EGE’DE TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN ARASINDA HAVA SAHASI SORUNLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Eylül 27, 2020

|

Kategori:

EGE’DE TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN  ARASINDA

HAVA SAHASI SORUNLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İstemi Parman , 24.09.2020

EGE’DE YUNAN HAVA SAHASI

İki ülke arasında çeşitli alanlarda sorun ve çekişmeler devam ediyor.  Ege adaları, Münhasır Ekonomik Bölgeler ve diğer birçok konuyu yazılı ve görsel medya’dan izliyoruz. Nitekim son  açıklanan bir habere göre, 2 ülke yetkilileri arasında  NATO’da yeni bir müzakere sürecinin başladığını öğrendik. Bu yazıda sadece Ege hava sahası sorunlarına değineceğiz. Yunanistan ile Türkiye arasındaki tüm  sorunların, ancak  samimi, akılcı bir yaklaşımla ve hiçbir fiili etkisi veya yararı  olmayan konulardan arınmış olarak ve global bir anlayışla çözümlenmesi mümkün olabilir. Her iki ülke ve halklarının yararına olacak tek yol’un bu olduğunun iyice anlaşılması zorunludur. Bu çerçevede, en yerleşik hukuk kurallarını bile çarpıtarak, devamlı olarak  “kurt  var” diye bağıran bir ülke yetkilileri ile müzakere edecek sorumlulara sabırlar ve başarılar dilerim.

Konuya girerken  öncelikle  devletler   hukukunun bazı temel kural ve kavramlarına kısaca değinmek yararlı olacaktır.“AÇIK DENİZLER SERBESTTİR”. Ülke karalarını ve ülkeye ait adaları çevreleyen karasularının   dışında kalan deniz alanları  açık deniz statüsündedir.  Devletlerin egemenliği, ancak  ülkelerin karaları,  devlete ait adalar ve bunları çevreleyen karasuları  ile bunlar üzerindeki hava sahası ile sınırlıdır.  1982 Deniz hukuku sözleşmesi karasularının en çok 12 deniz mili olacağını belirtmiştir. Ege, çok önemli özellikleri olan bir denizdir ve bu bölgede Türk ve Yunan karasuları siyasi nedenlerle 6 mil olarak kabul edilmiştir. Bu konuda Yunanistan’ın 6 mil karasularını 12 mil’ e çıkarmak niyetinde olduğuna yönelik  tutumu ve açıklamları  karşısında  TBMM haziran 1995’te  aldığı bir kararla,  böyle bir durumun “casus belli” (savaş nedeni) yaratacağını açıkça ilan etmiştir. TBMM’nin bu kararı tamamen Ege’de barışın devamlılığını sürdürmeye yöneliktir. Gerçekten, Yunanistan ani bir kararla karasularını  12 mil’e çıkardiği taktirde,  Ege Türkiye’ye tamamen kapanmış olacaktır. Böyle bir gelişme  Türkiye için yaşamsal bir konudur, kabul edilmesi sözkonu değildir ve gerçekleştiği takdirde Türkiye’nin zora başvurmaktan başka bir seçeneği kalmayacaktır. Bu kararla  konunun önemi ve ciddiyeti açık bir şekilde Yunanistan’a anlatılmış ve böylece Ege’de barışın tehlikeye girmesi engellenmiştir.

Bu arada, Deniz Hukuku Sözleşmesindeki 12 mil’in bağlayıcı bir kural  olmadığını, sadece karasuları sınırının en fazla 12 mil olabileceğinin belirtildiğini ve nihayet Türkiye’nin  sözkonusu Sözleşmeye taraf olmadığını da hatırlatalım.

Hava sahası, karaların  ve karasuları sınırlarının belirlendiği  noktalardan  dikey olarak atmosfere uzanan hayali bir hattır. Bugüne kadar bu hattın yüksekliği konusunda kabul edilmiş herhangi bir norm yoktur. İleri bir tarihte, bu yüksekliğin 100 mil veya 100 km olarak saptanması mümkündür..

Bu açıklamadan sonra, çok açık  başka bir temel hukuk kuralını da belirtelim. “AÇIK DENİZLER SERBESTTİR, ÜZERİNDEKİ HAVA SAHASI DA SERBESTTİR”.

