DTÖ Çerçevesinde Uluslararası Ticaret ve Çevre İlişkisi
Esra İRİÇ
GİRİŞ…………………………………………………………3
1.DIŞ TİCARET VE ÇEVRE İLİŞKİSİ………………………………4
1.1 Dış Ticaretin Büyültme Etkisi……………………..5
1.2Rekabetçi Etki……………………………………………………………6
1.3 Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Etkisi….8
2ÇEVRE İLE İLGİLİ ÖNLEMLERİN ULUSLARARASI TİCARETE ETKİSİ………………………………………………9
2.2Ürün Standartları………………………………………10
2.3Üretim Standartları……………………………………11
3DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ VE ÇEVRE…………………….14
3.2DTÖ Ticaret ve Çevre Komitesi…………………….14
3.3Çevre ile İlgili Başlıca DTÖ Anlaşmaları……….15
3.4Ticaret ve Çevre Müzakereleri……………………..18
SONUÇ……………………………………………………………………20
KAYNAKÇA……………………………………………………………..21
GİRİŞ
Çevre ve ticaret özellikle de uluslararası ticaret önemi gün geçtikçe artan uluslararası gündem konularındandır. Uluslararası ticaret, 6 trilyon$ yıllık hacmiyle, ekonomik kalkınmanın önemli öğeleri arasında yer alırken; ulusal ekonomiler yeni teknolojiler, uluslararası ticaret ve yatırımların önündeki azalan engeller, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki gelişmelerle küresel ekonomiyle hızla bütünleşmektedir.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinde uluslararası arenada iki önemli trend yükseliş göstermiştir. Bunlardan birincisi; dünya ölçeğinde sağlanan üretim artışı ile birlikte ülkeler arasındaki dış ticaretin artmasıdır. Böylece globalleşme süreci de hız kazanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın(GATT) oluşturulması ile birlikte gerek gelişmiş, gerekse gelişme yolundaki ülkelerde dış ticaret üzerindeki engellerin kaldırılmaya başlanması ve dış ticarette sağlanan liberalizasyon birçok sektörde yerli sanayi uluslararası rekabetle karşı karşıya getirmiştir. Böylece firmalar, uluslararası arenada rekabetçi bir yapıya girmek zorunda kalmıştır.
Yükselen ikinci trend ise; çevre sorunlarının yerel ve ulusal bir sorun olmaktan çıkıp küresel bir boyut kazanması ile birlikte, çevre konusundaki duyarlılığın dünya ölçeğinde ve özellikle gelişmiş ülkelerde artmış olmasıdır. Çevrenin korunmasına yönelik duyarlılığın artması bir çok çevresel düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir. Bu düzenlemeler, gerek ulusal ve gerekse uluslararası bazda ve sivil toplum örgütleri nezdinde firmaların üretim ve satış faaliyetlerini etkilemektedir. Birleşmiş Milletlerin 1972’deki Stockholm Çevre Konferansı’ndan 1992’deki Rio Zirvesi’ne kadar geçen süreçte ve daha sonraki dönemde uluslararası düzeyde, çevrenin korunmasına yönelik çok sayıda anlaşma yapılmıştır(örneğin, Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması, Ozon Tabakasının İncelmesine Dair Montreal Protokolü, İklim Değişikliği Anlaşması gibi.). Ulusal düzeyde ise, çevrenin korunmasına yönelik yasal düzenlemeler hızla artarak, çevre mevzuatı ulusal hukukun önemli bir parçası haline gelmiştir.
Bu çalışmada çevre ve dış ticaret arasındaki ilişkiler bu iki açıdan ele alınacak ve bu konuyla ilgili temel kavramlara, uluslararası tartışma odaklarına ve uluslararası düzenleme yaklaşımlarına açıklık getirilmeye çalışılacaktır.
1.DIŞ TİCARET VE ÇEVRE İLİŞKİSİ
Çevre, ticaret, kalkınma, çevresel bozulma birbirinden ayrılabilecek konular değildirler. Ticaret ve çevre arasındaki karşılıklı ilişki, birisi hukuk ve politika diğeri de çevresel ve ekonomik olmak üzere başlıca iki düzlemde gerçekleşmektedir. Ekonomik faaliyetlerde, en basit çerçevede, girdi anlamında doğal kaynaklar ve bunların işlenmesi sürecinde enerji kullanılmakta, sonuçta belli miktar atık ve emisyon çevreye bırakılmaktadır. Ayrıca ticaret, hem üretim hem de tüketim süreçlerinde piyasanın çevresel konulara gösterdiği ilgiden de etkilenmektedir.
1960’lı yılların sonunda çevresel bozulmanın toplumların gündemine girmesiyle birlikte, çevre ve dış ticaret arasındaki ilişki ve bu ilişkinin ülkelerin rekabet gücü üzerinde yaratacağı etki, özellikle gelişmiş ülkelerde dikkatleri bu etkileşime çekti. Çevresel düzenlemelerin sıkı olduğu ülkelerdeki üreticiler, bu düzenlemelerin dünya piyasalarında rekabet güçleri üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı endişesine kapıldı. Buna karşılık, çevresel düzenlemelerin yetersiz veya gevşek olduğu ülkelerdeki firmalar ve hükümetler, çevre konusunun dış ticarette yeni engeller oluşturacağını ifade etmektedirler. Bunların yanı sıra ozon tabakasının incelmesi, iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin yok olması vb. gibi ortak çevresel değerlerdeki bozulmalar nedeniyle son zamanlarda oluşan ulusal ve uluslararası kamuoyu, ülkeleri bu değerlerin korunması için, dış ticarette çevresel düzenlemeleri kullanmaya yöneltti.
