretim yapılmıştır. 1915 yılında önde gelen 22 kamu sanayi işletmesinin 18’i, 28 anonim şirketin 10’u, 214 özel sektör işyerinin 45’i ve toplam 264 sanayi işyerinin 73’ü bu sanayide faaliyet göstermektedir.

 

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Sümerbank’ın kuruluşu ile birlikte tüm tekstil ve konfeksiyon fabrikaları ve atölyeleri bu kuruluş çatısı altında toplanmıştır. Sümerbank yaptığı yatırımlar ve yetiştirdiği personelle özel sektöre öncülük etmiş Sümerbank’ta oluşan birikimin zaman içinde özel sektöre de aktarılması sağlanmıştır.

 

1950’li yıllarda başlayan özel sektör yatırımları zaman içinde gelişmiş, zamanla kamunun bu alanda üretici rolü azalmıştır. 1952 yılında sektör üretimi içinde yüzde 28 olan özel sektör payı 1962 yılında yüzde 62’ye, 1990 yılında ise yüzde 90’ın üzerine çıkmıştır. Günümüzde kamunun bu sektörde payı kalmamıştır.

 

Sektörde, 1950’li yıllardan sonra özel sektörün öncülüğünde gelişim başlamış ve 1960’lardan sonra sentetik elyaf üretimine başlanmıştır. Planlı dönemde uygulanan ithal ikamesi politikası ve teşvik tedbirlerinin de katkısıyla 1960-70 yılları arasında sektörde daha ileri teknoloji kullanılmaya ve işlenmiş ürün imal edilmeye başlanmış, 1960-80 yılları arasında önemli bir teknik deneyim kazanılmıştır. 1980 yılından sonra uygulanan, serbest piyasa ekonomisine dayalı dışa açılma ve ihracatı teşvik politikaları ile birlikte, özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren tekstil ve hazır giyim ihracatı önemli oranda artmış ve ihracatın en önemli kalemi haline gelmiştir. 1990’lara gelindiğinde ise toplam ihracat içindeki sektörün payı yüzde 40’a kadar çıkmıştır. 1980’li yılların başında daha çok iplik, elyaf, kumaş gibi tekstil

mamulleri ihraç eden Türkiye, 1984 yılından sonra daha fazla konfeksiyon mamulü ihraç etmeye başlamış, daha uç ürün olması nedeniyle toplam katma değeri tekstil mamullerinden yüksek olan konfeksiyon mamullerinin ihracatı 1990’lı yıllarda artarak devam etmiş ve sektörün üretim, ihracat ve istihdam içinde önemi artmıştır.

 

Mamul kumaş ve aksesuarlarla standart ölçülere göre belli üretim teknikleri kullanılarak standart hazır giyim eşyası elde edilir. Hazır giyim imalatı sırasıyla model hazırlama,

kalıp çıkarma, pastal çizimi, kesim, dikim, temizleme, ütü ve ambalajlama üretim sürecini takip etmektedir. Bu süreç sonunda iki boyutlu kumaşa beğenilere ve kaplanacak şekle uygun üç boyutlu hacim kazandırılmaktadır.

Günümüzde bilgisayar destekli tasarım, model hazırlama, kalıp çıkarma, pastal çizimi, serim ve kesim yapılarak hazır giyim üretimi belirli bir ölçüde otomatize olmuştur. Ancak gene de hazır giyim üretimi emek yoğun niteliğini sürdürmektedir. Genel olarak tüketiciler kaliteli giyim ürününde stil ve modaya uygunluk gibi estetik ve kumaşın özelliği, dayanıklılığı gibi performans özellikleri aramaktadırlar. Hazır giyim nihai ürün olması nedeniyle daha önceki üretim süreçlerinin tamamı ürünün performans özelliklerini ve dolayısıyla kaliteyi etkilemektedir. Hazır giyim ürünlerinin en temel belirleyicisi ise modadır. Moda ve

modacılar yeni stiller ortaya çıkarmakta ve insanları yeni giysiler almaya yönlendirmektedirler. Bu yapılırken bir önceki aynı sezonun ürünlerinin uzunluğu, silueti, açıklığı, rengi, kumaş tipi ve dizaynı, aksesuarı pazarın zevk ve beğenilerine uygun olarak değiştirilir.

 

Kapasite ve İstihdam

 

Kapasite

Tekstil ve hazır giyim sektörü birlikte değerlendirildiğinde, gayri safi yurt içi hasıla, imalat sanayi ve toplam sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sağladığı net döviz girdisi, istihdam, yatırımlar, dışa açıklık ve makro-ekonomik büyüklükler açısından Türkiye’nin birinci sektörü konumundadır. Tekstil ve hazır giyim sanayi ülkemiz GSYH’nın yaklaşık % 10’unu sağlamaktadır.

 

İstihdam

Tekstil ve Konfeksiyon sanayinde kayıt dışılık dikkate alındığında, 450.000 kadarı tekstil sanayinde,

1.500.000 kadarı da hazır giyim sanayinde olmak üzere, 2.000.000 civarında kişinin çalıştığı tahmin

edilmektedir. Bununla birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın  Ekim-2009  Çalışma

İstatistiklerine göre, sektörde faaliyet gösteren 40.806 adet işyerinde kayıtlı 674.832 işçi çalışmaktadır.

 

Hazır Giyim Sanayinin Türkiye’de Gelişme Sebepleri

Hazır giyim sanayi, Türkiye ekonomisinin önemli üretim kollarından biridir.

Bu sanayi dalı;

1. Türkiye’de gelişmiş bir hammadde sanayinin var olması,
2. Emek – yoğun bir sanayi dalı olması,
3. Az yatırım gerektiren bir sanayi dalı olması,
4. İhracat imkanlarının bulunması, özelliklerinden dolayı ülkemizde her geçen yıl daha fazla gelişme göstermektedir.

 

Dünyadaki Yeri

 

Ülkemiz;

AB ülkelerine Tekstil ve Hazır Giyim İhracatında 2’nci dir.

 

Türk Dış Ticaretinin Tarihi

 

Türkiye Cumhuriyetinin 80 yıllık ekonomi politikaları tarihi, geri kalmış bir tarım ekonomisini sanayi ekonomisine dönüştürmek ve çağdaş Dünyanın ekonomik ve ticari bütünleşmelerine katılarak küresel ve bölgesel karar alma mekanizmalarının içerisinde yer almak yolunda harcanan çabaların tarihidir. Bu kapsamda, sanayileşme ekonomi politikalarının temel hedefi olurken, dış ticaret politikaları da Cumhuriyet tarihinde sanayileşme hedefine giden yolda en önemli araçlardan biri olarak kullanılmıştır. Söz konusu dönem boyunca sanayileşme politikaları dış ticaret politikalarının yönünü belirlerken, dış ticaret politikaları da sanayileşme politikalarının tamamlayıcısı olmuştur.

Cumhuriyet tarihinde dış ticaret politikaları zaman zaman kendine yeterli bir ekonomi yaratmanın araçlarından biri olmuş, zaman zaman da karşılaştırmalı üstünlükler çerçevesinde dışa açılmanın ve dışa açık kalkınma politikalarının temel araçları arasında yerini almıştır. Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden yıllarda, dış ticaret politikalarının belirlenmesinde Osmanlı İmparatorluğundan devralınan ekonomik ve siyasi miras ile, Osmanlı döneminde imzalanarak Cumhuriyet dönemine uzanan anlaşmalardan kaynaklanan sınırlamalar etkili olmuştur. Diğer taraftan, dış ticaret politikaları Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar içinde bulunulan ekonomik ve siyasi ortama bağlı olarak değişken bir seyir izlemiş, söz konusu politikaların tayininde ülke içi ve uluslararası siyasi ve ekonomik koşullar belirleyici olmuştur.

1923-2003 döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nde izlenen dış ticaret politikaları ülkenin temel öncelikleri, sanayileşme politikaları, uluslararası siyasal ve ekonomik konjonktür, doğrultusunda belirlenmiştir. Bu çerçevede dış ticaret politikaları dönem boyunca söz konusu öncelikler ve süregelen siyasi ve ekonomik koşullar açısından değerlendirilerek yeniden şekillendirilmiş ve uygulamaya konulmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden dönemde Cumhuriyetin genel dış ticaret politikalarını ve dış ticaretinin görünümünü değerlendirebilmek açısından, Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanan dış ticaret politikalarına ve Osmanlı dış ticaretinin yapısına genel bir bakış faydalı olacaktır.

I- Osmanlı İmparatorluğunda Dış Ticaret Politikaları ve Cumhuriyetin Devraldığı Miras 
Osmanlı ekonomisinde iç ve dış ticaretin önemli bir yeri vardı. İç ticaret kırsal ve kentsel alanlar arasında mal değişimini arttırırken, bu bölgeler arasında işbölümünün de gelişmesine yardımcı olmuştur. Dış ticaret yoluyla ise, Osmanlı sınırları içerisinde üretilemeyen mallar temin edilmiş, bu da çeşitli kentlerde dış pazarlar için üretim yapan birimlerin gelişmesine yardımcı olmuştur.

15 ve 16. yüzyıllarda İmparatorluğun dış ticaret hacmi ve dış ticarete konu olan malların toplam üretim içerisindeki payı oldukça düşüktür. Bunun temel nedenleri taşımacılığın yeterince gelişmemiş olması, taşımacılık maliyetleri ve oldukça geniş alana yayılan sınırlarından dolayı İmparatorluk içerisinde bölgeler arası gelişmiş bir iş bölümünün varolması sayılabilir. Temel üretim politikası İmparatorluğun kendi kendine yeterli olması iken, dış ticaret politikalarının amacı ise, ülkenin temel gereksinimleri açısından bir darlığa düşmesinin önlenmesi olmuştur. Bu kapsamda ithalat, üretimi yetersiz ürünlerin temini amacıyla teşvik edilirken, ihracat ise halkın temel gereksinimlerinde bir darlığa sebep olmaması için zaman zaman yasaklanıyordu. 15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlıların dış ticareti Doğu Akdeniz, Doğu Avrupa ve Orta Doğu bölgelerine yoğunlaşmışken, Orta ve Batı Avrupa ile ticaret oldukça sınırlı kalmıştır.

17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa devletleri, milli serveti oluşturan altın ve gümüş miktarının artırılması ve bu amaçla dış ticaret fazlası verilmesi şeklinde tanımlanan ve ihracatı teşvik etmek, ithalatı sınırlamak, yerli üreticileri dış rekabetten korumak gibi araçlarla şekillendirilen merkantilist politikaları uygularken, Osmanlılar sadece 15 ve 16. yüzyılda değil, 17 ve 18. yüzyıllarda bile bu politikaların tersine politikalar izlemişlerdir. Osmanlı dış ticaret politikasının amaçları ülkenin temel gereksinimlerinde bir darlığın önüne geçilmesi ve vergi gelirlerinin artırılması olmuştur. Bu amaçlardan dolayı ülkeye mal temininin bir vasıtası olarak görülen ve gümrük vergileri yoluyla devlet gelirlerine katkıda bulunan ithalat her zaman desteklenmiş, ihracat ise darlık zamanlarında sınırlandırılmıştır. Diğer taraftan, yerli üreticilerin dış rekabete karşı korunması Osmanlı yönetiminin öncelikleri arasında yer almazken, söz konusu dönem ithalatında mamul malların oranının sınırlı kalması ve yerli üreticileri tehdit edecek boyutlara ulaşmamış olması korumacılığın dış ticaret politikaları arasında yer bulamamasına yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu dış ticareti dış politikanın bir aracı olarak görmüş, yapılan ticaret anlaşmaları, çeşitli ülkelere verilen ekonomik imtiyazlar hep dış politikadaki öncelikler göz önüne alınarak uygulamaya konulmuştur.

Avrupa’nın merkantilist politikalarının tam tersine Osmanlılar ticareti özendirebilmek amacıyla 14. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinin ticaret gemilerine ve tüccarlarına çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 16. yüzyılda ticari, mali ve siyasi nedenlerle kapitülasyonlar adı altında Avrupa ülkeleri vatandaşlarına karşılıklı olmak üzere tanınan ayrıcalıkların olumsuz etkileri, İmparatorluğun güçlü olduğu dönemlerde sınırlı kalmakla beraber, daha sonraları İmparatorluk siyasal açıdan zayıf düştükçe, Avrupalıların söz konusu ayrıcalıkları genişletmeleri neticesinde Osmanlı Devletine büyük sorunlar yaratmıştır.

18. yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu büyük ölçüde kendi kendine yeterli bir üretim hacmine sahipti. Söz konusu dönemde Avrupa ile yapılan ticaret, toplam üretim ve tüketim içerisinde oldukça sınırlı bir düzeyde bulunmaktaydı ve Avrupa mamul malları Osmanlı pazarını henüz istila etmemişti.