Bu 2 temel kural dışında , Yunanistan’ın,  Ege’de hava sahası ile ilgili iddialarına ve uygulamalarına temel olabilecek hiçbir uluslararası hukuk kuralının varlığından bahsedilemez. Buna rağmen ,Yunanistan, yıllardan beri  Ege’de uçan askeri uçak ve filolarımızın, 6 mil’e 4 mil daha ekleyerek, 10 mil olduğunu iddia ettiğ,i Yunan hava sahasını ihlal ettiklerini ileri sürmekte,  uçaklarımızın Ege’nin 6-10 mil arasındaki açık deniz hava sahalarında yaptıkları her uçuştan sonra (bazen günde 2 kez) Türkiye’ye protesto notası vermektedir. Yunanistan iddialarını 1932 yılında kabul edilmiş bir krallık kararnamesine dayandırarak, Yunan hava sahasının 10 deniz mili olduğunu iddia etmekte ve Türkiye’nin gerek milli, gerek NATO tatbikatları uçuş planlarında,  türk  uçaklarına  yunan ada karalarına 10 milden fazla yaklaşmamaları talimatı verdiğini ve buna  göre Türkiye’nin  bu hususu zımnen kabul etmiş olduğunu ileri sürmektedir. Türkiye ise, uçaklarımızın 6 mil yunan hava sahası  dışında kalan açık denizler üzerinde uçtuğunu, yukarıda da açıklandığı gibi, uluslararası hukukun en temel kurallarına göre, açık deniz üzerindeki bölgelerin hiçbir ülkenin  egemenlik alanına girmediğini , dolayısıyla ihlal iddialarının sözkonusu olmadığını ve 10 mil hava sahasının kesin olarak edilmediğini Yunanistan’a  bildirmiştir.  Türkiye,  ayrıca, savaş uçaklarına verilen,yunan adalarına  10 milden fazla yaklaşmama  talimatının, savaş uçaklarının  manevra yaptıklarında  meydana gelen  “savrulma” olgusu nedeniyle  istem dışı yunan hava sahasına girmemeleri için öngörülen bir “emniyet bölgesi” (buffer zone) tedbiri olduğunu ve diplomatik  nezaket göstergesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini  ifade etmiş, yunan hava sahasının  sadece  6 mil olabileceğini birçok kez belirtmiştir.

Bu arada, konunun sivil havacılık açısından bir krize dönüşmesi üzerine, Atina ve Ankara’yı ziyaret eden ICAO genel sekreterine, zaten bilinen kurallar ve Yunanistan’ın  tutarsız itirazlarını hatırlatılmış ve konu bir süre için kapanmıştı. Bu görüşmeler sırasında 6-10 mil arasında açık denizde seyreden bir savaş gemisinde havaya  sıçrayan bir denizcinin yunan hava sahasını ihlal etmiş mi sayılacağının belirtilmesi, konunun anlamsızlığının açıkça ortaya konduğu bir anı olarak kalmıştır.  Günümüzde olsa idi, herhalde, gemiden dikine havalanan uçaklar,  helikopter veya drone’lardan söz edilecekti.

Yunanistan, esasen,  1932 tarihli krallık kararını , her ülkenin  uluslarası uçuş kurallarının yayınlandığı AIP’ye  ( Aeronautical Information Publication / Pilotların el kitabı  ) kaydettirmemişti. Ancak, huylu huyundan vazgeçmez misali, bu hususun , 43 yıl sonra, konuyla ilgili sorunların yoğun olarak  gündeme gelmesini takiben, 1975 yılı yazında  AIP Atina FIR’i bölümüne kaydedilmiş olması ilginçtir.

Yunanistan’ın aynı konuda  protesto iddialarının   devamı  üzerine, Yunanistan’a verilen bir Nota’da, Türkiye’nin Yunan hava sahasını 6 mil olarak tanıdığı, Türk uçaklarının 6 mil dışındaki serbest hava sahasında uçmaya devam edeceği, bu bölgedeki uçuşlarda Yunan uçaklarının bir müdahalesi olursa bunun  ciddi sonuçların doğmasına yol açacağı  ve muhtemel olaylardan  tamamen Yunanistan’ın sorumlu tutulacağını  Yunanistan’a açıkça bildirilmiştir.  Medya’daki haberlerden, Türk uçaklarının 6 mil dışındaki bölgede serbestçe uçmaya, Yunanistanın  da 6-10 mil arasındaki   hava sahasının ihlal edildiği iddialarını ileri sürmeye devam ettiği anlaşılıyor.