Çevre ve dış ticaret arasındaki ilişki konusunda farklı görüşler vardır. Bazılarına göre, ticaretin genişlemesi gelirlerin artmasına ve teknolojinin yaygınlaşmasına neden olduğu için, gerek gelir artışı ve gerekse teknolojik gelişme, toplumların çevreyi koruma ve geliştirme kapasitelerini arttırır. İktisadi büyüme çevresel problemlerin çözümü için gerekli olan kaynağı ve isteği sağlar.
Yüksek gelir grubundaki ülkelerin halkı, düşük gelir grubundaki ülkelere nazaran çevrenin korunması konusunda daha eğitimli, daha duyarlı ve kaynakların bu yönde harcanması konusunda daha istekli olmaktadırlar. Bu nedenle, dış ticarette liberalleşme ile sağlanan iktisadi büyüme ve gelir artışı çevre üzerinde olumlu etkiler yaratır.
Buna karşılık diğer görüş sahiplerine göre ise, özellikle çevresel politikaların zayıf olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde kısıtlanmamış bir dış ticaret, çevresel değerlerin daha fazla istismar edilmesine yol açacağından çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratır.
Çevresel değerler fiyatlara yansıtılmadığında ticaretteki liberalleşme ülkenin toplam refahı üzerinde azaltıcı etkide bulunur. Çevre ve dış ticaret arasındaki etkileşimi söz konusu farklı görüşler açısından ele aldığımızda, bu ilişkiyi üç temel grupta inceleyebiliriz. Bunlar; “büyültme etkisi”, “rekabetçi etki” ve “kapalı ya da aşırı korunan piyasaların sürdürülebilir kalkınma üzerindeki Etkisi”dir.
1.1Dış Ticaretin Büyültme Etkisi
Dış ticaret, mal ve hizmet fiyatlarının çevresel değerleri yansıtmadığı durumda yani çevresel değerlerin fiyatlara dahil edilmediği durumda, çevre sorunlarının artmasında öncül bir rol oynar. Bu durum “büyültme etkisi” olarak adlandırılır.[1] Dış ticaretin çevresel sorunları “büyültme etkisi” söz konusu olduğunda ticaret, çevre sorunlarını oluşturan bir faktör olmayıp, sadece ülkedeki yetersiz çevre politikalarından dolayı bu sorunları arttırıcı bir rol oynar.
Çevresel düzenlemelerin yetersiz olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde üreticiler bu tür sosyal maliyetlere katlanmak zorunda kalmadıklarından, hatta bazen sübvansiyonlar veya teşvikler yoluyla daha fazla çevresel kaynağın kullanılmasına yönlendirildiklerinden dolayı, dış ticaretin doğurduğu talep ve üretim artışı çevresel bozulmanın hızlanmasına yol açar. Örneğin, ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin uygulandığı Tayland’da devlet, emisyon oranları ve diğer kirleticilere yönelik çevresel standartların uygulanmasında gevşek davrandığı için, hızla gelişen sanayi sektörünün doğurduğu tehlikeli atık miktarı 1990 yılında yıllık 1.9 milyon ton artış göstermiştir. 2001 yılı sonlarında tehlikeli atık miktarının 1990 yılına göre dört kat artış göstereceği tahmin edilmektedir.
Dış ticaret nedeniyle artan talep ve dolayısıyla artan üretim, çevresel düzenlemelerin yetersiz olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde çevre sorunlarının da artmasına yol açar.[2]Bu durum “büyültme etkisi” olarak adlandırılır.
1.2Rekabetçi Etki
Dış ticaret, bir ülkenin çevresel standartları üzerinde iki tür baskı yaratır. Bunlardan birincisi, direkt yabancı sermaye yatırımlarının etkisi ya da dış piyasalardaki tüketicilerin tercihleri nedeniyle daha yüksek bir çevre standardı talebini kamçılayabilir. İkincisi ise ilkinin tam tersine, “kirlilik limanı” etkisi ile çevresel standartların düşürülmesine veya mevcut standartların gevşek ve yetersiz uygulanmasına yol açabilir. Bu iki etki bir arada “rekabetçi etki” olarak adlandırılır.
Rekabetçi etkiyi doğuran faktörlerden birisi yukarıda incelenen büyültme etkisidir. Şöyle ki, çevresel düzenlemeleri belirleyenler ve firmalar, uluslararası piyasalarda sağladıkları karşılaştırmalı üstünlüğün çevresel maliyetlerden kaçınılarak kazanıldığını düşündüklerinde, bu üstünlüğün sürdürülebilmesi için çevresel maliyetleri mümkün olabilecek en düşük düzeyde tutmaya çalışırlar. Bunu gerçekleştirmek için, mevcut çevresel standartların düzeyi düşürülür veya bunların uygulanmasında gevşek davranılır.
Sonuçta karşımıza çıkan durum “Kirlilik Limanı”dır. Kirlilik-yoğun sektörler çevresel maliyetleri düşük tutabilmek için çevresel standartların düşük olduğu veya uygulamaların gevşek olduğu bölge veya ülkeleri tercih ederler. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki kirlilik-yoğun sektörlerin önemli bir kısmı, çevresel standartların ve dolayısıyla çevresel maliyetlerin düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere kaydırılmıştır.[3] Bu nedenle bu bölgeler “kirlilik limanı” olarak adlandırılır.
Ancak bu tercihlerde, işletmenin kurulmasında işgücünün niteliği, ücret düzeyleri, yatırımın güvenliği, yetenekli yöneticilerin varlığı, vb. gibi diğer faktörler de etkili olur. Çevresel maliyetler ise, bu faktörlerden yalnızca birisidir.[4]
Rekabetçi etkiyi doğuran ikinci faktör ilkinin tersine bir etki yaratarak, çevresel standartların iyileştirilmesini ve dolayısıyla çevresel sorunların azalmasını sağlar. Şöyle ki, uluslararası piyasalarda talep edilen malların çevre-dostu üretim süreçleri ile üretilmiş olması gerekliliği, yerli üreticileri üretim süreçlerinde çevre-dostu teknolojileri kullanmaya yöneltir. Böylece firmalar “yeşil-ürün”ler üretmek suretiyle uluslararası piyasalarda yeni bir rekabetçi üstünlük elde ederler.