19. yüzyılda ise Osmanlıların dış ticareti hızla genişlemiş ve ithal mallar yoğun bir şekilde Osmanlı pazarına girmeye başlamıştır. 19. yüzyıl başlarında dış ticaretin hacmi toplam üretimin yüzde 1-2’sini geçmezken, 1820’lerden I. Dünya Savaşına kadar geçen sürede Osmanlı ekonomisinin Batı ve Orta Avrupa ülkeleri ile ilişkileri de artmış ve İmparatorluğun dış ticareti 10 kat büyümüştür. Bu büyümede 1838’de imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşmasının yarattığı ticaret ortamının da payı bulunurken, sanayi devrimini tamamlamış Avrupa ülkeleri ile Osmanlının üretim yapıları arasındaki farklılıklar ve Avrupa mallarının rekabet gücünün yüksekliği de etkili olmuştur.

Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile, Osmanlı Devleti uygulayacağı gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle beraber saptamayı kabul etmiş ve bağımsız bir dış ticaret politikası izleme hakkından vazgeçmişti. İmparatorluğun söz konusu anlaşmanın hükümlerinden kendini kurtarması ve bağımsız bir dış ticaret politikası izlemesi ise, ancak I. Dünya Savaşının başlamasının ardından savaşın yarattığı olağanüstü koşullar altında mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet hükümetinin tam bağımsız bir dış ticaret politikasına kavuşması ise ancak 1929’dan sonra mümkün olmuştur.

20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunun dış ticaretinin kompozisyonuna bakıldığında, temel ihracat mallarını tütün, üzüm, incir, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk, zeytinyağı oluştururken, mamul mal olarak ihracatta ağırlığı olan tek ürün grubu ise elde dokunmuş halı ve kilimdir. İthalatın ise yarıdan fazlası mamul mallardan özellikle pamuklu ve yünlü tekstil ürünleri ile silah, cephane, çeşitli makineler ve demiryolu malzemelerinden oluşmaktaydı. Gıda ithalatı içerisinde ise şeker çay ve kahve gibi İmparatorlukta üretilemeyen ürünler ile buğday, un ve pirinç yer almaktaydı. İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya ve Rusya Osmanlı İmparatorluğunun dış ticaretinde önde gelen ülkeler arasındaydı.
I. Dünya Savaşı döneminde İmparatorluğun uygulamakta olduğu dışa açık ekonomi politikaları terk edilmiş, korumacı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Savaşla beraber imparatorluğun toplam tüketiminin yaklaşık beşte birini oluşturan mamul mallar ve gıda mamulleri ithalatı tümüyle durmuştur. Bu gelişme ithal ikameci üretim politikalarının gündeme gelmesine yol açmıştır. Terk edilen liberal ekonomi politikaları yerine, kendi kendine yeterli ve korumacı bir ekonomi oluşturmak çerçevesinde kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmış ve yerli üretimi korumayı amaçlayan yeni ticaret politikaları uygulamaya konulmuştur.

Osmanlı sınırlarında ulusal nitelikte bir kapitalizmin yaratılabilmesi ve kapitalist bir devletin kurumsallaşması için gerekli yasal düzenlemeler, sanayileşme ve şirketleşmenin özendirilmesi çabaları, ekonomik bağımsızlık yolunda atılan adımlar ve savaş ekonomisi uygulamaları İmparatorluğun 1908-1922 dönemi ekonomi politikaları üzerinde belirleyici olmuştur.

1920’li ve 1930’lu yıllarda Türkiye geri kalmış bir tarım ekonomisi durumundaydı. 1927 yılında fiilen çalışan nüfus içerisinde tarım alanında çalışanların oranı yüzde 82 dolaylarında iken, tarım sektörü ülke dış ticaret gelirlerinin yüzde 83’ünü sağlamaktaydı. Sanayi sektörü ise yurt içi talebin bile çok düşük bir kısmını karşılamaktaydı. Tekstil sektörünün en gelişmiş sanayi sektörü olarak toplam yurt içi talebin yüzde 25’ini karşılayamamakta olduğu göz önüne alınırsa, Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi sektörü ve Osmanlı İmparatorluğundan devralınan ekonomik mirasın durumu daha net anlaşılır.

II- Cumhuriyet Kuruldu: 1923-1929

1923 yılı Anadolu’da yeni bir devletin kurulduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun tarihe karıştığı bir yıl olarak siyasi anlamda büyük bir dönüşümü, bir devrimi temsil ederken, iktisadi anlamda geçmişle bir kopuş niteliği taşımaz. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra İmparatorluğun 1922 yılına kadar izlediği ekonomi politikaları ile 1923 sonrası ekonomi politikaları varolan koşulların elverdiği ölçüde tam bir süreklilik ve tutarlılık içindedir. 1923 sonrasında, devlet desteğinde milli burjuvazi yetiştirilmesini ve söz konusu yerli sermayedarların büyüme ve kalkınmanın itici gücünü oluşturmasını amaçlayan “milli iktisat” okulunun ekonomi politikaları uygulanırken, bu okulun yerli sanayiyi korumacı ve sanayileşmeci politikaları Lozan Anlaşması ile gümrük politikaları üzerine konulan sınırlamalar nedeniyle uygulamaya konulamamıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 Dünya buhranına kadar olan dönemi, dışa açık ekonomi politikaları ile ekonominin yeniden yapılandırıldığı bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür. 1923-1929 döneminin temel özelliği dış ticaret politikaları üzerinde Lozan Anlaşması hükümlerinden kaynaklanan sınırlamaların varlığıdır. Lozan Anlaşmasına ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi uyarınca, Türkiye’nin 5 yıl süre ile diğer ülkelere karşı uygulayabileceği ekonomi politikaları dondurulmuş, bazı istisnalar haricinde ihracat ve ithalat yasaklarının kaldırılması, yenilerinin konmaması, gümrük tarifelerinin ise 5 yıl boyunca değişmemesi kabul edilmiştir. Bu kapsamda 1916 yılının Osmanlı gümrük tarifesi esas alınmış ve yeni Cumhuriyetin gümrük gelirlerini artırmak ve sanayisini dış rekabetten korumak amacıyla kullanabileceği politika araçları elinden alınmıştı. Lozan Anlaşması ile saptanan gümrük tarife oranları ile ulusal ekonominin korunma oranı sadece yüzde 12,9’da kalmıştır. Söz konusu sınırlamalar 1928’de son bulurken, 1929’da Türkiye gümrük tarifelerini değiştirme olanağına kavuşmuştur. 1925’den itibaren üzerinde çalışılan yeni gümrük tarifesi oranları ile ortalama koruma oranı yüzde 45,7’ye yükseltilmiştir. Diğer taraftan söz konusu dönem itibarıyla tütün, kuru üzüm, pamuk, incir, fındık, yün, afyon ve yumurtanın toplam ihracatın yüzde 60-72’sini, sınai tüketim malları ise toplam ithalatın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. 1923-1929 döneminde ithalatın GSYİH’ya ortalama oranı sadece yüzde 14,4, ihracatın oranı ise 10,6 olmasına rağmen, 1929 sonrası dönemin korumacı ve sanayileşmeci ekonomi politikaları nedeniyle, söz konusu dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yarım yüzyılın en dışa açık dönemi olmuştur.

1923 ile 1925 yılları arasında I. Dünya Savaşı buhranını atlatan dünya ekonomisinin hızlı büyümesi ve Kurtuluş Savaşının ardından Türkiye ekonomisindeki canlanmanın etkisiyle dış ticaret hacmi önemli oranlarda büyümüştür. 1926’dan itibaren ise dünya ekonomik buhranına paralel olarak dış ticaret hacminde daralmalar meydana gelmiştir. Söz konusu daralmaların en önemli sebebi, tarım ürünleri ihracatının en önemli bölümünü oluşturan tütünün (toplam ihracat değerinin yüzde 36,2’si) fiyatında dünya pazarlarında yaşanan düşüşlerdir.

Cumhuriyetin kuruluş döneminde, tarıma dayalı ekonomik yapı ihracatın da kompozisyonunu belirlemekteydi. 1923-1929 yılları arasında sanayi ürünlerinin ihracat içerisindeki payı yüzde 8,6 iken, tarım ürünlerinin payı yüzde 86,3, madencilik ürünlerinin payı ise, yüzde 4 dolaylarındaydı. Kuruluş yıllarını takip eden dönemde ihracatın ezici bir şekilde tarım ürünleri ağırlıklı yapısında bir değişiklik olmazken, ithalatta ise ithal ikameci eğilimleri yansıtan ve ithal ikameci politikalara götüren bir süreç yaşanmıştır. 1924 yılında, yatırım mallarının bir göstergesi olarak, madeni eşya ve makine ithalatının toplam ithalat içerisindeki payı yüzde 11,8 iken, 1928’de yüzde 21,9’a yükselmiştir. Bu durum, Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden dönemde, üretim hacmini genişletmek amacıyla yapılan ithalatın arttığına ve ülkenin sanayileşme çabalarına işaret etmektedir.

1928 yılında Ticaret ve Tarım Bakanlıkları birleştirilerek kurulan İktisat Vekaleti ekonomi politikalarının belirlenmesi ve uygulanması açısından yeni bir örgütlenme anlamına gelmektedir. Diğer taraftan 1929 yılında ithalat ve ihracat alanında dünya ekonomisindeki gelişme ve değişiklikleri takip ederek ülkemiz tüccar ve sanayicilerini haberdar etmek, ihraç malları için mevcut kaynakların araştırılması, Türk ve Dünya tüccarları arasında ticaret bağlarının kurulması için imkan yaratılması doğrultusunda “Harici Ticaret Dairesi” kurulması amacıyla T.B.M.M.’ye sevk edilen kanun tasarısı kanunlaşmamıştır. Ancak söz konusu çabalar dönemin ekonomi, özellikle dış ticaret alanlarında ekonomi politikası arayışlarının önemli göstergeleri olmuştur. Sanayileşme çabaları içerisinde 1927 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun özel bir yeri vardır. Geniş bir teşvik politikası uygulanması amacı ile çıkarılan kanunun amaçlarından biri; “…Sanayi-i milliyemizin teşvik ve himayesine memleketimizde dahili istihlakımıza kifayet ettirdikten başka, belli başlı ihracat yapan sanayi müesseleri vücuda getirilmesi…” idi. Söz konusu Kanunla sağlanan birçok ayrıcalık ve desteğe ek olarak verilen bir diğer ayrıcalık da işletmeleri yurt içinde üretilen bir mal dışardan gelen ikame mala göre yüzde 10 pahalı olsa bile yerli malını kullandırılmaya zorlamasıdır. Bu politika ile gümrük tarifelerinin artırılamadığı bir dönemde başka önlemlerle yerli üretimin korunması sağlanmıştır.

Lozan Anlaşması hükümleri ile yeni Türk devletinin dış ticaret politikasındaki temel araçlarından olan gümrük tarifelerini değiştirme gücü elinden alınsa da, 1929’a kadar ithalatı düzenleme ve yerli üreticiyi koruma amacıyla başka politika araçlarından yararlanılmıştır. Örneğin, tüketim vergilerinin artırılması yoluyla ithal mallarının iç piyasa fiyatlarının artırılması ve tüketiminin azaltılması dolayısıyla ithalat miktarının düşürülmesi, devlet tekelleri oluşturulması suretiyle yeni üretim alanları yaratarak ithalatın kısılması ve Lozan’da imzası olmayan ülkelere daha yüksek gümrük vergileri uygulanması gibi yöntemlere başvurulmuştur.

Lozan Anlaşması çerçevesindeki kısıtlamaların kalkmasıyla, 1929 yılı Haziran ayında çıkarılan Gümrük Tarife Kanunu ile korumacı bir gümrük politikasına geçilmiştir. Söz konusu kanunun hangi nitelikte çıkarılacağı uzun zamandır yürütülen hazırlık çalışmaları çerçevesinde bilindiği için, kanun çıkarılmadan önce ithalatın spekülatif olarak aşırı boyutta artması dış ticaret açığının önemli oranda büyümesine yol açmıştır. Ancak Kanunun çıkmasının ardından alınan önlemlerin Dünya ekonomik buhranının gerektirdiği politikalarla uyumu göz önüne alındığında, Kanunun önemi ortaya çıkar.

Dış ticaret açığı üzerinde bazı malların ihracatında yaşanan düşüşler önemli olmakla beraber, dış ticaret hadlerinde yaşanan gelişmeler de önem taşımaktadır. 1900’lerin başından beri tarım ürünleri ve sanayi ürünleri fiyatlarında meydana gelen değişiklikler dış ticaret hadlerinin Türkiye aleyhine değişmesine yol açmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929’a kadar geçen süreçte yaşanan dış açıklarda savaş döneminde kısıtlanmış ithal talebinin harekete geçmesi ve düşük gümrük tarifeleri etkili olurken, 1929’da bunlara ek olarak dış ticaret hadlerinde yaşanan gelişmeler de açığa katkı yapmıştır.