Sonuç olarak, Yunanistan’ın 10 mil hava sahası iddiasının hiçbir hukuki temeli olmadığını ve tarafımızdan kesinlikle kabul edilmediğini tekrar hatırlatalım. Bir başka deyişle, bu iddia hukuken“absürd”dür ve yok hükmündedir ve Türk uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal ettiği  iddiaları boşlukta kalmaya mahkumdur.

Hava sahasının 10 mil olarak kabul ettirilmesi ve FIR’in bir egemenlik alanı gibi değerlendirilmesi, Ege de yunan karasularının 12 mile çıkarılmasıyla hemen hemen aynı sonuçları doğuracaktır. Türkiye’yi tamamen karasularının içine hapsetmek anlamına geleceği için, bu iddialar ve uygulamalar, Türkiye açısından kabul edilebilir nitelikte değildir ve böyle bir durumun doğuracağı çok vahim sonuçlar konusunda  Yunanistan’ın birçok kez önemle dikkati çekilmiştir

Buna rağmen, Yunanistan’ın  hangi amaçla  bu tutumunu devam ettiriyor suali akla gelmektedir. Yunanistan, benzer davranışları  Ege üzerinde FIR konusunda da sürdürüyor.  Her 2 konudaki Yunan politikasının nedenlerini yazımızın sonundaki bölümde   irdeliyeceğiz.

ATİNA FIR’i  KONUSU

Ege hava sahasında Yunanistan’ın uluslararası kurallara aykırı olarak devamlı olarak siyasi sorun çıkarmaya çalıştığı 2. husus Atina  FIR’i ile ilgili pol,itika ve uygulamalarıdır.

ICAO ( International Civil Aviation Organization / Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü ) Birleşmiş Milletlerin ihtisas organlarından biridir ve Chicago Sözleşmesi ile kurulmuştur. Örgütün, havacılığın gelişmesini desteklemenin yanısıra  hiç kuşkusuz en temel  amaçlarından biri, giderek artan hava ulaşımının düzenli ve  güvenli bir şekilde yapılmasını sağlamaktır.  Bunun için her sivil  uçuşun izlenmesi, uçuşların kontrollü olarak yapılması gerekmektedir.  Bu amaçla   dünyadaki tüm karaların ve denizlerin  üzerindeki  hava sahaları  parsellenerek FIR  ( Flight Information Region- Bölge Uçuş bilgi merkezi )  olarak adlandırılan bölgelere bölünmüş ve  bu parsellerin herbirinde uçuşların koordinasyonu ve güvenliği sağlamakla görevli “bölge  hava kontrol merkezleri”  kurulmuştur.  Merkezler ayrıca arama , kurtarma gibi konularda da görevlidir. FIR uygulamaları, sadece hava trafiğinin güvenli şekilde yapılması ile görevlidir ve hava kontrol merkezlerininin bulunduğu ülkelere, kendi kara kıtası ve karasuları dışında kalan açık denizler üzerinde hiçbir şekilde egemenlik hakkı vermez. Öte yandan,  ICAO  sözleşmesinin 3. Maddesi, sözleşmenin, askeri, gümrük vs gibi  devlet uçaklarına uygulanmayacağını  açık olarak belirtmiştir.     Bu durumda, sözkonusu sözleşme hükümlerinin uygulanmadığı bir alanın, aynı şekilde, sözleşme  eklerinden biri olan  FIR kurallarının  da , askeri uçaklara uygulanamayacağı açıktır.

Ülkelerin corafyasına ve hava trafiğinin yoğunluğuna göre bir ülkede birden fazla FIR olabileceği    gibi,  farklı ülke veya ülkelerin bazı bölgeleri  hava sahalarının  kontrolü   için tek bir FIR ve tek bir kontrol merkezi  de görevlendirilebilir. Türkiye’de 2  ( İstanbul ve Ankara), Yunanistan  ve Ege’de  1 ( Atina ) FIR ve  hava kontrol merkezi mevcuttur. Bir Sivil hava aracı bir noktadan başka bir noktaya uçarken,  belirli “Hava koridorları” nın dışına çıkmamalı , hava kontrol verilen talimata harfiyen uymalıdır. Genellikle uluslararası  (İstanbul-Londra)  ve ülke içi  İstanbul – Erzurum) bir uçuş güzergahında  birden  fazla  hava sahasından geçmek zorunluluğu vardır.  Bir FIR’den diğerine geçerken , bölge kontrol merkezi, uçağın izleyecegi hava koridorunu, alt ve üst yükseklikleri de belirleyerek, uçağı bir sonraki  FIR’i yöneten kontrol merkezine teslim eder ve böylece uçuş güvenliğinin devamını sağlar.