Örneğin tekstil ürünlerinde, belirli zehirleri içerdiğinden dolayı çevreye zarar veren bazı boyaların üretimde kullanılmaması veya üretimde kullanılan pamuğun organik olarak yetiştirilmesi gibi taleplerde bulunmaktadırlar.[5]
Bu tür taleplerin yanısıra, çevresel standartların yükseltilmesine yönelik diğer bir baskı türü de eko-etiketlemedir. Firmaların eko-etiket belgesini alabilmesi belirli kriterlere bağlıdır. Bu kriterlerin en önemli özelliği ise, çevrenin korunmasına yönelik olmasıdır. Eko-etiketlemenin yaygın olduğu ve tüketici tercihlerinin de bu tür mallara yöneldiği ülke piyasalarına ihracat yapabilmek veya bu piyasalardaki pazar paylarını arttırabilmek için firmalar, eko-etiketlemenin gerektirdiği belirli çevresel standartlara uymak zorunda kalır. [6]
Örneğin, Almanya’ya ihracat yapan firmalar sattıkları ürünleri paketlemesini %100 geri-dönüşümlü malzemeleri kullanarak yapmak zorundadırlar. [7]Bu standardı yakalamayan firmaların Almanya’ya ihracat yapma imkanı oluşmaz.
1.3Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Etkisi
Çevre ve dış ticaret arasındaki etkileşimin üçüncüsü piyasaların dışa kapalı yada korunan bir piyasa olması durumunda ortaya çıkar. Kapalı ya da aşırı korunan piyasalar sürdürülebilir kalkınma üzerinde iki yoldan olumsuz etki yaratır. Bunlardan birincisi, ülkedeki kirletici ve etkin olmayan sektörlerin korunması nedeniyle sürdürülebilir kalkınmanın engellenmesi, diğeri ise kapalı ya da aşırı korunan piyasalar diğer ülkelerin ihracatını kısıtlamak suretiyle sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesini engeller.[8]
İlk durumda, verimsiz ve kirletici üretim faaliyetlerinin yurtdışı rekabete karşı korunması sonucunda sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi engellenir. Örneğin Amerikan çelik endüstrisi, Japon çelik endüstrisine göre üretimde daha fazla enerji tüketmekte olup, korumacı duvarlar ile korunmaktadır. Sonuçta, Amerikan tüketicisi daha yüksek çelik fiyatı ve daha yüksek vergiler ödediği gibi, aşırı enerji kullanımı sonucu ortaya çıkabilecek çevresel sorunlara da katlanmak zorunda kalır.[9]
İkinci durumda ise, kapalı ya da korunan piyasalar diğer ülkelerin ihracatını kısıtlamak suretiyle bu ülkelerde sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesini engeller. Örneğin Çok Elyaflılar Anlaşması, gelişmiş ülkelere yapılan tekstil ürünleri ihracatını etkin bir şekilde sınırlamıştır. Söz konusu bu anlaşma uzun yıllar boyunca özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarını olumsuz yönde etkilemiştir.
Kanada’da yapılan bir çalışmaya göre, Kanada’nın taraf olduğu Çok Elyaflılar Anlaşması nedeniyle Bangladeş’in ekonomik kaybı, Kanada’nın Bangladeş’e vermiş olduğu resmi kalkınma yardımlarından daha fazla olmuştur.
2.ÇEVRE İLE İLGİLİ ÖNLEMLERİN ULUSLARARASI TİCARETE ETKİSİ
Küresel bir sorun haline dönüşen çevresel bozulma çevrenin korunması için yürütülecek uluslararası işbirliği çerçevesinde ve karşılıklı görüşmeler yolu ile çözümlenme yerine, bazı ülkeler-özellikle gelişmiş ülkeler- bu sorunların çözümünde ticari yaptırımlar ve diğer kısıtlamalar gibi daha etkin yaklaşımları tercih etmektedir. Bu yaklaşımı benimseyen ülkeler, uyguladıkları ticari yaptırımlar yoluyla; (i) kendi ulusal sınırları dışındaki doğal çevrenin korunması ve (ii) ülkelerin uyguladıkları çevresel standartların farklı olmasından doğabilecek rekabet avantajını ortadan kaldırmayı hedeflerler.
Ancak, uluslararası ticaretin yasal sistemini oluşturan mevcut GATT/WTO kuralları, ülkelerin ulusal çevre politikalarına dayalı olarak diğer ülkelerin piyasaya girişini engelleyici yaptırımlar uygulamasını ve rekabetçi endişelere dayalı olarak tek taraflı yaptırımlara yönelmesini yasaklamaktadır.[10]
GATT/WTO sisteminin bir parçası olan Ticarette Teknik Engeller Anlaşması(TBT), ithal edilecek ürünlere uygulanacak standartların uluslararası nitelikte olmasını, uluslararası standartların mevcut olmaması durumunda bu standartların ülkelerce, bilimsel bilgi ve kanıtlara dayanarak ve gereksiz ticari engel yaratmayacak şekilde hazırlanmasını öngörmektedir.
Diğer taraftan bir çok ülke, Rio Deklarasyonu’nda da yer alan “ihtiyat prensibine” dayalı olarak yapmış oldukları risk değerlemesi çerçevesinde kendi ulusal standartlarını oluşturmakta ve bu standartları uluslararası ticarete de uygulamaktadır. Ancak, hazırlanan ulusal standartlar dış ticarette bir engel olarak kullanılabilmektedir.