III- Buhran Yılları ve Genç Cumhuriyetin Dış Ticaret Politikaları

1929 Dünya buhranının Türkiye’yi etkilemesi öncelikle Türk parasının değerinin düşmesiyle başlamıştır. Bu düşüşün temel nedenleri arasında; 1929 yılında meydana gelen spekülatif ithalat artışı sonucunda dış açığının yüzde 100’den fazla büyümesi, dünya ticaretindeki daralma, tarım ürünlerinin uluslararası fiyatlarında yaşanan düşüşler gibi nedenler vardı. Büyük Buhranın Türkiye üzerindeki ikinci etkisi, 1929 ve izleyen yıllarda hammadde ve tarım ürünlerinin Dünya pazarlarındaki fiyatları aşırı düşmesi nedeniyle ülkenin ihracat gelirlerinde yaşanan önemli daralmaydı. Dışa açık ekonomik yapı içerisinde 1929 Ekonomik Buhranına gidiş sürecinin etkilerini 1926’dan beri hissetmeye başlayan Türkiye ekonomisi böylece dışa kapanmaya başlamış, 1929 sonrasında Türkiye ekonomisi için yeni bir dönem başlamıştır. Devletin ekonomik yapı içerisindeki rolü oldukça artmış ve devletçi ekonomi politikaları uygulanmaya başlanmıştır. 1930 yılından 1939’a kadar olan dönem, korumacı ve devletçi politikaların egemen olduğu bir dönem olmuştur. Dünya ekonomisinde büyük bir buhranın yaşandığı söz konusu dönem, Türkiye açısından 1908’den beri süreklilik arz eden ekonomi politikalarında keskin bir dönüşümü temsil ederken, bu dönemde Türkiye ekonomisi dışa kapanmış ve devlet desteği ile milli bir sanayileşme hareketine girişilmiştir.

1929 Büyük Buhranı, hammadde ihracatçısı ve çoğunlukla tüketim mallarından oluşan sanayi malı ithalatçısı olan ve Dünya ticaretine serbest ticaret koşulları altında katılan Türkiye ve Türkiye benzeri tüm azgelişmiş ülkeleri benzer biçimde etkilemiştir. Büyük Buhran sırasında Dünya ticaretinde hammadde fiyatları sanayi malı fiyatlarından daha fazla düşmüş, böylece ihracatın reel alım gücü azalırken, şeker, un ve kumaş gibi zorunlu sanayi tüketim mallarının ithalatındaki daralmalar toplumsal yaşamda problemler yaratmıştır. Lozan Anlaşmasının gümrük vergileri üzerindeki sınırlayıcı hükümlerinin kalkması ve Buhran koşullarının etkisiyle Türkiye ekonomisi dışa kapanmaya başlamış ve özellikle un, şeker ve kumaş gibi sanayi mallarından başlayan ithal ikameci yatırımlara hız verilmiştir.

Bu kapsamda 1929 ile 1931 dış ticarette korumacılığın ve kambiyo denetimlerinin etkinlik kazandığı, 1932 ise devletçi politikaların uygulanmaya başlandığı yıllar olmuştur. Devletçi politikaların temel niteliği, devletin tarım dışındaki üretim alanlarına doğrudan üretici olarak girmesidir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında desteklenen ve sanayileşmenin itici gücü olması beklenen özel sektörden beklenen atılımın çıkarılamaması, devleti doğrudan üretici olarak piyasaya girmek zorunda bırakmış ve 1930 sonrası sanayileşme çabalarının odağına devlet eliyle oluşturulan teşebbüsler oturtulmuştur. 1929 Buhranının Türkiye ekonomisini etki altına almasının ardından oluşan ekonomik ortamda yabancı sermaye girişlerinin yetersizliği, yerli özel sermayenin zayıflığı, devlet eliyle gerçekleştirilen yatırımları ve devletçi sanayileşmeyi 1930’lu yıllarda ekonomi politikalarının temel ekseni durumuna getirmiştir. Söz konusu politikalar doğrultusunda ve ithalatın kısılması ile Türkiye 1930-1945 arasında dış ticaret dengesinde yalnızca 1938 yılında açık vermiştir. Dış ticarette verilen açıktan fazlaya geçilmesinin 1923 ile 1929 yılları arasındaki dönem göz önüne alındığında esas olarak ithalatın kısılmasından kaynaklandığı anlaşılır.

Dünya buhranı ve bu buhranın ülkemiz üzerine yansımaları ekonomi politikaları ve ekonomi ile ilgili kurumlar açısından değişiklikler yapılması sonucunu doğurmuştur. “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” ile spekülasyona yönelik girişimler denetim altına alınmış, “Ticarette Tağşiş’in Men-i ve İhracatın Murakebesi ve Korunması Hakkında Kanun” ile ihraç mallarının kalitesinin artırılması, ihracatta standartlara uygunluk sağlanması, ihracatçılara ambalajlama ve benzeri konuların öneminin anlatılması hedeflenmiş, “Ticaret Mukavelesi ve Modüs Vivendi Aktedmeyen Devletler Ülkesinden Türkiye’ye Yapılacak İthalata Memnuiyetler veya Tahdit veyahut Takyitler Tatbikine Dair Kanun” ile de Türkiye ile ticaret anlaşması yapmamış veya anlaşma konusunda Türk hükümetinin önerilerini sonuçlandırmamış ya da Modüs Vivendi yapmaktan kaçınan ülkelerden yapılacak ithalatı yasaklama, sınırlandırma veya müsaadeye bağlama konularında Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir. Söz konusu kanunla, ithalat kotalarının önü açılarak ithal ikameci yapılanma konusunda yeni bir politika aracı kazanılmıştır. Söz konusu kanunlar yoluyla hükümetin dış ticaret üzerindeki kontrolleri artırılmış, devletçi politikaların uygulanması kolaylaştırılmıştır. Yeni dönemde Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti ile Merkez Bankasının kuruluşları da dönemin ekonomi politikaları açısından önem taşımaktadır. Cemiyetin amaçları kitleleri tasarrufa yönlendirmek, yerli malı kullanımını özendirmek, yerli mallarının kalitelerinin artırılmasını sağlamak iken, Merkez Bankası ile Türk parasına istikrar kazandırarak, ekonomik kalkınmaya yardımcı olmak amaçlanmıştır.

1930’larda ekonomi politikalarında yeni bir dış ticaret örgütlenmesinin gerekliliği de ön plana çıkmıştır. Önceleri dış ticaret dengesiyle ilgili önlemler (ithalatın sınırlandırılması ve takas yoluyla ithalatın ihracatı artırmanın bir aracı olarak kullanılması gibi) ithalat üzerine kurulmuşken, bu dönemde dış ticaret dengesini düzeltmenin diğer bir aracı olan ihracatı artırmak doğrultusunda, dış piyasalarla ilgili bilgi girişinin sağlanması ve Türk mallarının dış pazarlarda tanıtımının yapılması da dış ticaret politikaları içerisinde önem kazanmıştır. Türkiye’nin ihracatını geliştirebilmesi amacıyla tüm önemli ihracat pazarlarında ticaret ataşelikleri kurulması ve Türk mallarının tanıtılması amacıyla uluslararası fuarlara katılım sağlanması, ekonomi ve dış ticarette yeni bir örgütlenmeye gidilmesi söz konusu dönemin üzerinde durduğu önlemler arasında yer almıştır. Bu düzenlemeler doğrultusunda 1934 yılında kurulan Türkofis, yeni teşkilatlanmanın en önemli aracı olarak tanıtılmış ve Türkofis ile, Türk mallarının dış pazarlarda sürümünü kolaylaştıracak yolları araştırmak ve ticaretle uğraşanlara yardımcı olmak gibi konular hedeflenmiştir. Söz konusu örgütlenme ile ilgili yasa 1934 yılında kabul edildikten sonra Türkofis kurulmuş, böylece dış ticarette özel girişimciye yol gösterme amaçlı bir örgütlenmeye gidilmiştir.

IV- II. Dünya Savaşı ve Sonrası

Türkiye Cumhuriyeti II. Dünya Savaşı döneminde savaş ekonomisi koşullarını bütün ağırlığıyla hissetmiştir. Büyük Buhran sonrası ekonomi politikaları ile önemli oranda daralmış olan ithalat, Savaş başladığında yarı yarıya azalmış, savaş yıllarında da dış ticaret dengesi fazla vermeye devam etmiştir. Üretime giden hammadde, ara malı ve yatırım malları ithalatının azalması ve üretimin düşmesi ile, ülke ekonomisinin daralması ve enflasyonist ortam, savaş dönemi ve sonrasındaki politikaların biçimlendirilmesinde etkili olmuştur.

II. Dünya Savaşı’nın ardından başlayan süreç Türkiye Cumhuriyetini siyasi olarak çok partili parlamenter rejime götüren bir dönem olurken, iktisadi politikalar açısından da önemli bir dönüşümün yaşandığı bir dönem olmuştur. Söz konusu dönemde 1930 sonrasında izlenen dışa kapalı, korumacı, dış dengeye önem veren politikalar terk edilerek serbest ticaretçi iktisat politikaları uygulanmaya başlanmıştır. İthalatın serbestleştirilmesiyle birlikte 1947’den itibaren ithalatta önemli artışlar yaşanmış ve dış ticarette açık vermeye başlanmıştır. Bu tarihten sonra dış ticaret açıkları kronik bir hal almış, dış ticaret açıklarının dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımları ile karşılanması süreci de Türkiye Cumhuriyeti iktisadi hayatına yerleşmiştir.

1930’lara damgasını vuran korumacı dış ticaret politikaları, 1946 yılında Türk lirasının yüzde 100’den fazla değer kaybetmesi ve liberalizasyon listelerinin saptanarak ithalatta kota uygulamasının sınırlandırılması ile terk edilmeye başlanmıştır. 1950 yılında ilan edilen ithalat rejimi ile ithalatı serbestleştirme hareketinde önemli bir aşama kaydedilmiş ve koruma önlemlerinin büyük ölçüde gümrük tarifeleri ile yürütüldüğü dış ticaret politikalarına geçiş yapılmıştır. Söz konusu politikalarla II. Dünya Savaşı sırasında ve savaş dönemini takip eden birkaç yıl süresince verilen toplam 500 milyon dolar dış ticaret açığı ise dış yardımlar ve krediler yoluyla karşılanmıştır.

1954-1961 yılları arasında II. Dünya Savaşının ardından uygulanan serbest ticaret politikaları terk edilmiş ve ihraç mallarına yönelik talebin düşmesi ve ithalat için kullanılabilir dış kaynakların yetersizliği nedeniyle ithalatta önemli boyutta kısıtlamalar yapılmıştır. Savaş sonrası dönemde serbest ticaret ortamında dış dengenin sağlanamayacağı görülünce, dış ticarette kontrollü bir rejim uygulanmaya başlanmış ve tüketim malı ithalatındaki düşüşlerinin devlet eliyle gerçekleştirilen yatırımlar ve ithal ikameci politikalarla karşılanması amaçlanmıştır. Bu dönemde söz konusu politika değişikliğinin öncesinde toplam ithalatın yüzde 20-25’ini oluşturan tüketim malları ithalatı yüzde 10’un altına düşmüştür.

1953 yılında çıkarılan kararnamelerle dış ticaret ve kambiyo rejimlerinde serbestliğin kaldırılması politikası, 1954 yılında dış ticarete getirilen yeni kontrol ve sınırlamalar ile devam ettirilmiştir. Dış ticarette liberal politikaların terk edilmesinin ve korumacı politikalara başvurulmasının temelinde yatan, kronikleşen ve büyüyen dış ticaret açıkları ile bu açıkların karşılanmasında kullanılan dış kaynak yetersizliği olmuştur. 1958’e gelindiğinde ithalattaki büyük düşüş ve dış baskılar neticesinde gerçekleştirilen devalüasyon sonrasında, dış ticaret üzerine konulan sınırlamalar azaltılmış ve dışarıdan sağlanan kaynaklar yoluyla da ithalat yeniden artmıştır. 1953-1961 yılları arasındaki dönemde istikrarlı bir şekilde hareket eden ve büyük ölçüde tarım ürünlerinden oluşan ihracat sayesinde, dış ticaret açıkları daraltılmış ve sürdürülebilir olmuştur.