Chicago sözleşmesi hükümlerine göre, bir  üye devlet bayraklı sivil uçak , ICAO kurallarına uymak , ilgili sivil mercilere bilgi vermek suretiyle yabancı bir  ülke hava sahası üzerinden (belirli bir koridordan) serbestçe uçabilir, acil durumlarda zorunlu iniş yapabilir vs. Buna karşılık, askeri uçaklar veya askeri personel, silah ve mühimmat taşıyan sivil uçaklar sivil mercilerin yanısıra ancak diplomatik kanallardan  izin aldıkları takdirde, yabancı bir ülke hava sahasını kullanabilirler. Siyasi konjonktüre göre, askeri nitelikli uçuş izinleri,  bazen otomatik denilecek kadar kolaylıkla verildiği gibi , bazı durumlarda geçiş izninin zor verildiği ve hatta izin verilmediği de görülmektedir.

Tekrar açıkça vurgulayalım, FIR sahalarından sorumlu hava kontrol merkezleri , ülkenin ve ülkeye ait adaların kara parçaları ile, bunları çevreleyen karasularının dışında kalan ve ayrıca  kendi FIR alanlarına dahil açık denizler üzerindeki hava sahalarında  “sivil uçuşların” düzenli ve güvenli olarak yapılmasını sağlamakla görevlidir. Bilindiği gibi, sivil uçaklar hava koridorlarında  “IFR”  kurallarına göre uçarken, askeri uçaklar  ise genellikle “VFR” yani görerek uçuş kurallarını uygulamaktadırlar.

Öte yandan, açık deniz hava sahalarında uzun süre devam edebilecek askeri tatbikatlar hava koridorları dışında yapılmakta, VFR şartlarıyla  hava koridoru dışında uçan uçakların tehlikeli durumlarla karşılaşmaması için“ NOTAM” (Notice to Airmen/ Havacılara ihtar, günümüzde sıkça sözü edilen NAVTEX’in havacılık versiyonu diyebiliriz) yayınlanmaktadır. Bu suretle, sivil ve askeri uçaklar tehlikeli bölgelere  girmemeleri için ikaz edilmektedir. Savaş ve savaş tehdidi gibi özel durumlar dışında, NOTAM’lar genellikle belirli bir bölgeyi kapsayacak şekilde  ve kısa bir süre için yayınlanır. Kıbrıs barış harekatı sırasında yayınladığımız 714 sayılı NOTAM, Atina Fir’i içinde geniş bir bölgeyi kapsadığı ve uzun bir süre yürürlükte kaldığı için 2 ülke arasında önemli bir siyasi sorun haline gelmiş ancak daha sonra kaldırılmıştır.

Ege denizi  ilginç bir özellik taşıyor. İstanbul FIR’i Ege’de, Gökçeada ve Bozcaada bölgesindeki küçük bir bölge dışında tamamen türk karasularının izdüşümünü takip ederken , bir başka deyişle nerdeyse sadece kara ülkemiz ve karasularımızla sınırlı hava sahamızla çakışırken, Atina FIR’i, yunan adaları ve karasularının yanısıra Ege’de önemli büyüklükte açık deniz alanlarını da kapsamaktadır.  Uluslararası kurallara göre, Ege’de sadece sivil uçuşları düzenlemekle görevli Yunanistan,  FIR sorumluluğunu , açık deniz hava sahası için de bir egemenlik hakkı gibi kullanmak istemekte, tarafımızdan talep edilen NOTAM’lama görevini geciktirerek, aksatarak veya ilan edilecek bölgenin farklı tarih veya bölgelere kaydırılmasını talep ederek çeşitli zorluklar çıkarmaya çalışarak dostça sayılamıyacak bir şekilde davramaktadır. Bunlara ilaveten, Atina FIR  bölgesinde, açık denizler üzerindeki hava sahasında  VFR kurallarına göre  uçan uçaklarımızın Atina FIR’ini ihlal ettiklerini iddia ediyorlar. Tabiatıyla bu husus, FIR bölgesindeki açık denizler hava sahasının da Yunan milli hava sahası  gibi değerlendirmek isteğinden kaynaklanıyor ve yukarıda açıklandığı gibi, karasularının dışında kalan hava sahaları (6-10 arası) için de benzer bir durum yaratıyor.  FIR bölgesi karasuları üzerindaki milli hava sahası gibi “ihlal”  sözkonusu olabilecek  bir konu değildir ve olsa olsa hava trafiğinin tehlikeye atıldığı ileri sürülerek ICAO bölge temsilciliklerinde görüşülebilecek teknik bir husustur ve  bu toplantılarda tehlike yaratan durumların belgelenmesi gerekmektedir. Bütün bunlara rağmen Yunanistan her defasında FIR bölgesi için “violation”(ihlal) sözcüğünü kullanmaya ısrarla devam etmektedir. Egemenlik konusu olmadığı cihetle, uluslararası  hukukta FIR ihlali  (violation) diye bir kavram yoktur ancak  Yunanistan sürekli  olarak bu ifadeyi kullanmaya özen göstermekte ve böylece , Ege ‘de devamlı bir gerginlik havası yaratılarak Ege’nin tümünün yunan kontrolünde olduğu algısının  yaratılmasına çalışmaktadır.