2.1Ürün Standartları
Ürün standartları; ürünün şekil, kalite, içerik, kullanım, atık, ambalaj ve etiketine ilişkin tüm kriterleri kapsar. Çevrenin korunmasına ilişkin ürün standartları ise, ürünün nihai kullanımı ve yok edilmesi sırasında ortaya çıkabilecek çevresel riskleri azaltmak için uyulması gereken kriterlerdir. Otomobillerde katalitik konvektör bulunması şartı, gıda maddelerindeki pestisit kalıntılarına ilişkin yasal limitler belirlenmesi ürün standartlarına örnek olarak verilebilir.[11]
Bilimsel kanıtlar ile geçerli nedenlere dayandığı, ayrımcı/haksız fiile neden olmadığı ve gereksiz bir ticari engel oluşturmadığı müddetçe ürün standartlarına GATT/WTO çerçevesinde izin verilmektedir. Ancak, belirlenecek ulusal standartların ve test yöntemlerinin mümkün olduğu ölçüde uluslararası standartlara uygun olarak düzenlenmesi tercih edilmektedir.
Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise çevre, güvenlik ve sağlık gerekçeleriyle oluşturulacak ulusal ürün standartlarına, bazı kurallara uymaları şartıyla izin verilmektedir. Bu kurallardan en önemlisi, ulusal standartların tek taraflı ve zorlamaya dayalı olmayıp, laboratuar uygulamaları, test metotları, risk değerlemesi gibi süreçlerde uyumu temel almasıdır.[12]
Özellikle gelişmiş ülkelerde çevre bilincinin giderek artması ve buna paralel olarak “çevre dostu” ürünlere verilen önem, bu ülkelere ihraç edilen ürünlerin de kullanım ve atık aşamalarında çevreye zarar vermeyeceğini belgeleyen belirli standartlara uymaları giderek bir zorunluluk haline dönüşmektedir.
“Çevre dostu” ürünler konusunda en belirgin ve son yıllarda AB ülkeleri arasında da en çok tartışma yaratan konu, ürün ambalajlarının çevreye verdiği zararın önlenmesi amacıyla mevzuat çerçevesinde oluşturulan düzenlemelerdir.
AB ülkelerinde ambalaja ilişkin ilk uygulama, 1991 yılında Almanya’nın çıkarmış olduğu bir yönetmelik çerçevesinde başlattığı ve sanayiciler ile ticari dağıtım şebekelerini sattıkları ürünlerin tüketiminden arta kalan ambalajları geri toplayarak, belirlenen oranlar çerçevesinde geri dönüştürmekle yükümlü kılan “Yeşil Nokta” uygulamasıdır. Mevzuat çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirebilmek için kamu kuruluşları ve özel firmalar “Duales System Deutschland-DSD” isimli bir kuruluş oluşturmuşlardır.[13]
DSD’nin yürüttüğü yeşil nokta uygulaması çerçevesinde, ambalajları toplanan ve geri dönüştürülebilen ürünlere bir “yeşil nokta” yapıştırılmaktadır. Her yapıştırılan yeşil nokta için sanayiciler ve dağıtıcı firmalar DSD’ye belirli bir prim ödemekte, toplanan primler ise ambalajların toplanması ve yeniden dönüştürülmesi için mali kaynak oluşturmaktadır.
Sonuçta, sisteme katılan tüm firmalara, ürünlerin ambalajlarının toplanacağı ve geri dönüştürüleceği konusunda DSD tarafından garanti verilmektedir. Plastik, cam, teneke, alüminyum, karton, lamine karton ve plastik ambalajlar bu sistem kapsamında yer almaktadır.[14]
2.2Üretim Standartları
Ürünlerin hammadde aşamasından başlayarak, işleme, nakletme, satım, kullanım ve uzaklaştırma aşamalarına yönelik çevresel standartları beş başlık altın gruplandırmak mümkündür.
Üretim standartlarını çevrenin korunması açısından ele aldığımızda bu standartların “çevre-dostu” teknolojilere ilişkin olduğu söylenebilir. Üretim standartlarının geliştirilmesindeki amaç, ürünlerin geçirdiği tüm üretim aşamalarında ortaya çıkabilecek olumsuz çevresel etkileri azaltmak veya önlemek ve olumlu çevresel faaliyetleri teşvik etmektir.
Bu standartların uygulanmasında kullanılan enstrümanlar olarak direkt kontroller(kirlilik standartları), çevresel vergi ve harçlar, etiketleme sistemleri vb. gibi araçlar sayılabilir. [15]
Uluslararası ticarette, üretim standartlarına dayalı olarak uygulanan ticari yaptırımlar genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir: Belirlenen üretim standartlarına uygun olmayan ürünlere ithalat kısıtlaması getirilmesi, Eko-etiketleme, ISO 14000 Serisi ve EMAS gibi gönüllülük esasına dayalı uygulamalar, çevresel vergiler, telafi edici vergiler vb. gibi vergisel önlemlerdir.
Tüm bu standartların önemi: Üreticilerin, ticaret yapanların ve tüketicilerin sonuçta tüm toplumun, aldıkları ekonomik kararların çevreye olan etkilerini dikkate almalarının sağlanmasıdır. Diğer bir deyişle sektörler, çevre standartlarıyla, maliyet hesaplamalarında dışsal çevresel maliyetleri artık içselleştirmeye başlamaktadır.
GATT/WTO çerçevesinde belirlenen bu kurallar, çevre ve ticaret açısından uluslararası alanda en çok tartışılan konular arasındadır. Toplumdaki çevre bilincine paralel olarak yüksek çevre standartları belirleyen gelişmiş ülkelerde, üreticiler bu standartlara uymak için oldukça masraflı çevresel yatırımlar yapmak zorunda kalmaktadır.