V- Planlı Dönem

1960’larda ekonomi politikalarında planlama dönemi başlamış, 1961’de başlayan yeni dönem; ithal ikameci, korumacı dış ticaret politikalarının sürdürüldüğü ve iç piyasaya yönelik bir sanayileşme politikasının benimsendiği bir dönem olmuştur. İthal ikameci yatırım politikalarının zaman içerisinde ekonominin dışa bağımlılığını azaltması beklenirken, söz konusu dönemde uygulanan politikalar tam aksi bir sonuca götürmüş, ekonomi daha çok dışa bağımlı bir hale gelmiştir. İthal ikameci politikaların ithalat üzerinde daraltıcı bir etki yaratmaması ve iç piyasaya yönelik üretim yapan sanayinin ithalata bağımlılığı ile ihracatın milli gelir içerisindeki payının oldukça düşük düzeyde kalması bir araya geldiğinde dış açıklar bu dönemde önemli oranda artmıştır. Söz konusu dönemde ihracatta gelişme sağlanamamasının en önemli nedenleri; dış ticaret politikalarının iç piyasaya üretim yapan, ithal girdilere bağımlı sanayiyi destekleme amacı taşıması ve ihracatın geleneksel tarım ürünlerinden oluşmasıydı. İhracatın dış açıkların kapanması yönünde önemli bir kalem olabilmesinin yolu sanayi ürünlerinin ihracat içerisindeki payının artırılması, bu artışın yolu ise sanayileşme sürecinin belirli bir aşamaya gelmiş olması ve sanayi yatırımlarının ileri teknoloji ile üretim yapan, düşük maliyetli üretim ölçeklerine ulaşmış olmasıydı. Bu koşullar ise ancak belli sanayi kollarında kısmen gerçekleştirilmiş ve 1960’larda toplam ihracat içerisinde sanayi ürünlerinin payı yüzde 13-18 arasında değişirken, 1970’lerde yüzde 20-39’lara yükselmiştir.

Planlı dönemin dış ticaret politikaları ve ithal ikameci sanayileşme politikaları ile, ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı azaltmak amacıyla çeşitli ürünlerin ülkeye girişi yasaklanmıştı. Söz konusu yasaklamalarla bir taraftan dış ticaret açıklarının azaltılması diğer taraftan sanayileşmenin özendirilerek hızlandırılması beklenmekteydi. İthal ikamesi doğrultusunda yerli sanayiyi özendirmek amacıyla; yatırım indirimleri, gümrük muafiyetleri, yatırım malları ithalatına tanınan kolaylıklar, sanayiye ucuz ve uygun vadeli krediler, sanayi ürünleri ihracatına vergi iadesi getirilmesi, ihracata yönelik sanayilere proje safhasında döviz tahsisi, yatırımlarda yerli sanayi ürünü kullanımının teşvik edilmesi ve benzeri birçok destekler sağlanmıştır. Ancak ihracata yönelik sanayilere ek kolaylıklar sağlanması yoluyla üretimi ihracata yönlendirmek istense de, dış rekabete karşı korunan hazır bir iç pazarın cazibesi karşısında üretimin dışarıya yönlendirilmesi mümkün olmamıştır. Diğer taraftan ithal ikameci politikalardan beklenenin aksine, ithal ikameci sanayilerin dışa bağımlılığı sebebiyle ithalat önemli oranda artmış, ihracatta önemli bir gelişme olmayınca da dış açık büyük çapta genişlemiş ve ödemeler dengesi sürekli açık vermiştir. 1965’lerden 1980’lere gelindiğinde ithalatın GSYİH’a oranı önemli ölçüde artarken, söz konusu oran ihracat için değişmemiş hatta düşmüştür. Ayrıca bu periyodda dış ticaret hadleri de sürekli olarak Türkiye’nin aleyhine gelişmiştir.

Türkiye ekonomisi 1962-1976 yılları arasında ithalata bağımlıyken ve ihracatı durgun bir seyir izlerken, istikrarlı ve yüksek oranlı büyümelerin gerçekleştirilmesinin temel nedeni, söz konusu dönemde ülkeye giren önemli boyuttaki dış kaynaktır. Bu dönemde dış ticaret açıkları işçi dövizleri, kısa ve uzun vadeli krediler gibi dış kaynaklar yoluyla karşılanmıştır.

1960’lı yıllar boyunca dış ticaret politikaları sabit döviz kuru, kambiyo kontrolleri ve kotalar aracılığıyla yürütülmüştür. Beş yıllık planlar çerçevesinde ve söz konusu planların öncelikleri doğrultusunda, politika önlemleri sektörler arasında seçici bir şekilde uygulanmıştır. Katlı kur sistemi, ithal vergileri, ithalattan alınan damga resimleri, ithalatçıların Merkez Bankasına yatırdıkları teminat miktarları gibi araçlar kullanılarak bazı malların ithalatı sınırlandırılmaya çalışılırken, yatırım malları ve sanayi hammaddeleri ithalatı ise vergiden muaf tutularak özendirilmiştir. Diğer taraftan 1970 yılında ithalattan alınan teminatlar ve damga resimleri düşürülmüş ve hazırlanan daha geniş liberasyon listeleri yoluyla dış ticaretin serbestleştirilmesi yönünde politikalar izlenmeye başlanmıştır. Söz konusu politikalar uluslararası ekonomik kuruluşların tavsiyeleri doğrultusunda alındığından 1970-1974 arasında dış krediler açısından bir rahatlama dönemi yaşanmış ve işçi dövizleri girişi de arttığı için, dönem dış ticaret dengeleri açısından sorunsuz atlatılmıştır. 1974 sonrasında petrol fiyatlarındaki beklenmedik artış neticesinde Dünya ekonomisinin yaşadığı bunalımın Türkiye ekonomisine etkileri ülkeye dış kaynak girişi ile ertelenmiş ve ithalattaki artış devam ettirilmiştir. Dünyadaki ekonomik bunalıma rağmen Türkiye ekonomisi 1975-1976 yıllarında yüzde 8 civarında büyürken, 1976 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 33’lere düşmüştür.

Sonuç itibariyle 1962 ile 1976 yılları arasındaki dönemde ithalatın GSMH’deki payı önemli oranda artmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı ise aynı şekilde düşmüştür. Söz konusu dönem itibariyle ithalat artışı göz önüne alındığında, sürdürülen ithal ikameci politikalar ile beklenen amaçlara ulaşılamadığı görülür. Bu dönemde ekonomi dış kaynaklar yoluyla büyümüş, sanayi ürünleri ihracatında gereken sıçrama zamanında yapılamamış ve dış ticaret açıkları artmıştır.

VI- Dünya Petrol Krizi; Türkiye 24 Ocak’a Doğru

1970’lerde artan petrol fiyatlarının Dünya ekonomisini bunalıma sürüklediği bir dönemde, kısa dönemli borçlanmalarla büyüyen ve ithalatı artmaya devam eden Türk ekonomisinin, 1977’de dış dengeleri büyük çapta bozulmuştur. 1977’de ihracat önemli oranda gerilerken, ithalat yüzde 13 artmış, böylece dış ticaret açığı 4 milyar doları aşarken, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30’lara düşmüştür. Dengelerin bu denli bozulması dış kredilerin kesilmesini ve ithalatın tümünün peşin ödeme ile karşılanması gereğini doğurdu. Bu şekilde dış kaynakların önünün kesilmesi, 1978 ve 1979 yıllarında ithalatın durgunlaşmasına ve büyümenin durmasına yol açmış, ihracatta ise artış eğilimi başlamıştır.

1974’de OPEC’in petrol fiyatlarını artırması ödemeler dengesi üzerindeki baskıyı önemli ölçüde artırmış, enflasyonist baskı yaratmış, kriz ortamında dış kaynakların azalması da ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir. Ham petrol fiyatlarındaki artış ham petrolün toplam ithalat içerisindeki payını sürekli olarak artırmıştır. 1980 yılında ham petrol ithalatı 2,9 milyar dolar olurken, aynı yılın toplam ihracat değerinin de 2,9 milyar olduğu göz önüne alınırsa ham petrol ithalatının büyüklüğü daha net ortaya çıkar.

Diğer taraftan ihracat; 1960-1970 yılları arasında ortalama yüzde 1,6 oranında, 1970-1977 arasında ise yılda binde 8 oranında büyümüştür. İthalat ise söz konusu dönemlerde sırasıyla ortalama yüzde 5,5 ve yüzde 13,1 oranında artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1950’de yüzde 91,9 iken, 1975’de yüzde 29,5’a düşmüş, 1980 de ise yüzde 38 olmuştur. Bu durumun temel üç nedeni olarak; uygulanan sanayileşme modelinin sürekli artan bir ithalat düzeyi gerektirmesi, ithal edilen yatırım ve ara malları fiyatlarının yükselmesi ve ihracatın kompozisyonunda bir değişiklik yaratılamayarak, tarım ürünlerinin ağırlığının 1970’li yıllarda da sürmesi sayılabilir.

1974 yılından sonra ödemeler dengesinde meydana gelen bozulmalar 1977’de kritik bir hal almıştır. 1977’de ithalat 5,8 milyar dolar, ihracat 1,7 milyar dolar iken işçi dövizi girişi 1 milyar dolar olmuş ve döviz dengesi 3,1 milyar dolar açık vermiştir. Söz konusu sorunlara çözüm bulmak amacıyla 1977-1980 arası dönemde ekonominin dengelerini düzeltmek yolunda birçok önlemler alınmıştır. Uygulanan ekonomi politikalarının hedefleri; ihracatın artırılması, enflasyonun düşürülmesi ve KİT açıklarının bütçe üzerindeki yükünün ortadan kaldırılması idi. Ancak alınan önlemler ekonomideki kötüye gidişi durduramamış ve 24 Ocak 1980’de alınan kararlarla Türkiye ekonomisinde yeni bir dönem başlamıştır.

24 Ocak Kararları ile, serbest piyasa koşullarında işleyen ve dışa açık bir ekonomi modeli uygulamaya konmuştur. Söz konusu Kararlar doğrultusunda oluşturulan politikalar ile ihracatın artırılması, fiyat sisteminin serbestleştirilmesi, yabancı sermaye girişinin artırılması ve faizlerin serbest bırakılması amaçlanmıştır. 24 Ocak Kararları ile amaçlanan, iç piyasaya dönük, ithal ikameci politikalarla kurulmuş bir sanayi yapısını, dışa dönük, ihracat amaçlı bir yapıya dönüştürmek idi.

Bu anlamda 24 Ocak 1980 Türkiye ekonomi politikaları açısından bir dönüm noktasıdır. 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe giren İstikrar Programı ile kambiyo politikası serbestleştirilerek günlük kur ayarlamaları ile TL’nin sürekli değer kaybettiği bir sürece girilmiş, ithal kotalarının kaldırılmaya başlanması ile ithalat rejimi serbestleşmeye başlamış, ihracat destekleri ekonomi politikalarının temel araçlarından biri olmuştur. 1980 sonrası politikalarla ihracat, 1980-1984 arasındaki dönemde yüzde 314 oranında artmış, ancak ithalatta da artış olması sebebiyle dış açıklar 1980 sonrası dönemde de devam etmiştir. 1980 sonrasında ihracat; esnek kur politikası ile sürekli değer kaybeden bir Türk Lirası politikası, ihracata düşük faizli kredi, ihracatçı sanayinin kullandığı girdilerin gümrük indirimleri ve muafiyetleri ile ucuz tutulması ve döviz tahsisinde kolaylıklar yoluyla sürekli desteklenmiştir.

Öte yandan, 24 Ocak Kararları ile başlayan yeni dönemde ithalat rejiminde de önemli değişiklikler yapılmış, gümrük vergileri önemli oranda düşürülmüştü. 1983 yılında ithalatın serbestleştirilmesi politikaları doğrultusunda fon uygulamasına geçilerek önceleri izne bağlı mallar listesinde yer alan birçok ürünün ithalatı Toplu Konut Fonu kesintisi ödenmesi suretiyle serbest bırakılmıştır.

Diğer taraftan, 1980 sonrası ekonomi politikaları çerçevesinde Dünya ile bütünleşme ve dışa dönük serbest piyasacı kalkınma amaçları doğrultusunda, 1984 yılında kambiyo rejiminin serbestleştirilmesi amacıyla “30 sayılı Karar” yayımlanmıştır. Serbest Bölge uygulaması dış ticaret politikaları araçlarından biri haline gelmiş ve 15 Haziran 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunuyla serbest bölgelerin tabi olduğu yasal düzenlemelerin çerçevesi çizilmiştir.

1987’de Türkiye AT’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve bu başvurunun gerekleri çerçevesinde hazırlık ve AT’a uyum çalışmaları başlatılmıştır. 1989 yılında “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 30 Sayılı Karar”la yabancı sermayeye teşvikler sağlanmış, bürokrasi azaltılarak sermaye hareketleri serbestleştirilmiştir. 1990’da Türk parasının konvertibilitesi ilan edilmiştir.