Öte yandan, gerek ulusal, gerek uluslararası hava sahalarında rutin görevlerini yapan savaş uçaklarımızın, hava ulaşım güvenliği açısından tehlike yaratabilecek bir duruma meydan vermemek için  her türlü özeni gösterdikleri ve pilotlarımızın da bu konuda yeterince tecrübeli oldukları bilinmektedir.

Bu durumda, hukuki açıdan bir anlam ifade etmeyen bu tür iddiaların Türkiye tarafından ciddiye alınması ve kabul edilmesi sözkonusu değildir. Bununla birlikte, Yunanistan,  Yunan ve uluslararası kamu oyunu  yanıltmak amacıyla, Türk uçaklarının Yunan hava sahasını  ihlal ettiğini yaymak suretiyle ülkemizin mütecaviz bir politika izlediğini  ve bu arada Yunan uçaklarının Türk uçaklarına kahramanca! karşı koyduğunu ileri sürmeye devam ediyor. Zaman zaman ortaya çıkan it dalaşlarının  da bu nedenle ortaya çıktığını göstererek iddialarını güçlendirmeye çalışıyor.

Kanaatimce, Yunanistan’la birlikte üçüncü ülkelerin de, Yunan iddialarının  hukuken geçerli olmadığını, Türkiye’nin sadece en doğal haklarını kullandığını değerlendirmemeleri mümkün değildir. Bununla birlikte  Yunanistan’ın ısrarla Türkiye tarafından tehdit edildiğini vurgulaması, bazı ülkelerde aleyhimize uluslararası kamuoyu yaratılmasına neden olmakta ve örneğin Fransa gibi bazı ülkeler bundan yararlanarak,  farklı alanlarda kendilerine çıkar sağlamaya çalıştıkları görülmektedir.

Yunanistan’ın Ege’de türkiye aleyhine açık olarak bilinen amaçları olmasa ve ayrıca  komşuluk ilişkilerimiz  normal olsa idi, Ege açık denizleri üzerindeki hava sahasının  Atina FIR’ine dahil ve onun  hava kontrolünde olmasının hiçbir önemi olmayacaktı.  Esasen uluslararası uygulamada,  benzer  bölgelerde  bu konuda  sorun çıkması sıkça rastlanan bir durum değildir. Ancak,  taraflardan biri, FIR bölgesini  hava sahasını teknik olarak idare etmenin dışında farklı amaçlar için kullanmak isteyen,  Yunanistan gibi bir ülke olunca,  işler değişiyor iki ülke arasında gerginlik doğuyor ve konu siyasi bir mahiyet kazanıyor

Yunan iddiaları geçerli olsa idi, Ege denizi karasuları ve hava sahası tamamen Yunanistan tarafından kapatılmış bir göl gibi olacak ve orta bölgede kalan  açık deniz alanındaki savaş gemilerimizin ve muharip uçaklarımızın açık denizlere ulaşması Yunanistan’ın iznine tabi olacaktı. Bunun ne  ölçüde garip ve  kabul edilemez bir durum olduğunu  açıklamaya herhalde gerek yoktur. Öte yandan, Montreux sözleşmesi ile belli kurallara uymak koşuluyla Boğazlar ve Marmara denizinden serbestçe geçebilen üçüncü ülke savaş gemileri de Akdeniz’den Ege’ye girdiklerinde veya Çanakkale boğazından Ege’ye çıktıkları her defasında ancak, Yunan makamlarından geçiş izni alarak Akdeniz’e  ve Boğazlar bölgesine girbileceklerdi ki, bu durumun kabul edilebilir bir husus olmadığı açıktır..