Bu yatırımlar ise maliyetleri önemli ölçüde arttırmaktadır. Buna karşılık çevre standartlarının düşük olduğu ülkelerdeki üreticiler, aynı ürünleri çevrenin korunması için yatırım yapma zorunluluğu taşımamaları nedeniyle daha ucuza imal edebilmektedirler. Bu nedenle, çevresel standartların yüksek olduğu gelişmiş ülkelerle, bu standartların düşük olduğu veya hiç olmadığı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında önemli bir çatışma bulunmaktadır.
Başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere, ABD, Japonya ve Kanada gibi gelişmiş ülkeler, bu durumun uluslararası ticarette haksız rekabete neden olduğunu ve çevre standartları düşük olan ülkelerin “ekolojik damping” yaptığı yönündeki şikayetlerini giderek daha sık dile getirmektedirler.
Bu nedenle, gelişmiş ülkelerdeki bir çok grup(özellikle endüstri grupları ve çevreci gruplar) çevresel standartların düşük olduğu ülkelere karşı gümrük tarifelerinin yanı sıra “ekolojik tarife” uygulanması gerektiğini ileri sürmektedirler.[16]
Çevre standartlarıyla ilgili önemli konu da kalkınmakta olan ülkelerde dikkat çeken kirlilik sığınakları, pollution haven, tezidir. Buna göre, serbest ticaret firmaları, kendilerine olumlu rekabet ortamı sağlayacak görece kirli olarak değerlendirilen işletme ve üretim metotlarını kullanmalarına olanak tanıyan, daha gevşek çevre standartlarına sahip gelişmekte olan ülkelere yönelecektir. Ancak, yapılan araştırmalarda, diğer yatırım ve maliyet faktörleri yanında çevresel maliyetlerin etkisinin çok daha az olduğu belirlenmiştir. Araştırmalar, bazı sektörlerde çevresel kontrol maliyetlerinin toplam yatırım maliyetlerinin sadece %2-3’lük kısmını oluşturduğunu göstermektedir.[17]
Üretim standartları ve “ekolojik damping” konusuna Türkiye açısından bakıldığında, bu alanda Türk deri sanayinin yakın geçmişte yaşadığı tecrübe örnek olarak verilebilir. Türk deri üreticileri, atık su arıtma gibi çevre korumaya yönelik önlemler alınmaması ve bu alanda gerekli yatırımların yapılmaması nedeniyle, Avrupa Birliği ülkelerinin anti-damping ve miktar kısıtlaması tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır.
Buna karşılık, deri üreticilerinin gönüllü bir deklarasyon imzalayarak bu tedbirleri alacaklarını açıklamaları ve özellikle atık su arıtma tesisleri gibi gerekli altyapı çalışmalarının başlatılmasıyla bu yöndeki girişimler engellenmiştir.[18]
3.DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ VE ÇEVRE
DTÖ, Uruguay Round müzakereleri sonucunda 15 Nisan 1994’de Marakeş’de imzalanan ve 1 Ocak 1995 de yürürlüğe giren Nihai Senet içerisinde yer alan DTÖ Kuruluş Anlaşması ile kurulmuştur. DTÖ Kuruluş Anlaşması, ekleriyle birlikte 29 adet yasal metinden oluşmaktadır. Bunların yanı sıra 25 adet bildirim, karar ve mutabakat metninde DTÖ üyelerinin yükümlülükleri belirtilmektedir.
DTÖ, üye ülkelerin hayat standartlarını ve gelirlerini yükseltmeyi, tam istihdama ulaşmayı, üretim ve ticareti yaygınlaştırmayı ve dünya kaynaklarının en uygun kullanımını amaçlamaktadır. Örgüt, sürekli kalkınma için dünya kaynaklarının optimal kullanımının zorunlu olduğunu belirtirken, farklı ekonomik kalkınma düzeyindeki ülkelerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde çevrenin korunması gerektiğini de vurgulamaktadır.
3.1DTÖ Ticaret ve Çevre Komitesi
Çevrenin korunması, sanayi kirliliği ve ticari kurallar GATT kapsamında kurumsal anlamda ilk kez 1971 tarihinde kurulan Çevre Önlemleri ve Uluslar arası Ticaret Çalışma Grubu ile ele alınmıştır. Grup, ancak, 1991-1994 döneminde toplanarak çok taraflı çevre anlaşmalarında yer alan ticari kurallar, ticari etkileri olan ulusal çevre düzenlemeleri, çevresel paketleme ve etiketleme kuralları gibi konuları görüşmüştür.
14 Nisan 1994 tarihinde Marakeş’te alınan ticaret ve çevreye ilişkin kararda çok taraflı ticaret rejimi korunurken sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesinin çelişki doğurmayacağı; ancak bunun çok taraflı ticaret rejiminin yetkilerini aşamayacağı belirtilmiştir. 31 Ocak 1995 tarihli Genel Konsey toplantısında ise görevi sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesi amacıyla sistemin açık, ayrımcı olmayan esaslarına değişiklikler yapılmasına ilişkin önerilerin geliştirilmesi olan Ticaret ve Çevre Komitesi kurulmuştur.[19]
Komite, ticaret ve çevre ilişkisini tartışma gündeminin çerçevesini geliştirdiği on maddelik çalışma programıyla çizmiştir.
Ticaret ve Çevre Komitesi tartışmaları için on maddelik gündeme sahiptir:
·Çok taraflı anlaşmalarda çevresel amaçlar için kullanılan ticari kurallar önlemler arasındaki ilişkiler.
·Ticari kurallar ile ticaretin etkileri konusundaki çevre politikaları ilişkisi.