VII- 1990’lar; Türkiye-AB İlişkileri ve DTÖ Süreci 

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülkelerin dış ticaret politikaları üzerinde, üyesi bulundukları veya üyeliğini hedefledikleri uluslararası ekonomik ve ticari bütünleşmelerin etkileri sürekli olarak artarken, 1990’larda ve 2000’li yıllarda Türkiye’nin dış ticaret politikalarını şekillendiren iki temel bütünleşme DTÖ üyeliği ve Avrupa Birliği ile girilen Gümrük Birliği olmuştur.

Türkiye 1959 yılında “uzun dönemde Batı Avrupa’da kurulabilecek siyasi bir birliğin dışında kalmamak ve gümrük birliği içerisinde Yunanistan’a verilecek ticari tavizlerden yoksun olmamak” için, AET’ye ortaklık amacıyla başvuruda bulunmuş ve Türkiye ile AET arasında bir Ortaklık kurmuş olan Ankara Anlaşması 1963’de imzalanarak 1964’de yürürlüğe girmiştir.

Ankara Anlaşması ile Türkiye ve Topluluk arasında hazırlık, geçiş ve son dönem olarak adlandırılan üç kademede tamamlanacak bir Ortaklık ilişkisi kurulmuştur. 1970 yılında Geçiş döneminin koşullarını, süre ve sıralarını belirlemek üzere bir Katma Protokol imzalanmıştır. Katma protokol ile Ortaklık sürecinin geçiş dönemine ve kurulması amaçlanan gümrük birliğine ilişkin şartlar belirlenmiş, Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin yerleştirilmesi ve Ortaklığın işleyebilmesi için tarafların ekonomi politikalarının yaklaştırılması ve ortak faaliyetlerin artırılması ilke olarak kabul edilmiştir.

14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye AT’a erken tam üyelik başvurusunda bulunmuş, 9 Kasım 1992’de Ortaklık Konseyi Toplantısı’nda Toplulukla ilişkilerini tam üyelik doğrultusunda geliştirmek amacı taşıdığını ve 1995 yılı itibariyle tamamlanması hedeflenen Gümrük Birliğine ilişkin yükümlülüklerini yerine getireceğini beyan etmiştir. Bu doğrultuda Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği’nin tamamlanması ve uygulanmasına ilişkin usul, esas ve süreleri belirleyen 1/95 sayılı karar 6 Mart 1995’de Ortaklık Konseyi toplantısında kabul edilmiştir. 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı çerçevesinde sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımına imkan veren Gümrük Birliği 22 yıllık bir geçiş döneminin ardından 1 Ocak 1996 tarihinde tamamlanmıştır. 11-12 Aralık 1999’da Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısında Türkiye’ye adaylık statüsü tanınmış ve taraflar arasındaki ilişki tam üyelik hedefi doğrultusunda yönlendirilmiştir.

AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği ve sonrasında tam üyelik doğrultusunda uygulanan politikalar, Türkiye’nin dış ticaret politikalarının şekillendirilmesi açısından önemli bir çerçeve çizmektedir.

Türkiye’nin dış ticaret politikalarına yön veren bir diğer önemli iktisadi bütünleşme ise Dünya Ticaret Örgütüne üyeliğidir. Türkiye, 1947’de imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşmasına (GATT) 1950-1951 Torquay Tarife Görüşmeleri sonucunda 21.12.1953 tarih ve 6202 sayılı yasa ile taraf olmuştur. GATT, imzalanmasının ardından 1994’e kadar Dünya ticaretine genel bir çerçeve çizmiş ve ticareti uluslararası kabul gören kurallara bağlayarak ticaretin serbestleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini ve düzenli işleyişini amaçlayan bir anlaşma niteliğindeki GATT, kurumsal bir yapıya kavuşturularak 01.01.1995 tarihi itibariyle Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüştürülmüştür. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye, DTÖ üyeliğinin gerekleri doğrultusunda belirli bir takvim çerçevesinde sanayi ürünlerinde tarife indirimleri gerçekleştirmiş, tarım ve tekstil sektörlerinin kademeli olarak mevcut kurallara uygun faaliyet göstermelerini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapmış, ticaretle bağlantılı yatırım tedbirleri, fikri mülkiyet hakları ve hizmet ticareti konularında DTÖ tarafından oluşturulan uluslararası ticaret sistemine dahil olmuştur. Bugün, tarım ve sanayi mallarının ticaretine yönelik yeni düzenlemelerden, ticaretin kolaylaştırılması çabalarına, yatırım, çevre,rekabet, kamu alımları, elektronik ticaret ve fikri mülkiyet haklarına kadar birçok konu DTÖ bünyesinde uluslararası platformlarda ele alınmaktadır. 1990’lı ve 2000’li yıllarda DTÖ üyesi olarak Türkiye’nin ticaret politikaları da söz konusu platformlarda alınan kararlar doğrultusunda şekillendirilmektedir.

VIII- Sonuç Olarak

2000’li yılların Türkiye’sinin üretimi ve dış ticaretinin yapısı incelendiğinde, 1923’lerin geri kalmış tarım ekonomisini sanayi ekonomisine dönüştürme çabalarının ve 80 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan dış ticaret politikalarının başarısı ortaya çıkar. Söz konusu süreçte, Türkiye çağdaş Dünyanın ekonomik ve ticari, küresel ve bölgesel bütünleşmelerinin içerisinde yerini almış ve dışa açık kalkınma politikaları benimsenerek, ihracat artışı büyüme politikalarının en temel araçlarından biri olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, içinde bulunulan dönemin koşullarına bağlı olarak değişken bir seyir izleyen dış ticaret politikaları, bugün Türkiye’nin siyasi ve ekonomik öncelikleri ve menfaatleri, DTÖ üyeliği, AB ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği ve AB’ye tam üyelik hedefinin gerekleri çerçevesinde şekillendirilmektedir. Cumhuriyetin 80. yılını kutladığımız bugünlerde, dış ticaret sunduğu küresel perspektifler ve fırsatlar ile, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin ekonomik ve siyasal geleceğine damgasını vuracaktır.

Dış Ticarette Tekstil ve Hazır Giyim

 

TÜRKİYE’DE ÜRETİM

 

Tekstil ve hazır giyim sektörü, 1980 yılında uygulamaya konulan ihracata yönelik kalkınma politikası ile hızla büyümeye başlamış ve bu tarihten itibaren sektöre yapılan yatırımlar artmıştır. Tekstil ve hazır giyim sektörü birlikte değerlendirildiğinde, gayri safi yurt içi hasıla, imalat sanayi ve sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sağladığı net döviz girdisi, istihdam, yatırım gibi makro-ekonomik büyüklükler açısından Türkiye’nin önemli sektörlerinden biridir. Tekstil ve hazır giyim sektörü beraberce ülkemiz GSYİH’sinin %10’luk kısmını sağlamaktadır. Bugün Türk tekstil ve hazır giyim sektörü büyük oranda ihracat odaklı bir sektördür. Mevcut kapasiteler yurt içi talepten oldukça fazladır. Yaklaşık 30 milyar dolarlık üretim değerinin 20 milyar dolarlık bölümü ihraç edilmektedir. Türk hazır giyim sektörü dünyanın 6. büyük hazır giyim ihracatçısı konumundadır. AB ülkelerine tekstil ve hazır giyim ihracatında ise ülkemiz Çin’in ardından 2. sırada yer almaktadır. Bugün, hazır giyim sektörü, üretim ve istihdamdaki büyük ağırlığıyla ülkemiz ekonomisinin lokomotif sektörlerinden birisi konumundadır.  Türkiye genelinde ihracata yönelik üretim yapan ve %90’ı KOBİ olan 18.500 civarında imalatçı/ihracatçı firma bulunmaktadır. Bunlardan 11.000’i hazır giyim, 7.500’ü tekstil alanında faaliyet göstermektedir. Sektörde faaliyet gösteren firmaların sayısı ise 43.000

civarındadır. Bu firmalarda kayıtlı yaklaşık 750.000 kişi istihdam edilmektedir.  Dokuma alanında Türkiye’deki toplam kurulu dokuma kapasitesinin 1.350.000 ton civarında olduğu tahmin edilmektedir. Örme ürünlerde ise 2.250.000 ton’luk bir kapasite söz konusudur. Son yıllarda çorap sanayi, diğer tekstil alt sektörlerine nazaran daha hızlıbir gelişme göstermiş olup, çorap sanayinin kapasitesi yeni yapılan yatırımlarla 200 milyon düzinenin üstüne çıkmıştır. Türkiye’de üretilen hazır giyim ürünlerinin büyük bir kısmını pamuklu ürünler oluşturmaktadır. Sektör üretiminin yaklaşık %65’i ihraç edilmektedir. Yine, ihraç edilen ürünlerin yaklaşık %80’ini pamuklu ürünler oluşturmaktadır. Sektörün pamuk, yün, iplik ve kumaş gibi hammadde ve ara malı ihtiyacı büyük ölçüde yurt içinden karşılanmakla birlikte, önemli miktarda ithalat da gerçekleştirilmektedir. Türkiye dünyanın 8. büyük pamuk üreticisi olmasına karşın, yerli üretim iç talebi karşılamamaktadır. Ülkemiz dünya pamuk tüketiminde 4. sırada bulunurken, organik pamuk  üretiminde dünyada Hindistan ve Suriye’den sonra üçüncü sırada yer almaktadır.   Sektörün en önemli sorunları arasında finansman veenerji maliyetlerinin yüksekliği, aşırıkapasite, kayıt dışı üretim, markalaşamama, alt sektörler arasında koordinasyon ve işbirliğinin yeterli şekilde sağlanamaması, firmaların sermaye yapılarınıngüçsüz olması ve yaşanan küresel kriz nedeniyle iç ve dış talepte daralma yer almaktadır. Sektörün sahip olduğu başlıca avantajlar hızlı teslimat, hedef pazarlara olan yakınlık, teknik, sosyal ve idari bilgi birikimi ve geniş ürün yelpazesi olarak sıralanabilir. Hazır giyim sektöründeki büyük firmalar son zamanlarda yurt içinde ve yurt dışında mağazalaşmaya yoğunlaşmışlardır. Türk hazır giyim sanayi esnek üretim yapısına sahip olup, değişen moda eğilimlerine uyum sağlayabilmektedir. Dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde çevre, kalite, sağlık vb. alanlarda yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak bu konularla ilgili çeşitli düzenlemelere ve uygulamalara gidilmektedir. Bugün, hazır giyimde en önemli pazarımız olan AB’de çevre ve sağlıkla ilgili olarak yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak, pek çok ürünün yanı  sıra tişörtler için AB çevre etiketi geliştirilmiştir. Firmalarımız da son yıllarda bu gelişmeleri yakından takip etmekte ve çevre etiketlerine artan bir oranda ilgi göstermektedirler. Buna bağlı olarak da kalite yönetim sistemlerine uygun faaliyet gösteren firmaların sayısı  hızla yükselmektedir. Sektör Avrupa’da uygulamaya konan çevre ve sağlıkla ilgili düzenlemelere uyum sağlamıştır. Azo boyar maddelerle ilgili özellikle Almanya’da başlayan gelişmelerin bir sonucu olarak, 1 Mart 1995’den itibaren söz konusu boyar maddelerin Türkiye’de üretimi, kullanımı ve ithali ile söz konusu aminlerin boyar madde üretiminde kullanımıyasaklanmıştır.

 

TÜRKİYE’NİN DIŞ TİCARETİ

 

İhracat

2005 ve 2006 yılında 11,5 milyar dolar civarında gerçekleşen hazır giyim ihracatı 2007 yılında %15,6 oranında artış göstererek 13,5 milyar dolara yükselmiştir. 2008 yılında ise önemli pazarlarımızdan  İngiltere ve A.B.D.’ye gerçekleştirilen ihracatın sırasıyla %20 ve %40 oranlarında gerilemesi toplam hazır giyim ihracatının %2,3 düşmesine ve 13,2 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesine yol açmıştır. 2009 yılında küresel krize bağlı  dıştalepteki daralmanın bir sonucu olarak %14,7 gerileyerek 11,2 milyar dolar seviyesinde gerçekleşen sektör ihracatı, 2010 yılında yeniden artış trendine girerek %10,3 oranında artış göstermiş ve 12,4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2011 yılında ise %9,4 artışla 13,5 milyar dolar hazır giyim ürünleri ihracatı gerçekleştirilmiştir. Son yıllarda tekstil ve hazır giyimin toplam ihracat ve imalat sanayi içindeki payı azalmaya devam etmektedir.  2010 yılı itibarıyla hazır giyim ihracatının 7,7 milyar doları örme ürünlerden, 4,6 milyar doları da örülmemiş ürünlerden kaynaklanmıştır. 2011 yılında ise ülkemiz 8,4 milyar dolarlık örme ürün, 5,1 milyar dolarlık da örülmemiş ürün ihracatı gerçekleştirmiştir. 3 milyar dolarla tişörtler, 1,3 milyar dolarla kazaklar, 1,1 milyar dolarla kadın ve kız çocuklar için takımlar ve 1 milyar dolarla çoraplar örme ürünler arasında en öne çıkan ihracat kalemleridir

 

 

 

 

 

 

 

Örülmemiş ürünlerden ise 2011 yılında 2 milyar dolarla kadın ve kız çocuklar için takımlar, 1,4 milyar dolarla erkek ve erkek çocuklar için takımlar, 547 milyon dolarla erkek ve erkek çocuklar için gömlekler ve 512 milyon dolarla kadın ve kız çocukları için bluz ve gömlekler en önemli ihracat kalemlerini oluşturmuştur.