Gerek Yunan hava sahası gerek FIR ile ilgili iddia ve uygulamaların,  devletler hukuku açısından hiçbir temel dayanağı olmadığının  ve Ege hava sahasıyla ilgili davranışların 2 ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmekten ve halkları tedirgin etmekten başka bir yararı olmadığını  açık olarak belirtmiştik.

 Tabiatıyla bütün bu politika ve uygulamaların temel amacının , Türkiye’nin ne kadar tehditkâr olduğunu yaymak, Yunanistan’ın  adalarını korumak için meşru müdafaa tedbirleri almak zorunda kaldığının propagandasını yapmak, mağdur  durumda olduklarını  devamlı işlemek  ve bu alanda salam politikası ile Ege’de zemin kazanmak amacını taşıdığı açıktır. Nitekim, Yunanistan, gemilerimizin Yunan karasularına girdiğini,  uçaklarımızın hava sahasını ihlal edildiğini her durumda büyük bir gürültüyle uluslararası kamuoyuna duyurmaya çaba sarfetmektedir.  Böylece bir yandan, Yunan halkı üzerinde devamlı bir türk tehlikesi travması yaratılarak bu durum iç siyaset amaçlı kullanılmakta, diğer taraftan, uluslararası alanda,”ben korunmaya muhtaç durumdayım, beni Türkiyeden koruyun “ imajı yaratılıp yardım sağlamaya çalışılmaktadır. Tarihten  gelen bazı duygularını anlayabilsem  de,Yunan bakış açısının ve zihniyetinin  akılla bağdaşmadığını sadece küçük ve anlamsız çıkar amaçlı olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.. Gerçekten Yunanistanda, nasıl olsa Avrupa benim arkamda, Türkiye’ye sorun yaratarak iç politikada prim yapabilirim diyen çok sayıda politikacı mevcut.   Bu durumun  gerçek nedenlerin incelenmesi herhalde toplum psikolojisi uzmanların ve söylemek güç gözüküyor.  konusu olsa gerekir.

Uzun süredir devamlı olarak sürdürülen,  türk tehdidi ve tacizi hususundaki yunan iddialarının,  son Doğu Akdeniz konusunda da görüldüğü gibi, ,  konunun gerçek yüzü araştırılmadan,  ne kadar kolaylıkla benimsendiği  açık olarak  görülüyor. Bugün için Yunanistan’ın  bu politikasında başarılı gözüktüğü yadsınamaz. Bununla birlikte, Yunan halkı ve politikacılarının, bu politika ve tutumun,  uzun dönemde ne getirip ne götürebileceği hususunu yeniden ciddi olarak değerlendirmeleri herhalde yararlı olacaktır.

KİŞİSEL DÜŞÜNCELERİM

Bu yazının ve aşağıdaki değerlendirmelerin muhtemelen ilgililerce okunmayacağını ve değerlendirilmiyeceğini biliyorum. Ayrıca iki ülke ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi ihtimalleri belirse dahi, bazı  ülkelerin bu gelişmeleri   engellenmeye  çalışması, iki ülke arasındaki ilişkilerin, tabiatıyla sıcak bir çatışma çıkmasına da izin vermeden,  kriz ortamında devam etmesini istemeleri ve bundan çeşitli siyasi ve ekonomik yararlar sağlamayı hedeflemeleri çok muhtemeldir. Son dönemde Libya ve Doğu Akdenizle ilgili  gelişmeler bazı ülkelerin bu amaçlarını açıkça göstermektedir. Diğer taraftan  birçok kişinin, ileriye dönük iyimser düşüncelerimin hayalden öteye geçemiyeceğini, geçmişte yaşadıkları örnekleri de düşünerek ileri süreceklernii tahmin ediyorum.  Haklıdırlar. Bir dönem bu örnekleri ben de yaşamıştım. Gene de, Ege hava sahası ile ilgili teknik bazı hususları açıklamak ve siyasi  sorunlara dikkat çekmek üzere yazdığım bu yazıyı fırsat bilerek, özellikle yunanlı komşularımıza içimden geçenleri duyurmak için, yazıma aşağıdaki düşünce ve umutlarımı  eklemek istedim. Kimbilir, belki de ?