·Ticari kurallar ile çevresel vergi ve fiyatlar arasındaki ilişkiler.
·Ticari kurallar ile ürünlerin paketlenme, etiketlenme ve geri kazanım standartların kapsayan çevresel düzenlemeler arasındaki ilişkiler
·Çevresel amaçlar için kullanılan ticari ölçütlerin saydamlığıyla ilgili ticari kurallar ve ticari etkileri olan çevre politikaları.
·Çok taraflı anlaşmalardaki düzenlemeler ile DTÖ’ nün anlaşmazlıkların çözü mekanizmaları arasındaki ilişki.
·Kalkınmakta olan ülkelerin ihracatına, piyasalara girişlerinde engel olabilecek çevresel sınırlılıklar potansiyeli ile ticari kısıtlamaların kaldırılmasıyla ortaya çıkacak çevresel fayda potansiyelinin araştırılması.
·Yurtiçinde yasaklanan malların ihracı konusu.
·Çevre ve Ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet hakları anlaşması ilişkisi.
·Çevre ve hizmet ticareti ilişkisi.
·Diğer organizasyonlar ile DTÖ ilişkileri
Kaynak: IISD ve UNEP, 2000, Environment and Trade: A Handbook, Canada, s. 25.
3.2 Çevre ile İlgili Başlıca DTÖ Anlaşmaları
Sınır ötesi çevre sorunlarının çözümünde, çok taraflı ticaret rejiminin keyfi ayrımcılık ve gizli korumacılık riski nedenleriyle olumsuz etkilenebilmesinden dolayı, tek taraflı önlemler yerine çok taraflı küresel ya da bölgesel önlemler daha fazla kabul görmektedir.
Çok taraflı çevresel anlaşmalarda yer alan ticari düzenlemeler ile GATT kuralları arasındaki olası çatışmalar, ayrımcı olmama, en çok gözetilen ülke kaydı ve ulusal muamele ilkelerine aykırı olabilecek ticari yaptırımları bünyelerinde barındırabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Komite çalışmalarında ortaya çıkan yaklaşım, çok taraflı çevresel anlaşmalardan sadece çok küçük kısmının, 200 anlaşmadan sadece 20’si, ticari önlem içerdiğinden bunun abartılmaması gerektiği yönündedir.
DTÖ bünyesinde ticaret ve çevreyle ilgili konuları içeren başlıca anlaşmalar: Gümrük tarifeleri ve ticaret genel anlaşması, GATT, ticarette teknik engeller anlaşması, TBT, ile sağlık ve bitki sağlığı önlemlerinin uygulanmasına ilişkin anlaşma, SPS, Ve Ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet hakları anlaşması, TRIPS’dır.[20]
1994 tarihli GATT, 37 madde ve bağlı bir çok açıklamadan oluşmaktadır. Anlaşmanın 1. ve 2. maddeleri, en çok gözetilen ülke ve ulusal muamele olarak tanımlanan temel ilkelere dayanak olmaktadır. En çok gözetilen ülke kuralı, 1. madde, üye ülkelerin ticari ortakları arasında ayırım yapmamasını zorunlu kılmaktadır. Üye ülkeler, diğer bir ülkenin mal ve hizmetlerine tanıdıkları elverişli rejimi, koşulsuz olarak diğer tüm üye ülkelere de uygulamak zorundadır. Bununla ülkeler arasındaki farklı gümrük düzeylerinin ve diğer ticari engellerin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.
Bunun iki istisnası: Bölgesel ticaret anlaşmaları ile kalkınmakta olan ülkeler özellikle de az kalkınmış ülkelere tanınan istisnalardır. DTÖ, benzer ürünler için diğer ülkelere konmuş daha yüksek oranlar olmasına rağmen bu ülkelerden gelen ürünlerde tercihli gümrük tarifeleri, sıfır gümrük uygulamalarını tanımaktadır. Ulusal muamele kuralı, 2. madde, iç pazara ilişkin düzenleme ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını öngörmektedir. Diğer ülkelerin ürünlerinin kendi ülkesinde üretilen mal ve hizmetlerle aynı muameleye tabi olmasıdır. Hiçbir ulusal önlem, ulusal üreticileri benzer ürünlerde korumak amacıyla ithal edilen ürünlere uygulanamaz.
Ancak, benzer ürünlerin tanımlanmasında açıklık bunmamaktadır. Örneğin temiz teknoloji ya da çevreye zararlı teknoloji ile üretilen aynı ürünün benzer sayılıp sayılmayacağı konusu önemli çevresel sonuçlar doğurmaktadır. DTÖ anlaşmazlıkların çözümü mekanizmaları bu konuda tartışmaları sona erdirmek için veri bir piyasada son kullanım, tüketici tercihi, alışkanlıkları, ürün özellikleri, doğa ve kalite gibi kriterler yanı sıra son dönemde ürünlerin ticari olarak yerine konabilirlik özelliği taşıması kriterlerine öncelik vermektedir.
GATT’ın 11. maddesi, yine ülkeleri ticareti sınırlandıracak biçimde kota, ithalat ve ihracat lisansı ya da ithal veya ihraç edilecek mallar üzerine benzer kurallar koymalarını yasaklamaktadır.
Çünkü miktar ve hacim bakımından getirilen sınırlamalar, vergi ve gümrük gibi fiyat tabanlı düzenlemelerden daha fazla serbest ticaret sistemini bozmaktadır. Bazı çok taraflı anlaşmalar, Basel sözleşmesi ya da CITES’de olduğu gibi kontrolünü amaçladıkları materyallerde lisans veya izin belgesi gerektiren sınırlılıklar öngörebilirler; ancak günümüze kadar bu anlaşmalara ticari düzenlemeler gerekçe gösterilerek karşı çıkılmamıştır.