 

 

 

Türkiye 2011 yılı hazır giyim ihracatının %76,2’si, ilk 10’da yer alan Almanya (%23,8), İngiltere (%14,4),  İspanya (%9,6), Fransa (%7,8), Hollanda (%5,5),  İtalya (%5,3), Danimarka (%3,3), Belçika (%2,8) İsveç (%1,9) ve Rusya’ya (%1,7) gerçekleştirmiştir. Bu ülkelerden Almanya, uzun yıllardır Türkiye’nin en önemli hazır giyim pazarı durumundadır. Son 10 yıldır diğer ülkelere yapılan ihracatın gelişmesiyle, Almanya’nın payı 1996’da %47,3’ten 2011’de %23,8’e kadar gerilemiştir.  Uzun yıllar Almanya ve A.B.D.’nin ardından üçüncü önemli pazar olan  İngiltere, 2002 yılında ikinciliğe yükselmiş ve günümüze kadar sıralamadaki yerini korumuştur. Buna karşın 2008 yılında İngiltere’ye gerçekleştirilen hazır giyim ihracatı %20,4 gibi çok keskin bir gerileme göstererek 2,4 milyar dolardan 1,9 milyar dolara kadar gerilemiş, 2009 yılında da %13 oranında gerileyerek 1,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu ülkeye 2010 yılında %15,6 artış ile 1,9 milyar dolar olarak yapılan hazır giyim ihracatımız, 2011 yılında ise %0,9 oranında artmıştır.  2002 yılında  İngiltere’nin ardından üçüncülüğe gerileyen A.B.D.’ye gerçekleştirilen hazır giyim ihracatı, 2003 yılında 1,2 milyar dolarla en yüksek seviyesine ulaşmış; ancak, sonraki yıllarda büyük bir gerileme içine girerek 294 milyon dolarla 2008 yılında sekizinci sırada yer almıştır. ABD’ye hazır giyim ihracatı 2009 yılında %41,1 gibi şiddetli bir düşüşle 173,4 milyon dolar seviyesinde gerçekleşirken ABD’nin ülkemiz hazır giyim ihracatındaki sıralaması da 10. sıraya gerilemiştir. 2010 yılında anılan ülkeye hazır giyim ihracatında %1,7 artış kaydedilmiş olmakla beraber ABD 10. sıradaki yerini korumuştur.  2011 yılında ise söz konusu ülkeye %2,8 oranında ihracat artışı sağlanmış olup ABD ülkemiz hazır giyim ihracatındaki sıralamasında 12. sıraya gerilemiştir. Son yıllarda hazır giyim ihracatının en istikrarlı artış gösterdiği pazarlar İspanya ve Belçika olmuştur.  Diğer taraftan 2009 yılında hazır giyim ihracatımızın en fazla artış gösterdiği pazar Irak olmuştur. 2009 yılında Irak’a yönelik hazır giyim ihracatımız %90,6 oranında artışgöstererek 161,5 milyon dolara ulaşırken, ülkemiz hazır giyim ihracatı içindeki payı %1,4’e yükselmiştir. 2010 yılında anılan ülkeye yapılan hazır giyim ihracatı %6 artış göstererek 171,2 milyon dolar olarak gerçekleşirken, 2011 yılında ise %33 artışla 227,5 milyon dolara ulaşmıştır. Bu ülkenin toplam hazır giyim ihracatımız içindeki payı %1,7’ye yükselmiş olup, anılan ülke ülkemiz hazır giyim ihracatında 11. sırada yer almaktadır. 2011 yılında hazır giyim ihracatımızdan aldığı %1 pay ile en fazla ihracat artışı sağlanan ülke Suudi Arabistan olup, söz konusu ülkeyi %53,2 artışla Polonya izlemektedir.  

 

 

 

 

 

 

Hazır giyim alanında Türkiye’nin en önemli rakipleri, özellikle düşük ihraç fiyatlarına sahip Uzakdoğu ülkeleridir. 2005 yılında tekstil ve hazır giyim ticaretindeki kotaların kalkmasıyla dünyanın en büyük hazır giyim üreticisi ve ihracatçısı olan Çin, dünya tekstil ve hazır giyimpazarındaki liderliğini güçlendirmektedir. Diğer taraftan, 2007 yılının ortalarında ABD’de ortaya çıkan finansal kriz, 2009 yılında hem ABD’de hem de AB’de daha da derinleşmiş; büyük ölçüde bu pazarlara ihracat yapan gelişmekte olan ekonomilerde de daha yıkıcıetkiler yaratarak tüm dünyayı etkisine almıştır. Bu olumsuz koşullarda özellikle gelişmişülkelerdeki tüketicilerin zorunlu olmayan  mallardaki tüketimlerini büyük ölçüde kısmalarıpek çok üründe olduğu gibi hazır giyim harcamalarının da azalmasına yol açmış ve bu durumdan ülkemiz hazır giyim ihracatı da çok olumsuz bir biçimde etkilenmiştir. Halihazırda en önemli ihraç pazarımız olan AB ülkelerinin içinde bulunduğu borç krizide ülkemizin söz konusu pazara olan ihracatını etkilemektedir.

İthalat

Türkiye’nin hazır giyim ithalatı, kotaların kaldırılması süreciyle birlikte, özellikle 2003yılından itibaren hızla yükselmeye başlamış ve 2011 yılı itibarıyla 2,9 milyar dolara ulaşmıştır. Çin, Bangladeş, Hindistan, Malezya, Hong Kong, Endonezya, Pakistan, Vietnam ve Sri Lanka’dan gerçekleştirilen hazır giyim ithalatı 1998’de %9,4 payla sadece 20 milyon dolarken, 2011 yılına gelindiğinde %75,3 payla yaklaşık 2,3 milyar dolara ulaşmıştır. Diğer taraftan son yıllarda Çin, ülkemiz ithalatında benzer Uzakdoğu pazarlarınıgeride bırakarak öne çıkmıştır. 2011 yılında bu ülkeden hazır giyim ithalatımız %23,2 artış göstererek 1 milyar dolara ulaşmıştır.  İlk 10 içerisinde yer alan ve 4.sırada bulunan İtalya’dan gerçekleştirilen ithalat ise 144 milyon dolara ulaşmıştır.

 

 

 

 

Ürünler bazında hazır giyim ithalatı incelendiğinde, örülmemiş giyim eşyasının 1,9 milyar dolarla

daha önemli bir yer tuttuğu görülmüştür. Bu ürünler arasında özellikle kadın ve kız çocukları için takımlar ve erkekler ve erkek çocuklar için takımlar ithalatta önemli yer tutmuştur. Örme ürünlerde ise, ithalat 1,1 milyar dolara ulaşırken, kazak ve tişörtler en önemli kalemleri oluşturmuştur.

 

 

DÜNYA HAZIR GİYİM TİCARETİ

 

2005 yılında kotaların kalkmasıyla birlikte, dünya hazır giyim pazarında hem arz hem de talep yönünde  şiddetli bir rekabet yaşanmaya başlamıştır. Kötüleşen ekonomik koşullar nedeniyle A.B.D, Almanya ve Japonya gibi büyük ülkelerde tüketicilerin satın alma kararlarında fiyatın önemi artmaya başlamıştır. Özellikle, tüketicilerin belirli bir kalitedeki ürünü daha düşük fiyatlardan talep etmesi, hazır giyim ürünleri üzerinde ciddi bir fiyat baskısı yaratmıştır.  Diğer taraftan, perakende sektöründe faaliyet gösteren firmaların çeşitlenmesi, sayılarının artması ve faaliyetlerinin genişlemesi hazır giyim ürünlerindeki fiyat rekabetini şiddetlendirmiştir. Örneğin, geçmişte distribütörlerden ya da doğrudan ithalatçılardan alım yapan perakendeciler, günümüzde doğrudan ithalata, hatta ucuz işçilikle üretim yapan ülkelerde fason üretime yönelmişlerdir. Bu da perakendecilere, aracısız olarak doğrudan tüketiciye ulaşma imkanı vermiş ve fiyatların düşmesine yol açmıştır. Kotaların kalkmasıyla birlikte, büyük alım gruplarının alımlarını tek ya da birkaç ülkede yoğunlaştırması ve bunuüreticiler üzerinde kullanması, fiyatlar konusunda üreticilerin aleyhine önemli bir baskıunsuru oluşturmuştur. Dolayısıyla, bu baskı, hem üretici ülkeler arasında, hem de aynıülkedeki üreticiler arasında şiddetli bir rekabetin yaşanmasına yol açmıştır.   Kotaların kalkmasıyla dünya tekstil ve hazır giyim pazarlarındaki koşullar değişmiş, firmaların 2005 öncesinde sahip oldukları tedarik imkanları büyük ölçüde sınırlanmıştır. Yeni dönemde ürün tedariki yanında hizmet sunumu da önem kazanmıştır. Dünya hazır giyim üretim kapasitesinin talepten iki kat daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.  Dünya tekstil ve hazır giyim ticaretine etki eden en önemli olay, Çin’in 11 Aralık 2001 tarihinde DTÖ’ye 143. üye olarak girmesi olmuştur. Çin bu üyelikle, DTÖ’nün “Tekstil ve Konfeksiyon Antlaşması”na tabii olmuş ve 2005 yılından itibaren kotaların kaldırılmasıyla tekstil ve konfeksiyon ihracatını önemli oranda artırmıştır. Bununla birlikte, 1,5 milyarlık nüfusa sahip olan Çin, yaklaşık 150 milyonluk yüksek gelirli bir kitle ile aynı zamanda önemli bir pazar durumuna gelmiştir.   Dünya hazır giyim ihracatı 2010 yılında 354 milyar dolar civarında gerçekleşmiş olup, bu rakamın yaklaşık 183 milyar doları örme ürünlerden, 170 milyar doları da örülmemişürünlerden oluşmaktadır. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları

Türkiye’nin, Avrupa Birliği (AB) ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkisi uyarınca, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulunmakta olup, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir. Bu kapsamda, Türkiye, AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı benzer anlaşmalar akdetmektedir.

Başka bir ifadeyle Türkiye, sadece Avrupa Birliği’nin STA müzakereleri yürüttüğü ülkelerle STA imzalayabilmektedir.

Bilindiği üzere, Gümrük Birliği taraflar arasındaki ticarette mevcut gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ayrıca birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da, ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon modelidir. Gümrük birliğinde malların serbest dolaşımı esastır. Bu çerçevede, taraflarca ortak ticaret politikaları ile ortak rekabet kurallarının geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir. Serbest ticaret anlaşmalarında ise taraflar arasındaki ticarette malların tercihli rejimden yararlanmaları menşe kurallarına göre olmaktadır. Ayrıca, serbest ticaret anlaşmalarında ortak ticaret politikaları ve ortak rekabet kuralları uygulama zorunluluğu bulunmadığı gibi, taraflar üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük tarifelerini uygulamaktadırlar.

Bu çerçevede, STA’lar, komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi; ihracatçılarımızın dış pazarlarda, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri olmak üzere rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini; karşılıklı yatırımların artırılması ve müşterek teşebbüslerle ülkemizin uluslararası rekabet gücünün artırılması bakımından önem taşımaktadır. Bu kapsamda, ülkemizin AB tarafından imzalanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamakta olup, gerçekleştirilen müzakerelerde sanayi ve ticaret politikası önceliklerimiz ile ülkemiz hassasiyetleri göz önüne alınmaktadır.

Bugüne kadar, AB üyelikleri nedeniyle STA’ları feshedilen 10 adet Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi hariç, 18 ülke ile STA imzalanmıştır (EFTA, İsrail, Makedonya, Hırvatistan, Bosna ve Hersek, Filistin, Tunus, Fas, Suriye, Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün, Lübnan ve Morityus). Söz konusu STA’lardan, Lübnan ve Morityus ile imzalanan Anlaşmalar dışındaki STA’lar halihazırda yürürlükte bulunmakta olup, Lübnan ve  Morityus Anlaşmaları taraflarca iç onay sürecinin tamamlanmasının ardından yürürlüğe girecektir. Ayrıca, Güney Kore Anlaşmasının müzakereleri tamamlanmış olup; metin parafe edilmiştir.