Ege hava sahası ile ilgili olarak,   teknik olarak kabul edilebilecek konular da bile Yunanistan’ın ısrarla nasıl  davrandığına dair kısa bir  hatırlatma yapmaya çalıştım. Bunlar da dahil,  2 ülke arasındaki  tüm sorunların ortak çıkar temelinde çözüme ulaştırılarak ilişkilerin düzelmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum.Yu Bunun Yunanistanda  kilise baskısı   ve her 2 ülkedeki iç politik kaygılar nedenleriyle oldukça güç olduğunu  kabul etmekle birlikte, önyargıların ve gereksiz kuşkuların ortadan kalkacağı ve her alanda aklın hakim  olacağı hususunda umudumu kaybetmiş değilim ve böyle bir sonuca, üçüncü ülkelerin baskılarıyla değil, kendi öz çabalarımızla gerçekleştirmemizin yararına inanıyorum. Beni fazla iyimser bulmak en doğal hakkınızdır.

Gerçekten, Türkiye’ye karşı  politika ve uygulamalarının  Yunanistan’ a ne gibi yararlar sağlayabileceğinin beklendiğini anlamakta  zorluk çekmekteyim. 10 yıllardır devam eden bu politika ve uygulamalar sorunları daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır ve bundan sonra da bir taraf lehine yaraması olanaksızdır.  Bu çerçevede, bu çok açık gerçek dikkate alınarak, Lozan andlaşması ve diğer anlaşmalar hükümlerine uyularak adaların silahsızlandırılması, Türkiye’ye ait ada, kaya  ve kayacıklardan göstermelik asker varlığının  geri çekilmesi ve tahrik edici garip uygulamalardan vazgeçilmesi,  Ege kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölgeler konusunda anlaşılarak, buralarda ki zenginliklerin, her iki ülke halklarının yararına olacak şekilde ortaklaşa paylaşılması, Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımıza en doğal haklarının tanınması  gibi konuların çözülmesi,  Yunanistan’a hiçbirşey kaybettirmeyecek, tersine  çok şey kazandıracak, ve Yunanistan bazı devletlerin himayesi altında gözükmekten kurtulacaktır.  Gerçekten Ege’de  kalıcı bir dostluk ve barışla birlikte sürdürülebilir bir işbirliği ortamı yaratılmasının, her iki ülkenin ve halklarının  mutlak yararına olacağı kuşkusuzdur.  Ayrıca, Yunanistan dahil, bazı ülke siyasetçilerinin, kişisel siyasi amaçlar peşinde koştukları da gözden kaçmıyor. Yanlış   tutum ve davranışların. asırlar boyu sürecek bir çekişme, huzursuzluk ve belki de istenmeyen ve her 2 tarafa büyük zararlar verebilecek olaylara yol açabileceğini görmek herhalde falcılık değildir.

Gerek Osmanlı İmparatorluğu, gerek Türkiye Cumhuriyeti, bir diğer komşusu, İran ile 400 yıla yakın bir süredir, hiçbir ihtilafa düşmeden ve hatta hiçbir sınır olayı  yaşamadan, iyi komşuluk ilkelerine bağlı olarak ilişkilerini sürdürmektedir. Tarih, bu durumun her 2 taraf için ne kadar yararlı olduğunu açıkça göstermiştir. Aynı şekilde, Coğrafya Yunanistan ile Türkiye’yi de komşu haline getirmiştir. Bu coğrafya değişmeyecek ve ayrıca 2 toplum da başka bir yere taşınmayacaktır. Bu durumda iki ülke arasındaki uyuşmazlıkların  uluslararası hukuka,  ikili ve çok taraflı anlaşmalara ve hakkaniyete uygun şekilde çözümlenmesinin, Türk ve Yunan halklarının mutlak çıkarına olacağına inancım tamdır.

Hakkaniyete dayanmayan ve hukuka  uygun olmayan Anlaşma ve geçici çözümlerin taraflar için ne gibi olumsuz sonuçlar doğurduğuna  tarihte çok sayıda örnek göstermek mümkündür. İki ülke arasında anlaşmazlıkların sürmesinin  daha çok bazı ülkelerin siyasi ve ticari yararına olacağı da daima gözönünde bulundurulmalıdır.