Ticarette şeffaflığın sağlanmasında etkinliğin tarifeler yoluyla başarılabileceği kabul edilerek, GATT, tarife dışı engellerin bazı istisnalar dışında tamamıyla kaldırılmasını, tarifelerin de giderek azaltılmasını öngörmektedir. GATT’ın 20. Maddesi üye ülkelerin genel kurallardan ayrılabilecekleri bir dizi istisnayı kapsamaktadır. Bunlar arasında iki grup istisna: (b) insan, hayvan veya bitki hayatı ve sağlığı için gerekli önlemler; (g) yurtiçi üretim ve tüketim üzerindeki kısıtlamalar bakımından da uygulanmaları şartıyla tükenen doğal kaynakların korunmasına yönelik önlemlere ilişkin kurallardır. Çevre koruma anlamındaki bu istisnai önlemler, keyfi veya haksız ayrımcılık ile gizli korumacılıkla sonuçlanabilecek biçimde uygulanamayacaktır.
Ticarette teknik engeller anlaşması, TBT, serbest ticaretin önündeki gümrük dışı engelleri kapsamaktadır. Bu anlaşma ile ithal ya da ihraç edilecek malların taşıması gereken teknik özellikler, verimlilik ve standartlar düzenlenmektedir. Bununla birlikte çevre, sağlık, işgücü ve diğer standartlar şekliyle ürünün ilgili tüm süreçlerinde taşıması gereken özellikler düzenlenmektedir.
Teknik mevzuatın ticarette gereksiz engellere neden olmaması için uluslararası kuralların uyumlaştırılması gerekmektedir. Bu kurallar, GATT 1994’ün ek anlaşmalarından birisi olan TBT’de yer almaktadır.
Sağlık ve bitki sağlığı önlemlerinin uygulanmasına ilişkin anlaşma, SPS, ise uluslararası ticarette yer alan bitki, hayvan ve yiyecek maddelerinin belli zararlı maddeler nedeniyle insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığına zarar vermesini engellemek amacıyla ülkelerin alabilecekleri önlemlerin içerik ve sınırlarını belirlemektedir.
Ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet hakları anlaşması, TRIPS’in patentlere ilişkin bölümünde çevreye açıkça değinilmektedir. İnsan, hayvan veya bitki hayatı ve sağlığının korunması, çevreye zarar verilmesinden kaçınılması; bitki ve hayvanlar patent koruması için uygun bulunmak zorundadır.
3.3 Ticaret ve Çevre Müzakereleri
9-14 Kasım 2001 tarihlerinde Doha-Katar’da yapılan DTÖ IV. Bakanlar Konferansı sonucunda yayımlanan Deklârasyon ile tartışılan ticaret ve çevre konusu bazı yönleriyle müzakerelere açılmıştır.
DTÖ gündeminde ticaret ve çevre konusu, genel olarak, çok taraflı ticaret rejimi ile çevre politikaları ve ilgili önlemlerin karşılıklı etkileşimleri, sürdürülebilir kalkınma ve uluslararası ticaret kavramlarının birbirini destekler biçimde geliştirilmesi bağlamında ele alınmaktadır.
Bu kapsamda uluslar arası ticaret kurallarının, çevre politikaları ile uyum sağlayacak biçimde gözden geçirilmesi ve çevrenin korunması amacıyla alınan ticari önlemlerin haksız ve gereksiz kısıtlamalara neden olmayacak biçimde uygulanması DTÖ bünyesinde ticaret ve çevre tartışmalarının başlıca unsurlarıdır.
Doha Bakanlar Konferansı Deklârasyonu ilgili paragrafları çerçevesinde özetle: DTÖ kuralları ile çok taraflı çevre anlaşmaları arasındaki ilişkiler; DTÖ ile çok taraflı çevresel anlaşmalar sekretaryaları arasında bilgi değişimi ve gözlemci statüsü tanınması; çevresel mal ve hizmetlerde tarifelerin ve tarife dışı engellerin azaltılması konuları çok taraflı müzakereye açılmıştır.
Ayrıca Ticaret ve Çevre Komitesi, gelişmekte olan ülkeler ve özellikle de az gelişmiş ülkeler açısından çevre önlemlerinin pazara giriş üzerindeki etkileri; ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet hakları anlaşmasının ilgili hükümleri ve çevre amaçlı etiketleme zorunlulukları konularına öncelik vererek çalışmalarını sürdürmek, çalışmaları sonucunda uygun bulacağı önerileri kapsayan raporu 10-14 Eylül 2003 tarihlerinde Cancun-Meksika’da düzenlenecek V.Bakanlar Konferansına sunmakla görevlendirilmiştir.[21]
SONUÇ
Dış ticaret ile çevre arasındaki ilişkiler iki yönlüdür. Çevre ile ilgili düzenlemelerin dış ticareti etkilediği kadar, dış ticaret ve onunla ilgili düzenlemeler de çevre korumasını etkilemektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde çevre bilincinin giderek artması ve buna paralel olarak “çevre dostu” ürünlere verilen önem, bu ülkelere ihraç edilen ürünlerin üretiminden tüketimine kadar tüm süreçlerinde çevreye zarar vermeyeceğini belgeleyen belirli standartlara uymaları giderek bir zorunluluk haline dönüşmektedir. Aksi takdirde ürünlerin, bu standartlara uyumlu olmadığı gerekçesiyle ithalatı yasaklanabilmekte veya miktar sınırlamaları getirilmektedir.