Halihazırda, STA müzakereleri yürütülen veya müzakerelere başlanması yönünde girişim yapılan 17 ülke (Ukrayna, Libya, Seyşeller, Kamerun, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cezayir, Meksika, Malezya, Ekvator, Moldova, Güney Afrika Cumhuriyeti, Kolombiya, Faroe Adaları, Endonezya, Peru, Hindistan ve Kanada) ve 5 ülke grubu (Körfez İşbirliği Konseyi, MERCOSUR, ASEAN, Orta Amerika Topluluğu, CARIFORUM) bulunmaktadır.

Ülkemiz, AB’nin tercihli rejimlerini üstlenme konusunda büyük gayret sarf etmektedir. Bu süreç, Türkiye-AB Gümrük Birliği kapsamındaki yükümlülüğün yerine getirilmesi açısından önem arz ettiği gibi, yüksek koruma oranları ile kendi pazarlarını koruyan ülkelere ülkemizin düşük seviyelerde olan Topluluk Ortak Gümrük Tarifesi uygulaması nedeniyle sağladığı tek yanlı avantajı, STA’lar kapsamında pazar açılımı suretiyle karşılıklı hale getirmek açısından da son derece önemlidir. AB ile STA’sı olup da halen Türkiye ile STA imzalamamış başlıca ülkeler Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti, Cezayir’dir. Konuya dair ısrarlı girişimlerimiz devam etmektedir.

STA’ların sağladığı pazara giriş imkânları değerlendirildiğinde, istatistikler, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmi artış oranımızın genel dış ticaretimizin hacminin artış oranından daha yüksek olduğunu göstermektedir. 2000-2010 döneminde, genel ticaret hacmimizdeki artış oranı %264 olurken, STA ülkeleri ile ticaret hacmimizin artış oranı %327 olarak gerçekleştirilmiştir. Böylece, STA ülkeleriyle ticaret hacmimiz 2000 yılında 4,9 milyar dolar olarak gerçekleşirken, 2010 yılında 21 milyar dolar seviyesine yükselmiştir.

STA’ların ihracat ve ithalat rakamlarındaki sonuçları incelendiğinde, 2000-2010 döneminde, genel ihracat artış oranımız %310 iken STA ülkelerine ihracatımızın artış oranının %468 olduğunu görmekteyiz. Böylece, anılan ülkelere ihracatımız 2000 yılındaki 2,1 milyar dolar seviyesinden, 2010 yılında 11 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. Diğer taraftan, aynı dönem için, genel ithalat artış oranımız %240 olarak gerçekleşirken, STA ülkelerinden ithalatımızın artış oranı %215 olmuştur. Böylece, anılan ülkelerden ithalatımız 2000 yılındaki 2,7 milyar dolar seviyesinden, 2010 yılında 8,4 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. 

Bu çerçevede, 2009-2010 verileri incelendiğinde, en fazla ihracat artışının Hırvatistan, Filistin, İsrail ve Suriye’ye olduğu görülmektedir. 2010 yılı ihracatımızdaki ilk kırk ülke içerisinde STA imzaladığımız 7 ülke (Mısır, EFTA, Suriye, Fas, Tunus, Lübnan ve Gürcistan) bulunmaktadır. 

STA’ların, ülkemizin lokomotif hizmet sektörlerinden olan yurtdışı müteahhitlik hizmetleri açısından pazar yaratıcı etkileri gözlenmekte, benzer şekilde, bu ülkelerdeki yatırımları da tetiklediği görülmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar ortaya koymaktadır ki; bu tür bölgesel entegrasyonlar, ölçek ekonomilerine yol açarak maliyet düşüşü ve kaynak verimliliği sağlamakta, dışa açık rekabetçi bir ekonomik altyapının tesisi suretiyle ülkenin uluslararası rekabet gücünü artırmakta, milli geliri, toplumsal refahı yükseltmektedir. Ayrıca karşılıklı yatırımların artırılması yönünde daha uygun bir ortamın tesisini sağlamaktadır.

Sonuç olarak, daha önce imzaladığımız anlaşmalar da somut olarak ortaya koymaktadır ki; tarife indirimleri ile “derin entegrasyon” olarak tabir edilen menşe kuralları, yatırımlar, fikri mülkiyet hakları gibi alanlarda yakınsama sağlayan bu anlaşmalar sonucu ülkelerin üretim, dış ticaret ve refah düzeyi üzerinde ciddi ölçüde pozitif etkiler oluşmaktadır.

Son olarak, genel siyaset perspektifinden bakıldığında; ülkemizin STA akdettiği ülkeler ile sadece ticari ve ekonomik ilişkilerinin değil, aynı zamanda siyasi ilişkilerinin de daha istikrarlı bir yapıya kavuştuğu dikkat çekicidir. STA akdedilmesi sonrasında, STA’ya taraf ülkeler arasında oluşturulan Ortaklık Konseyi ve Ortaklık Komitesinin, en üst seviyede siyasi ve bürokratik temsilcileri bir araya getirerek karşılıklı olarak yeni işbirliği imkanlarının gözden geçirilmesine fırsat verdiği, STA’lar sayesinde ülkelerin birbirlerinin ekonomik ve ticari potansiyelleri konusundaki farkındalıklarının arttığı ve iş adamları arasındaki karşılıklı anlayışın geliştiği bunun sonucunda da ilgili ülkelerle dostluk bağlarının daha da pekiştiği izlenmektedir.

Özetle STA’lar;

o    ihracatçılarımızın başta çevre ve komşu ülkeler olmak üzere, hedef pazarlara giriş imkanlarının artırılmasını; Batı Avrupa pazarlarına olan bağımlılığının azaltılmasını;

o    ihracatçılarımızın üçüncü ülke pazarlarında, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri olmak üzere, rakipleri ile eşit şartlara sahip olmasını;

o    ihracatımızın, tarife ve tarife dışı engellerin kaldırılması suretiyle, ürün bazında çeşitlendirilmesini ve miktar bazında artırılmasını;

o    tanınan tercihler sayesinde, STA ülkelerinin ara malı ve nihai mamullerini ülkemizden tedarik etmelerinin temin edilmesini;

o    dışa açık rekabetçi bir altyapının tesis ile ülke ekonomisinin uluslararası rekabet gücünün artmasını;

o    iç pazarda durgunluk yaşandığında söz konusu durgunluğun ekonomi üzerindeki etkilerinin azaltılmasını;

o    mal ticaretinin yanı sıra hizmet ticaretinde de pazara giriş imkânlarının sağlanmasını;

o    sanayicimize ucuz girdi teminini;

o    Türkiye’nin tercihli ticaret imkânlarından yararlanmak isteyen doğrudan yabancı sermayeli yatırımların artmasını;

sağlamaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

TEKSTİL, KONFEKSİYON VE HAZIR GİYİM SANAYİ

SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

Tekstil sanayinin, basit  ürünler üreten bir sanayi olarak sanayileşmiş ve bilgi toplumu ülkelerinin terk ettiği, daha ziyade sanayileşmekte olan ülkelere uygun bir sanayi dalı olduğu değerlendirmesi tam olarak isabetli değildir. Aslında sektörün standart basit ürünlerin (commodity) üretiminin sanayileşmekte olan ülkelere bırakıldığı, fakat yüksek katma değerli moda-marka ürünlerle, teknik tekstillerin araştırılıp, geliştirilip üretilmesinde sanayileşmiş ve bilgi toplumu ülkelerin söz sahibi olmaya devam etmekte oldukları ve devam edecekleri görülmektedir. Bu gerçekten hareketle sektörü, fiyat-maliyet rekabetinden ziyade kalite rekabetinin belirleyici olduğu, üst sınıf yüksek kalitede moda, marka, bilgi bazlı ürünlerin

üretildiği ve satıldığı bir yapıya dönüştürmek gerekmektedir. Türk tekstil sanayisinin bir yandan böyle bir yapıya dönüşmesi, diğer yandan sektörün bu süreçte Türk ekonomisinde üstlendiği  temel işlevlerinin de yönetilebilmesi için gerekli öncelik ve tedbirler

uygulanırken aşağıdaki politikaların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

 

Yatırım Alanları

 

Sektörde, yatırım yerleri daha ziyade büyük yerleşim merkezlerinde yoğunlaşmıştır. İşgücü, enerji, vs, gibi faktörler dikkate alındığında bu bölgelerin yatırım yeri olarak değerlendirilmesi rantabl olmamaktadır. Dolayısıyla bu bölgelerde yeni işletmelerin kurulması ve salt kapasite artırıcı yatırımlar teşvik edilmemelidir. Bunun yerine; kaliteli yeni ürün tipleri geliştirilip, üretim ve verimliliği artıran, esneklik kazandıran, küçük partileri işleyebilen, özel niş ürünleri üreten, başta yüksek performanslı teknik tekstiller olmak üzere bilgi yoğun ürünleri üreten, enerji, su, kimyasal madde ve hammadde kullanımında tasarruf, geri kazanım ve tekrar kullanım sağlayan, çevre dostu üretimi destekleyen, ArGe, Ür-Ge ve yenilikçilik yeteneklerini geliştiren, yeniden yapılanma, yerleşim, yurtiçi ve yurtdışı şirket evlilikleri sonucu gerekli olacak modernizasyon ve yenileme yatırımları teşvik edilmelidir. Ayrıca hammadde üretiminin yerli kaynaklardan ve yeterli miktarda karşılanabilmesi için petrokimya yatırımları ile pamuk yatırımlarının desteklenmesinde fayda görülmektedir.

 

Konfeksiyon sanayi

 

Emek-yoğun yapısı nedeniyle şu anda en yoğun olarak bulunduğu ve Türkiye’de işçiliğin en pahalı olduğu İstanbul’da mevcudiyetini orta ve uzun vadede sürdürebilmesi çok zordur. Bu nedenle konfeksiyon sanayisinde emek-yoğun dikim ve dikim sonrası işlemlerin 5084 sayılı Kanun kapsamında teşvik alan illere kaydırılmasında fayda vardır.

 

Konfeksiyon

 

Ana hedef olan, ucuz standard (commodity) ürünlerden çekilip katma değeri yüksek ve daha pahalı ürünlere yönelmek için stratejiler doğru belirlenmelidir. Dünyada hazır giyim ve ev tekstilleri ürünlerinin tüketiminde meydana gelen ve gelmekte olan değişmeler de göz önüne alınarak çok hatlı bir yol izlenmelidir.

 

Orta vadede üst sınıf modaya yönelik ürünler ve moda-marka ürünlerin üretimine yönelik olarak özgün tasarım, kalite, verimlilik, markalaşma, pazarlama ve dağıtım kanalları oluşturma yeteneklerini artıracak yatırımlar ve faaliyetlere öncelik verilmelidir. İstanbul’un uluslararası düzeyde bir moda merkezi haline getirilmesi için faaliyetler ve girişimler sürdürülmelidir.( Shoppin Fest 2011-2012)

Yönetim, tasarım, satın alma ve pazarlama İstanbul’da kalmak üzere emek yoğun üretimin adımlarının Anadolu’ya  kaydırılmasını  sağlayabilecek yönetim modellerinin yaygınlaştırılması faaliyetlerine öncelik verilmelidir. KOBİ’lerin  ortak koleksiyon hazırlamalarını, satın almalarını, pazarlamalarını ve hatta dağıtım kanallarına  sahip olmalarını sağlayabilecek organizasyon modellerinin yaygınlaştırılması

faaliyetleri desteklenmelidir.Kişiye özel üretimin önem kazanmasıyla gündeme gelecek tekno-terziliğin uygulanabileceği, CAD, CAM teknolojilerinin  kullanıldığı  bilgisayar tümleşikli üretim sistemlerinin  geliştirilmesi ve kullanımı için yapılacak yatırım ve faaliyetlere öncelik verilmelidir. Akıllı giysiler, ev tekstil ürünleri ve teknik tekstillerin

geliştirilmesini ve özel üretimlerini sağlamaya yönelik olarak, başta Ar-Ge ve eğitim çalışmaları olmak üzere, her türlü yatırım ve çalışmalar en üst düzeyde desteklenmelidir.

 

 

Pazarlama

Hazır giyim başta olmak üzere tekstil sektörü tedarikçi ülke konumundan piyasa yapıcı ülke konumuna geçme stratejisine bağlı olarak pazarlama alanında da farkı bir politika uygulamalıdır. Pazarlama politikalarında pasif pazarlamadan aktif pazarlamaya geçilmelidir.