Türk ve Yunan halklarının refah ve mutluluğunun böyle bir uzlaşmaya bağlı ve bunun mümkün olduğunu, Türk Yunan işbirliğinin bölgede yepyeni olumlu koşulların ortaya çıkmasına olanak sağlayacağını değerlendirmemiz gerekiyor. Her iki ülkede de böyle bir ortamın doğmasını engellemek için yoğun çaba sarfedecek çevreler olacağı gibi,  bazı ülkelerin de olumlu gelişmeleri engellenmeye çalışılağını daha önce de belirtmiştik. İstenirse, bu tür zorlukların  aşılması zor olmayacaktır. İkinci savaşın tüm  yıkıcı etkilerine,  Alman ve Fransız  halklarının yaşadıkları  acılardan kaynaklanan  çok olumsuz ve hatta düşmanca duygulara rağmen, savaştan sonra, 5-10 yıllık kısa bir süre içinde,  gerçek devlet adamlarının cesaret ve çabaları  sonucu, Almanya ve Fransa’nın, nasıl birlikte yaşama olanağı bulduklarını,  gerçekleştirilen işbirliği ile, hem ikisi, hem de bölgedeki diğer ülkeler için,  barış, refah ve zenginlik  sağlamakta ne ölçüde başarı  sağladıklarını  özellkle hatırlamak gerekiyor.  Türkiye ve Yunanistan  arasındaki sorunların çözümü, Ege’de barışın devamlı olarak yerleşmesi  ve sürdürülebilir bir  işbirliği ortamının  yaratılması için,  Atatürk ve  Venilezos gibi, büyük devlet adamlarının yaptıklarını hatırlamamız ve sorunları çözmeye niyetli siyasetçilere sahip olmamız gerektiği kuşkusudur.

Ayrıca, gene  unutmayalım ki, 2 komşu ülkeden herbirinin  mutluluk ve refahı,  diğer tarafın mutluluk ve refahı ile doğrudan orantılıdır. Bu çerçevede,herşeyden önce,  konuların, ikili müzakerelerle, üçüncü tarafları devreye sokmadan, samimiyet, akıl ve hakkaniyet temelinde yürütülmesine  ve her 2 tarafın da, mutlak bir barış ve dostluk ortamının sağlayacağı büyük yararlar yanında, üzerinde anlaşılamıyacak hiçbir konunun  olmadığına, cesaret ve  içtenlikle inanması gerekiyor.

Son olarak çok büyük önem atfettiğim bir hususu önemle Vurgulamak istiyorum. Dünyamız 2 büyük ülkenin siyasi ve ekonomik çekişmesine şahit oluyor. Bu çekişmenin sadece ikili değil, uzak,yakın diğer bölgelere ve ülkelere yayılması da kuvvetle muhtemeldir ve bu durum herhalde bu ülkelerin lehine olmayacaktır. Bu gelişmeler karşısında 28 üyesine, 500 milyonluk nüfusuna ve güçlü ekonomisine rağmen Avrupa Birliğinin etkin bir rol oynadığını söylemek mümkün değildir. Sadece bölgede değil, dünya üzerinde çok önemli bir stratejik konuma, 85 milyonu aşan genç ve dinamik bir nüfusa ve  güçlü bir orduya sahip Türkiye’nin, doğal olarak kendi üstüne düşen üyelik görevleri  de yerine getirmesi koşuluyla, Avrupa Birliğine tam üye olması, Avrupa’nın ekonomik olarak daha da güçlenmesine, güçlü bir Avrupa ordusunun yaratılmasına, Avrupa’nın Dünya soruniarı üzerinde daha çok sesini duyurmasına katkı sağlayacaktır. Avrupa, bu suretle,  Doğu  ve Orta Asya ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurmaları ve böylece  bu ülkelerin  dış ilişkilerinde,  ABD ve Çin dışında  başka bir seçeneğin olduğunu görmeleri de mümkün olabilecektir.    Türk Yunan dostluğunun  bölge ülkeleri arasında yeni bir sinerji doğurması da kuvvetle muhtemeldir.

Bu çerçevede, din, ırk ve kısır ve cüce çıkarları bir yana bırakıp büyük resim üzerinde odaklanmanın sayılamayacak kadar faydalı olacağına inanıyorum. Dünyanın nereye  gittiğini doğru gören ve değerlendiren düşünürlerin, sivil toplum yöneticilerinin, akademisyenlerin ve medyanın da katkısıyla, Avrupa halklarının ve Avrupalı siyasetçilerin bu yönde  düşünmeye yönelmeleri Avrupa  için büyük önem arz ediyor. Aksi politikalar Avrupa’nın bir tür “tabi” devletler topluluğu haline gelmesine yol açabilecektir.

Bu ve diğer yazılarımızı http://www.istemiparman.com.tr adresimizden bulabilirsiniz.

Paylaşın

İlişkili Makaleler

CUMHURİYETİMİZİN İKİNCİ YÜZYILINA DAİR
14 Mayıs seçimleri: Yeni bir yol ayrımı

About Author

admin