Ticaret, çevre ve kalkınma birlikte ele alınmalıdır. Ticaret, kalkınma ve çevre arasında tek yönlü ve zorunlu ilişki yerine çok yönlü ve oldukça karmaşık ilişkiler bütünü bulunmaktadır. İlgili sektöre, piyasaya, ülkeye ve politikalara bağlı olarak uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi çevre ve kalkınma için iyi ve kötü sonuçları beraberinde bulundurabilmektedir. Bu anlamda ticaret ve çevre arasındaki ilişkileri konu edinen çalışmalar ile geliştirilen düzenleme ve politikalarda tüm aktörlerin amacı; sürdürülebilir kalkınmanın başarılmasında yararlı olacak olumlu yönlerin arttırılması, olumsuzlukların ise olabildiğince azaltılması olmalıdır. Birey, firma, yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte bu anlamda oluşturulacak görüş birliği, bilimsel bilgi birikimine yardımcı nitelikte çalışmalar ile geliştirilen uluslararası işbirliği imkanları, ticaret ve çevre arasındaki olumlu ilişkilerle sürdürülebilir kalkınmanın başarılmasında küresel eğilime temel olacaktır. Bu anlamda ticaret anlaşmaları görüşmelerinde kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkeler arasında sağlanacak katılımcı, dengeli ve eşitlikçi yapı kalkınmanın sürdürülebilirliğinde esas olmaktadır.
Bu bağlamda, çevresel standartlar uluslar arası ticaretin pasaportu olma niteliğini kazanmaktadır. Bu durumda çevre standartları konusunun ticaret için önemi artırmakta ve bu alanda ki düzenlemelerin artarak yayılmasına neden olmaktadır.
KAYNAKÇA
COMMON, Mick (1996), “Environmental Policy and International Competitiveness”, Environmental Economics Seminar Series, , (Çevrimiçi) http://www.environment.gov.au, 16 Mayıs 2000
COSBEY, Aaron, (1996), Trade and Sustainable Development:The Global Picture, Winnipeg, Canada, International Institute for SustainableDevelopment,.
DTM (T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı),2003b, “Sürmekte Olan Müzakereler”,
http://www.dtm.gov.tr/anl/DTO/CEVREMUZAKERE.htm, 04.08.2003.
_____, 2002, Dünya Ticaret Örgütü’nde Ticaret ve Çevre, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı Anlaşmalar Genel Müdürlüğü, Aralık.
EKEMAN, Ebru, (1998) Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Çevre Politikalarının Karşılaştırmalı İncelemesi, İstanbul, İktisadi KalkınmaVakfı Yayınları No:153.
ESTY, Daniel C., (1994) Greening the GATT: Trade, Environment and Future, Washington D.C, Institute for International Economics,.
GROSSMAN, Gene H., Alan B.Krueger, (1992) Environmental Impacts of a North American Free Trade Agreement, U.S.A, NBER Working PaperSeries, No:3914
KERR, Robert ve diğerleri, (1999) Beyond Regulation: Exporters and Voluntary Environmental Measures, Winnipeg, Canada, InternationalInstitute for Sustainable Development, 1999.
KRISSOFF, Barry ve diğerleri, (1996) Exploring Linkages Among Agriculture, Trade and the Environment, U.S.A, U.S. Department ofAgriculture, Economic Research Service, Agricultural Economic ReportNo:738.
IISD ve UNEP, 2000, Environment and Trade: A Handbook, Canada, s. 25.
OECD (1993) Environmental Policies and Industrial Competitiveness,Paris, OECD, OCDE/GD(93)83, January 1993
THOMAS, Christopher ,Greg A. Tereposky,(1993) “The Evolving Relationship Between Trade and Environmental Regulation”, Journal of World Trade, Volume:27, August 1993
[1]COSBEY, Aaron, (1996), Trade and Sustainable Development:The Global Picture, Winnipeg, Canada, s.: 4
[2]COMMON, Mick (1996), “Environmental Policy and International Competitiveness”, Environmental Economics Seminar Series,s.: 2
[3]COMMON, Mick.a.g.e., s.: 6
[4]ESTY, Daniel C., (1994) Greening the GATT: Trade, Environment and Future, Washington D.C, Institute for International Economics,.s.:7
[5]COSBEY, Aaron, Mick.a.g.e., s.: 8
[6]THOMAS, Christopher ,Greg A. Tereposky,(1993) “The Evolving Relationship Between Trade and Environmental Regulation”, Journal of World Trade, Volume:27, August 1993
[7]COSBEY, Aaron, Mick.a.g.e., s.: 9
[8]COSBEY, Aaron, Mick.a.g.e., s.: 10
[9]COSBEY, Aaron, Mick.a.g.e., s.: 11
[10]KRISSOFF, Barry ve diğerleri, (1996) Exploring Linkages Among Agriculture, Trade and the Environment, U.S.A, U.S. Department ofAgriculture, Economic Research Service, Agricultural Economic ReportNo:738, s.: 14
[11]KRISSOFF, Barry ve diğerleri, a.g.e., s.: 16
[12]EKEMAN, Ebru, (1998) Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Çevre Politikalarının Karşılaştırmalı İncelemesi, İstanbul, İktisadi KalkınmaVakfı Yayınları No:153, s.: 14
[13]KERR, Robert ve diğerleri, (1999) Beyond Regulation: Exporters and Voluntary Environmental Measures, Winnipeg, Canada, InternationalInstitute for Sustainable Development, 1999,s.: 7
[14]EKEMAN, Ebru a.g.e., s.: 16
[15]OECD (1993) Environmental Policies and Industrial Competitiveness,Paris, OECD, OCDE/GD(93)83, January 1993, s.: 4
[16]OECD,1993, s.: 7
[17]IISD ve UNEP, 2000, s.: 44-45.
[18]EKEMAN, Ebru a.g.e., s.: 17
[19]DTM (T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı),2003b.
[20]IISD ve UNEP, 2000: 27-32; Bkz. DTM, 2002, s.: 8-12.
[21]DTM, 2003b, s.: 26