Katma değeri yüksek ürünlerin en uygun pazarlarından biri olan AB’nin, katılım sürecinde bu ürünleri Türkiye’den temin etmesi için gerekli çalışmaların yapılması ve anlaşmaların gerçekleştirilmesi gereklidir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için çevre kriterlerine uygun üretim ve çevre bilincinin oluşturulması ön koşuldur. Sektörün hedeflerinin gerçekleşmesi amacıyla, stratejik olarak sektörün katma değeri yüksek ürünlerin üretimine ve pazarlanmasına odaklanması gerekmektedir. Bu tür ürünlerin dünya pazarlarında imaj oluşturması ve markalaşmasına da çalışılmalıdır.Katma değeri yüksek ürünlerin üretimi ve pazarlanmasının alt yapısal desteğinin sağlanması için bilgi üretimi ve globalleştirilmesi de stratejik öneme sahiptir. Bu açıdan, eğitim kurumlarının yaygın disiplinlerinde, multidisipliner bir öze sahip olan dericiliğe önem verilmesi ve AR-GE, master ve doktora çalışmalarının önemi vurgulanmalıdır. Türk derisi ve dericiliğinin imajının oluşmasında ve dünyada

kabul görmesinde, bilimsel çalışmalara ev sahipliği yapılması, uluslararası kongre, sempozyum ve panellerin düzenlenmesi de önem taşımaktadır.

 

 

e-Ticaret

Global tekstil ve konfeksiyon ticaretindeki en önemli gelişmelerden biri, pazar ve ürün farklılığı gözetmeksizin ticaretin global genişlikte e-ortama taşınmasıdır. Bu nedenle Türkiye, başta tekstil ve konfeksiyon ihracatındaki mevcut konumunu korumak üzere, global hedeflerine bağlı olarak e-ticaret altyapısını oluşturmalıdır. Alt yapının oluşturulması üç tarafı ilgilendirmektedir. Kamunun alt yapı hizmetleri, sektörel işbirliği ile oluşturulacak ortaklıklar ve sektör politikaları ile işletmelerin e-ortam uygulamalarıdır.

 

TEBLİĞLER

·        2011/4 sayılı Teknik Müşavirlik Şirketlerine Sağlanacak Devlet Yardımları Hakkında Tebliğ

·        2011/1 sayılı Pazar Araştırması ve Pazara Giriş Desteği Hakkında Tebliğ

·        2010/10 Sayılı Tarımsal Ürünlerde İhracat İadesi Yardımlarına İlişkin Tebliğ

·        2010/8 Sayılı Uluslararası Rekabetçiliğin Geliştirilmesinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        2010/6 Sayılı Yurt Dışı Birim, Marka ve Tanıtım Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        2009/5 Sayılı Yurt Dışında Gerçekleştirilen Fuar Katılımlarının Desteklenmesine İlişkin Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        2008/2 Sayılı Tasarım Desteği Hakkında Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        2006/4 Sayılı “Türk Ürünlerinin Yurtdışında Markalaşması ve Türk Malı İmajının Yerleştirilmesi ve Turqualıty®’nin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ

·        2004/14 Sayılı Turqualıty® Sertifikasının Düzenlenmesine İlişkin Tebliğ

·        2000/1 Sayılı İstihdam Yardımı Hakkında Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        1998/10 Sayılı Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) Yardımına İlişkin Tebliğ

·        1995/7 Sayılı Uluslararası Nitelikteki Yurt İçi İhtisas Fuarlarının Desteklenmesine İlişkin Tebliğ ile Uygulama Usul ve Esasları

·        Özel Statülü Şirketler

 

Ticarette Teknik Engeller Anlaşması

Uluslararası ticaret üzerindeki önemli etkileri nedeniyle ticarette teknik engeller Uruguay Çok Taraflı Ticaret Müzakerelerinin ana gündem maddeleri arasında yer almıştır. Dünya Ticaret Örgütünü Kuran Marakesh Anlaşması ekinde Ticarette Teknik Engeller Anlaşması da kabul edilmiştir.

Anlaşma, ürün gerekleri ile bu gereklere uygunluğu doğrulayacak prosedürler belirlemeyi ülkelerin meşru hakları kabul etmektedir. Bu çerçevede, standartlar, teknik düzenlemeler ve uygunluk değerlendirmesi prosedürlerine ilişkin usul ve esasları kapsamaktadır. Bu araçların hazırlanmasında, kabulünde ve uygulanmasında uluslararası ticaretin önüne teknik engeller yaratılmaması, alınacak önlemlerin, aynı koşulların geçerli olduğu ülkeler arasında, keyfi ya da mazur görülemeyen bir ayrım ya da uluslararası ticaretin üzerinde gizli bir kısıtlama oluşturacak şekilde uygulanmaması Anlaşmanın başlıca hedefidir. Anlaşma tüm sanayi ve tarım ürünlerini kapsamaktadır. Bununla birlikte, Kamu Alımları Anlaşması kapsamında devlet kuruluşlarının üretim ve tüketim ihtiyaçları için hazırlanan satın alma şartnameleri ile Sağlık ve Bitki Sağlığına Yönelik Önlemlerin Uygulanmasına dair Anlaşmaya tabi önlemler kapsam dışındadır.

Anlaşma genel olarak aşağıda belirtilen temel prensiplere dayanmaktadır. Ülkelerin meşru hakları ile yükümlülükleri arasındaki denge bu prensipler çerçevesinde sağlanmaktadır.  

Ayrımcı Olmama

Ayrımcı olmama ilkesinin iki temel unsuru bulunmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü ulusal muamele ilkesi benzer yerli ve ithal ürünler arasında, en çok kayrılan ülke ilkesi ithalatın gerçekleştiği üye ülkelere göre ayrım yapılmasının önüne geçmektedir. Böylelikle, ithalata konu ürünlerin üretim yerlerine göre farklı uygulamalara tabi tutulmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.

Ticarete Gereksiz Engel Yaratılmaması

Teknik düzenlemeler ve uygunluk değerlendirmesinin aynı koşulların geçerli olduğu ülkeler arasında keyfi ya da mazur görülemeyen bir ayrım ya da uluslararası ticaret üzerinde gizli bir kısıtlama oluşturacak şekilde uygulanmaması gerekmektedir. Bu şekilde, ülkelerin meşru amaçlarının ötesinde daha katı ve ticareti engelleyici teknik düzenleme, standart ve uygunluk değerlendirmesi prosedürleri benimsemelerinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Ülkelerin teknik düzenleme veya uygunluk değerlendirmesi prosedürü kabul ederken; ticareti kısıtlayıcı etkisi en az olanların tercih edilmesi, getirilen önlem ile hedefin orantılı olması, uygun olması durumunda ilgili uluslararası standart, rehber ve dokümanların esas alınması ve ürünün şekli özellikleri yerine performans kriterlerinin göz önünde bulundurulması ticarete gereksiz engel yaratılmaması açısından önemlidir.

Uyumlaştırma

 

Ürünlerin teknik olarak birbirine uyumlu olmaması ticareti engelleyen bir unsurdur. Anlaşma, uygun olması durumunda standart, teknik düzenleme ve uygunluk değerlendirmesi prosedürlerinin uluslararası standart, rehber veya tavsiyeler baz alınarak hazırlanmasını öngörmektedir.

 

Denklik

Denklik ilkesi Anlaşmanın uyumlaştırma ilkesini tamamlayan bir unsurdur. Anılan ilke ile, farklı araçlarla olsa dahi aynı hedeflerin sağlanması durumunda, ülkelerin diğer ülkelerin kendilerinkinden farklı teknik düzenlemelerini “eşdeğer” kabul etmelerini öngörmektedir. Bu suretle, ticarette karşılaşılan bazı teknik engellerin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

 

Karşılıklı Tanıma

Teknik düzenlemelere uyum sağlanmasının yanı sıra, ürünün belirli bir teknik düzenlemeye uygun üretildiğinin belgelendirilmesi uluslararası ticareti önemli ölçüde etkilemektedir. Ülkelerin uyguladıkları uygunluk değerlendirmesi prosedürlerinin birbirinden farklı olması ve bu çerçevede ortaya çıkan birden çok test ve belgelendirme ihtiyacı, ihracatçılar üzerinde önemli bir maliyet baskısına yol açmaktadır. Karşılıklı tanıma ilkesi diğer ülke uygunluk değerlendirme sonuçlarının, aynı güveni karşılamak kaydıyla ülkeler tarafından kabul edilmesini öngörmektedir. Bu çerçevede, karşılıklı tanıma anlaşmaları, yerli ve yabancı uygunluk değerlendirme kuruluşları arasında ihtiyari işbirliği anlaşmaları, akreditasyon, üreticinin uygunluk beyanı, yabancı uygunluk değerlendirme kuruluşlarının verdiği belgelerin tek taraflı kabulü gibi farklı yaklaşımlar söz konusudur. 

Özel ve Lehte Muamele

 

Uluslararası standartların uygulanması ve yürürlüğe konulması için gelişmekte olan ülkeler yeterli teknik ve mali kaynağa sahip olmayabilmektedir. Bu ülkelere destek ve yardımcı olunmasını teminen Anlaşmada özel ve lehte muamele ilkesine yer verilmiştir.

 

Şeffaflık

Şeffaflık Anlaşmanın en önemli ilkeleri arasında yer almaktadır. Üye ülke uygulamalarında şeffaflığının sağlanması, teknik engellerin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasına önemli katkı sağlamaktadır.

 

 

 

TURQUALITY®

 

 

TURQUALITY®’nin Misyonu

 

Güçlü global markaları geliştirerek ülkemizin ihracatını artırmak,
Geliştirilen Türk markaları eliyle “Türk Malı” imajını ve Türkiye’nin itibarını güçlendirmek,
 

TURQUALITY®’nin Hedefleri

Marka potansiyeli olan firmalara global bir marka olma yolunda finansal kaynak sağlamak suretiyle, markalaşmada ivmelendirici bir rol oynamak.
Global Türk markaları yaratabilmek için Firmaların ve markalarının gelişimlerine yönelik strateji, operasyon, organizasyon ve teknoloji danışmanlığı çalışmaları ile destek olmak.
Program kapsamında bulunan firmaların yönetim birimlerine yönelik eğitim desteği vermek suretiyle toplam insan kaynaklarını güçlendirmek.
İletişim ve tanıtım faaliyetleri ile yurtdışında olumlu Türk malı imajının oluşturulması ve tutundurulmasını sağlamak.
Türk firmalarının marka potansiyelini ve bilincini artırmak.
Türk firmalarının pazar bilgisi dahilinde aksiyon alabilmeleri için istihbarat desteği sağlamak.
Seçilmiş Türk Markaları için bir inkübatör ve katalizör olmak.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynaklar

1)Fashion and Its Social Agendas (Class, Gender and Identity in Clothing), Diana Crane

2)The Culture of Fashion, Christopher Breward

3)Moda, Kültür ve Kimlik, Fred Davis

 

4)Avrupa Birliği ve Türkiye, DTM, Ankara, 1999

5)BAŞKAYA, F., Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayıncılık, 1986

6)BORATAV, K., Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek Yayınevi, 1990

7)Dış Ticaret Dergisi, DTM, Ankara, Ekim-1998

8)PAMUK Ş., Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990

9)TEKELİ, İ. ve İLKİN, S., 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, ODTÜ-Ankara, 1983

 

 

10)http://www.imteks.com.tr/sektor_rapor.htm

 

11) Türkiye Cumhuriyeti-Ekonomi Bakanlığı, 2012  6

Rapor ve Yayınlar 

İTKİB: Tekstil ve hazır giyim sektörleri ile ilgili en son haberlere, raporlara, dış ticaret ile ilgili rapor ve analizlere ulaşabileceğiniz bu kapsamlı portal’de dış ticaret talepleri de yer alıyor.

TGSD: Hazır giyim sektörünün bu önemli organizasyonunun web sitesinde çok kapsamlı bilgilere ve sektör ile ilgili en son haberlere ulaşacaksınız.

İGEME – İhracatı Geliştirme Merkezi: sitede, ihracat yapan şirketlere yönelik önemli bilgi, rapor ve istatistiklerin yanı sıra dış talepler de yer alıyor

.DTM – Dış Ticaret Müsteşarlığı: Dış ticaret ile ilgili önemli bilgi ve istatistiklere ulaşabileceğiniz sitede , elektronik ticaret bölümü de bulunuyor.

Tekstilci: Sitede, köşe yazıları, makaleler, sektörel raporlar ve haberlerden oluşan zengin bir içerik yer alıyor. WTO – World Trade Organization: Dünya ticaret örgütü 

Textile World: Tekstil sektörüne yönelik yabancı dergi

 

Paylaşın

İlişkili Makaleler

About Author

admin